Patronsuz Medya

Köşe yazarı ve egosu

Köşe yazarlığı, giderek gazetecilikten bağımsızlaşan, hatta daha da ileri gideyim, gazeteciliğin genel ve evrensel prensiplerini kendine yük olarak görmeye başlayan bir dala da dönüştü yakın zamanda.

Öyle olunca, her bir köşe yazarımız kendi başına bir siyasi partinin lideriymiş gibi davranabiliyor, kendi kitlesi'ne hitaben konuşmalar yapan birer siyasetçi adasına dönüşebiliyor.

Bu yol da esasen çift taraflı işliyor maalesef: Gazeteler de köşe yazarlarını onların kendi başlarına birer siyasi parti gibi hallerinden hareketle seçmeye, onları sayfalarına böyle yerleştirmeye başlıyorlar.

Bu durumun doğal sonuçlarından biri şu: Köşe yazarı, kendini sadece gazetecilik ilkelerinden bağımsız hissetmiyor bir de yazdığı gazeteden de bağımsızlaştığını düşünmeye başlıyor.

İşte Ertuğrul Özkök'ün dünkü güzel yazısındaki şişkin ego meselesi tam da. Kendisini gazetesinin üzerinde gören, kendini kendi başına bir müessese sanan yazarlarımız var.

Başbakan haklı mı haksız mı bilmiyorum, çok da önemsemiyorum açıkçası. Ama köşe yazarlığı kurumu, bana soracak olursanız, memleketimizin en şişkin balonlarından biri ve bu balonun ilelebet böyle şişkin kalması bana pek mümkün gözükmüyor.

* İsmet Berkan (Radikal)

Menderes'in 464 günü

Yassıada'da tutuklulara, idama gidecek olsalar bile mahkeme gününe kadar iyi bakılması gerekiyordu. Bayar, adaya kolay uyum sağlamış, Menderes ise çocukluğundaki korunmaya muhtaç tavrını sürdürüyor, sigara ve yemek konusunda ısrar ediyor, üstleri siyah beneklerle dolu uzun etli parmakları arasındaki ağızlığa yerleştirdiği sigaraların birini yakıp birini söndürüyordu. Kendisine acı veren meşhur yalnızlık ve ölüm düşünceleriyle günlerini geçiriyordu. Ölümle, anne ve babasını, ardından ablasını veremden kaybedince tanışan Menderes, askerliğinin bir bölümünde gittiği Suriye cephesinde de zehirli sıtmaya yakalanmıştı. Menderes, doktorların Bu genç yaşamaz dediği kişiydi. Ardından geçirdiği uçak kazası Menderes'te yerleşik bir ölüm korkusu bırakmıştı. Daha idam kararı ortada yokken Menderes'i derin bir ölüm korkusu sarmıştı çoktan. Kabuslar görüyor, geceleri ter içinde uyanıyordu.

* Berivan Tapan (Posta)

Amerika'da açlık tehlikesi!

Türk medyasının -nedense- dikkatini çekmeyen bu habere göre günümüzde tam 36 milyon Amerikan vatandaşı, günlük beslenme ihtiyacını gıda kuponlarıyla karşılıyor. Bu kuponlar, fakirlik çizgisinin altında geliri olan Amerikan vatandaşlarına bedava süt, ekmek yumurta ve peynir almalarını sağlıyor, bu yolla özellikle çocukların açlıktan ölmesini engelliyor.

Sıkı durun: Ekonomik krizin başlamasından bu yana, bu açlık programından yararlanan Amerikalılara her ay 20 bin kişi katılıyor!

* Ardan Zentürk (Star)

Dubai: Çölün sahte cenneti!

Dubai için kaynak sözcüğünü kullanmam aslında bir ironi. Çünkü bu, çölün ortasında yalancı cennet inşa etme düşüne dayalı bir model. Üretime, sanayi, tarım veya hizmete dayalı olmayan bu model sadece insanlara eğlence, gösteriş, sorumsuz tüketim ve insan tahayyülünü zorlayan fanteziler sunuyor. Çölün ortasında yükselen gökdelenlerin toplamından meydana gelen bu yerleşim birimine şehir devleti demek zor; medenîyet tarihçileri, şehirciler ve filozoflar şehir devletlerinin güçlü geleneklere dayandığını, kuruluş ve pratiklerinde güçlü medenîyet tohumlarını taşıdıklarını kaydederler. Çöl gökdelenlerinde geleneğin izi yok. Dubai hiç bir geleneğe, hiç bir medenîyete ve hiç bir dine ya da felsefî öğretiye ait değildir. Nevzuhurdur, bid'attır, birdenbire çölün ortasında mantar gibi bitmiştir. Betonun, demirin, asfaltın ve her şeyin sentetik ve plastik olarak düzenlendiği yapay mekânların fışkırdığı bir gösteri vahasıdır. Bu vahada insanlar, çölün cehennemî sıcağında dinlenmezler, eşyanın tabiatına aykırı olarak buz pateni yaparlar, yedi yıldızlı görkemli otellerde çılgınca para harcarlar.

* Ali Bulaç (Zaman)

Ay Büyürken Uyuyamam

Hiçbir hazırlığı olmadan girişilmiş kayıt dışı isyanlar', ve kayıt altına alınmış isyanlar dahi, belki de baştan sona bir devlet taammüdü, bir İttihatçı marifeti. Bu taammüdü hayata geçiren devlet, öyle mahkemeler kurmuş ki akıl izanla açıklamak mümkün değil. Cemilê Çeto ve Qadirê Bêndûr ağaların yüz elli kişiyle birlikte yargılandığı ve sadece iki celsede biten davada hakim mahkeme salonuna girer ve kararı şöyle açıklar:

Birinci ve ikinci sırada oturanlar idam, 90. sıraya kadar on beşer yıl, ondan sonrası beraat.

* Orhan Miroğlu (Taraf)

Dersim isyan etmedi

Sıra, Dersim'in içine girmeye geldi: Yol açarak, ahşap köprü ve karakolları betonarme yaparak. Yukarıda anlattığım ideolojik ortam bir yana, olay çoktan pratiğe yansımış: Evde orta direğin dibi paçavralarla beslenir, gaz dökülür diye, jandarmaya köy yakma talimatnamesi çıkarılmış vaziyette. Bu seferki gelişin farklı olduğunu gören Dersimlilerin ne karar verdiğine ilişkin ilginç bir öykü var: Sözü çok dinlenen yaşlı bir kadına gidiyorlar. Rum leşkeri geliyor ana. Direnelim mi direnmeyelim mi? Kadın şöyle diyor: Bilemem. Bildiğim şudur ki, bir kümeste iki horoz olmaz!. Bunun üzerine direnme kararı alınıyor.

* Baskın Oran (Radikal)

Zenginleşme öncelik sırası ve cip hassasiyeti

Bana sorarsanız kimse cipe binmesin. Kimin kullandığına bakmaksızın komple bütün ciplere karşıyım. İdeolojik nedenlerle değil tamamen çevreci nedenlerle. Gereksiz bir yakıt tüketimleri var, gereksiz bir karbondioksit emisyonları var, otoparkta, feribotta, sokaklarda gereğinden fazla yer kaplıyorlar üstelik bütün bu edepsizliklerine rağmen normal binek bir araçtan ne daha fazla yolcu taşıyabiliyorlar ne de yük… Koy arkaya iki bavul, tamam bitti. Boş kalorili cips, beyaz undan ekmek gibi. Kaza sırasında daha güvenli oldukları da bana abartılmış bir şey gibi geliyor. Üstelik bir halta yaramadıkları halde sinir bozuyorlar. Sahiplerine gereksiz bir kibir kazandırıyorlar. Cip içinde kimse sevimli ve cana yakın gelmiyor bana.

* Mutlu Tönbekici (Vatan)

CHP'nin sabit siyaseti

Bugünkü dünyanın bu modeli taşıyamayacağını CHP yönetim kadroları bilir. Fakat CHP şimdi rejim ve devlet odaklı/ öncelikli bir parti olarak küreselleşme ile ortaya çıkan yeni düzenin getirdiği toplumsal travmayı (gerektiğinde bizzat yaratarak) devletçi/rejimci baba rolünü oynayarak aşmaya çalışıyor.

Başlangıç döneminin CHP'si toplumun kendi kendisine dönüşebileceğine inanmıyordu. Toplumun inşa ve daha önemlisi terbiye edilmesi gerektiğini düşünüyordu. Anlaşılan bugün hâlâ öyle düşünüyor.

* Hasan Bülent Kahraman (Sabah)

Hürriyet'in gazeteciliği: Zalim ve mazlum

Ya anlamıyorsun ya da anlamamakta ısrar ediyorsun.

Biz sana fikirlerinden dolayı karşı çıkmıyoruz.

Tekrar edeyim, darbecileri savunmak için canını dişine taktığın için karşı çıkıyoruz.

Karargahın sesi olarak, darbe müsveddesi olarak yayın yaptığın için karşı çıkıyoruz.

Olan biteni bütün çıplaklığıyla görmene rağmen, vicdanının sesini dinleyip gerçekleri halktan gizlediğin için karşı çıkıyoruz.

Kendi halkına karşı eylem planı yapan bir ordu olamaz.

Bu orduya sahip çıkan mevkuteye gazete, onu yapana gazeteci denemez.

Demokrat ise hiç denemez.

* Ergun Babahan (Star)

Becerikli Bay Faik

28 Şubat döneminin aktörlerinden biri olarak hatırlıyoruz adını… İlginç bir biyografisi var: Doğu Perinçek'in aydınlık ekolünden yetişiyor… 1970'li yıllarda bir grup arkadaşıyla Lübnan'daki Filistin kamplarına gidiyor, eğitim için… Aydınlıkçıların lider kadrosundan Bora Gözen'in de yer aldığı bu gruptaki bütün arkadaşları bir İsrail operasyonunda öldürülüyor… Faik Bulut sağ olarak ele geçiriliyor ve 7 yıl 2 ay boyunca İsrail'de tutuklu kalıyor.

1980'lerde Türkiye'ye dönüp Perinçek'le çalışmayı sürdürüyor. 28 Şubat'a doğru İslâmcı örgütler gibi konularda yayınlar yapmaya başlıyor. Derken postmodern darbe döneminin belli başlı televizyon yıldızlarından biri haline geliyor. Ali Kırcaların, Reha Muhtarların, Uğur Dündarların birbirleriyle yarışırcasına Müslüm Gündüz/Ali Kalkancı görüntüleri eşliğinde fikirlerine başvurdukları uzmanlardan biri oluyor.

* İbrahim Kiras (Star)

Ordumuz bu savaşı kaybetti…

Bu savaş yanlış bir savaştı. Bu yanlış savaş uzun zamandır devam ediyor. Derdimiz bir belgeden ibaret değil. Bu yanlış, bir cuntanın önce orduyu, sonra iktidarı ele geçirmesiyle 1960'ta başladı. Bu yanlışı düzeltmek için yapılan ikinci bir yanlışla 12 Mart'ta devam etti. Kendi yanlışını kendisi yaratarak, önce kanı döküp sonra durdurarak 12 Eylül'de zirveye çıktı. Ekonomiyi çökerten, halkı perişan eden 28 Şubat'la sürdü. Silivri'ye kadar uzanan yanlışlar dizisi Ergenekon'la hâlâ devam ediyor.

* Mümtaz'er Türköne (Zaman)

Size bir Dersim hikayesi anlatayım

Bir süre bu emirden emin misiniz sorusunun yanıtı beklenir. Emir doğrudur ve kesindir ve tekrarlanır ve bir daha tekrarlatılmaması için uyarılır komutan. Askerler çaylarını bırakır, çatılmış tüfekler alınır ve tüm kadın ve çocukların konağa girmesi istenir.

İstenmez, emredilir. Az önce çay veren kadının yediği dipçik yeteri kadar açıktır. Erkekler zaten yoktur. Ve kendilerinden birkaç saattir haber alınmamaktadır. Konağın şömineli odası 30 bilemediniz 40 kişi alır. Çoluk-çocuk 100'e yakın insan evi zorla sokulur. Artık çocuklar ağlamaktadır. Odanın içinde herkes bağırmakta, kendilerini içeri iten askere lânetler yağdırmaktadır.

* Yavuz Semerci (Gazeteport)

Asılan Seyyid Rıza'nın evinden hangi kitaplar çıkmıştı?

Öfke, nüfuz edilemeyene yönelikti. Tekkeler kapatılmıştı güya ama bölgede Alevîlik sanki Şah İsmail zamanındaki gibi devam ediyordu. Devrimler burada işlemiyordu. Hatay'ı anavatana katmak için uğraşan Türkiye, kendi haritasındaki beyaz kısmı bir türlü boyayamıyordu.

Velhasıl dönemin bir yetkilisinin dediği gibi Dersim'e bir ameliyat şarttı. Asimilasyon, yani Türkleştirmek gereğini ifade edenlere de sık sık rastlanıyordu Ankara'da.

Ne ki sonuç tam bir facia oldu. İyimser rakamlarla 13 bin, yaygın rivayete göre ise 50 bin insanın ölümüyle, binlerce kişinin yaralanması ve sürgünüyle sonuçlanan Dersim operasyonu, yakın tarihimizin kara deliklerine yenisini ekledi.

* Mustafa Armağan (Zaman)

Seyit Rıza'nın torunu Besime Arı

Acıyla doğduk. Acıyla yaşadık. Annem Leyla 7 yaşındaymış ailemiz tümüyle katledildiğinde. Annem annesinin kucağındaymış. Bütün aileyi süngülemişler.

Annem de yaralanmış. Öldü diye bir kenara bırakmışlar. Orada bir tek annem hayatta kalmış. Dayılarımı teyzelerimi öldürmüşler. Bir dayımı da dedemle beraber asmışlar. Bizim aileden tam 35 kişi öldürülmüş. Annem askerler gittikten sonra ayağa kalkmış başka bir köyde yaşayan ablasının yanına ulaşabilmiş.

Bu katliam derenin kenarında gerçekleştirilmiş. Cesetler yerde yatarken ya askerler, ya da çevreden gelen birtakım insanlar, kadınları bir çukura, erkekleri bir başka çukura doldurup üstlerine toprak atmışlar. Aslında kimsenin mezarı belli değil. Zaten bir kısım insanları da uçurumdan aşağı atmışlar.

* Oral Çalışlar (Radikal)

AB, yüz milyonlarca insanı CIA'ın insafına terk ediyor

AB vatandaşı her hangi bir kimse, teröre destek olduğunu, terör listesine girdiğini fark etmeyecek bile. Aldığı her hangi bir şey, ABD'nin ambargolu şirketlerinden birine mensupsa, bu kişiler bir anda kendilerini ABD cezaevlerinde bulabilecekler. Anlaşma bu imkânı da sağlıyor. İşin tuhaf tarafı, söz konusu AB vatandaşları suç işlediklerini bilemeyecekler. Meselâ Afganistan'ın bombalanmasına karşı çıkmak ABD için suç olabilecek, verdikleri küçük insanî yardımlar teröre destek kabul edilebilecek. AB yönetimi ve ulusal hükümetleri yüz milyonlarca insanı CIA'nın insafına terk etmiş oluyor.

Türkiye'de dinlemeyi tartışırken dünyada hakim olan güvenlik paranoyasına dikkate almak gerekiyor. Bu paranoya bu kadar güçlüyken bireyler ne yapabilir, kendilerini nasıl korur, nasıl savunur, temel haklarını nasıl korur? Devlet bu güvenceyi veremiyorsa, aksine vatandaşı daha da korumasız halde bırakıyorsa neyi sorgulamak lâzım!

Ne dersiniz; ABD bu anlaşmayı Türkiye ile de yapar mı? Yoksa yapıldı da biz mi bilmiyoruz!

* İbrahim Karagül (Yeni Şafak)

 

56
Derkenar'da     Google'da   ARA