Patronsuz Medya

Bu şartlarda CHP'nin arka bahçesi olmaya devam edilebilir mi?

Bayar ve Çağlayangil'in anılarını yan yana getirdiğinizde (daha niceleri var) manzara ortaya çıkıyor:

Operasyonu Atatürk ve Çakmak yürütüyor. En tepede onlar var. Diğerleri emirleri uyguluyor.

Ama emri verenin de, uygulayanın da vicdan azabı çektiğini, pişmanlık duyduğunu gösteren işaret pek yok:

Zehirli gaz da kullanarak, suçlu/suçsuz ayrımı yapmadan, kadın/çocuk demeden, toptan yok etmeyi, doğru ve meşru bir eylem olarak görüyorlar.

* * *

Bu ve benzeri olaylardan çıkan bazı sonuçlar şunlar:

* Şimdiye kadar okullarda okutulan cumhuriyet tarihi koca bir yalandır. Her şey çarpıtılmış ve sansürlenmiştir.

* O vakit öyle düşünülmüş, öyle yapılmış diyerek geçmişi mazur gösterenler, o dönemi bugün niye savunduklarını anlatsınlar da öğrenelim. İnsanlık suçuna niye sahip çıkıyorlar?

* Şimdi de aynı şeyi mi yapmak istiyorlar? Evet, istiyorlar. CHP'li Onur Öymen tam da bunu dedi.

* Gerçeklerin ortaya çıkması için Atatürk'ü Koruma Kanunu'nun da kaldırılması gerekir.

* Bazı Alevîlere sormak gerek: Madem Dersim'de yapılanları biliyordunuz… Niye 2006'da bin köye, bin Atatürk büstü dağıttınız? Kemalist darbecilerin organize ettiği Cumhuriyet mitinglerini niye desteklediniz? Ve niye, Reha Çamuroğlu'nun ifadesiyle, CHP'nin arka bahçesi oldunuz? Peki, olmaya devam edecek misiniz?

* Emre Aköz (Sabah)

Güzin abla: Medyadaki yan hasar

Örneğin Güzin ablaya örtünmeye zorlanan kız mektubu yazdırılır. Bu tür içerik'lerin gazetelerin manşetlerine çıkarılmasına özen gösterilir. En çok askere güveniliyor şeklinde sonuçlanan özel anketler de, kendilerine genelde manşetlerde yer bulurlar. İşin içinde bir bit yeniği olduğunu düşünenler, seslerini çıkartmaya çoğu zaman cesaret edemezler.

Gazetecilik, gene çok ciddi bir itibar yıpranmasıyla karşı karşıya. Belki bu itibar yıpranmasının doğuracağı tartışmalarla birlikte, daha sağlıklı bir gazeteciliğin temellerinin atılması olasılığı doğabilir.

Değişim eğilimlerinin belirginleştiği bir dönemdeyiz… Soğuk savaş dönemi siyasetçiliğinin sonunun geldiğini görüyoruz. Deniz Baykal ve Devlet Bahçeli'nin temsil ettiği çözümsüzlük siyasetinin geçmişe takılı kalan bir siyaset olduğunu görebilen gazetecilerin sayısı artıyor. Tarihimizi gözden geçirelim anlayışını benimseyen gazetecilerin sayısı artıyor. Onur Öymen'in ateşlemesinin de etkisiyle, tarihimizi daha az sansürlü bir şekilde tartışabiliyoruz. Tarihle yüzleşmek için yeni adımlar atabiliyoruz. Soğuk savaş dönemi gazeteciliğinin de sonlarındayız.

* Oral Çalışlar (Radikal)

Sizin hiç babanız öldü mü?

Siz, sizden kilometrelerce uzakta, yerin metrelerce içinde öylece uzanan ve bir daha hiç konuşamayacak, şarkı söyleyemeyecek olan bir insanın sesini mi kısmaya çalışıyorsunuz? Onun geride bıraktıklarını, ailesini kahrederek daha da fazla yok edebiliriz, daha çok kirletiriz adını, artık sülâlesi de defolup gider buralardan diye mi düşünüyorsunuz?

Hayır! Biz, size rağmen burada yaşamaya devam edeceğiz. Kendi ülkemizde kalarak, kendi gerçekliğimizle yan yana yaşayacağız. Biz babam için, babamın bana öğrettiği gibi, bu ülkenin koynunu çiçeklerle doldurabilmek için üretmeye devam edeceğiz. Hiçbir karşılık beklemeden, hiç bir şey kazanmadan, sizin bilmeden konuşup bizi incittiğiniz bütün sözlerinize ve suratlarınıza ayna tutarak üretmeye devam edeceğiz.

* Melis Kaya)

Dersimli nasıl CHP'li oldu

Dersimliler, Alevîler ortada 1937-38 gibi bir katliam varken nasıl bu kadar CHP'li ve Atatürkçü olabildiler?

Cevaplardan ilki şu: 37-38 Dersim konusunda hayatlarını kolaylaştıracak sahte bir tarih üretip ona inanarak.

Bu alternatif tarihin temelinde Atatürk'ü bu işten temiz çıkarmak var. Son dönemde yapılan tarih çalışmaları ve politik havanın değişmesiyle ikna ediciliği azalsa da özellikle bir kuşak şuna inandırıldı: Atatürk'ün Dersim'de olan bitenden haberi yoktu. Zaten çok hastaydı, ona sormadan yaptılar. Seyit Rıza'yı da o Elazığ'a gelmeden çabucak astılar. O, duysa asılmasına izin vermezdi.

Peki, kim yaptı bu katliamı?

* Yıldıray Oğur (Taraf)

Ordunun yakın siyasi tarihi

Köylü, kurtuluş savaşçıları adı verilen bu kuvvetlerden çok muzdaripti. Bunlar, Paraya, hayvana ihtiyacımız var deyip, köyü haraca kesiyorlardı. Bu yüzden de köylü, Bunlara vergi vereceğimize Yunan gelsin diyordu. Çünkü Yunan düzenli bir idare. O geldiği zaman düzenli bir ordu var, iyi kötü bir disiplin sağlanmış oluyor. Topladığı verginin bir kuralı var. Kuvayi Milliye'de ise hiç bir kural yok. Her an kapı çalınabilir ve ne isteyecekleri belli değil. Nitekim Ankara, Meclis'i kurup da düzenli bir orduya geçmeye başladığında ilk yaptığı şey bu çapulculuğu ortadan kaldırmak oldu.

Ama son dönemde Türkiye'de Kuvayi Milliye adıyla hareketler ve dernekler kuruldu, yayınlar çıkarıldı. Hem Atatürkçü hem de Kuvayi Milliyeci olunabilir mi?

Son yıllarda Kuvayi Milliye adını tekrar dolaşıma soktuklarını görünce ben çok şaşırdım. Çünkü 1921'de Çerkez Ethem'in kuvvetlerinin dağıtılmasıyla birlikte Kuvayi Milliye de yasaklandı. Eğer 1921'den sonra birisi çıkıp, Ben Kuvayi Milliyeci'yim diye ortalıkta dolaşsaydı, başı fena halde belâya girerdi. Bu tamamen Milli Mücadele'ye aykırı bir cereyan haline gelmişti. Kuvayi Milliye ruhu denilen de zaten merkezî denetimin dışında bir çete savaşıdır. Bu, hakiki bir ordu değildir.

* Cemil KoçakNeşe Düzel (Taraf)

Salgınlar ve karantina isyanları

'Kara Ölüm', Avrupa tarihinde bir dönüm noktası oluşturdu. Öncelikle salgın sırasında kilisenin halkın ihtiyaçlarını karşılamakta ve durumu açıklamakta yetersiz kalması, halkın tanrıya inancını azaltmadıysa da kiliseye güvenini ciddi bir biçimde sarsmıştı. Bu tarihten sonra Avrupa'da pek çok sapkın hareket gelişirken, halkın mucizeler gösteren azizlere ilgisi artmıştı.

Daha önce 40-45 olan ortalama yaşam süresi, 20 yaşın altına düşerken, nüfusun eski düzeyine gelmesi için yaklaşık altı kuşak geçmesi gerekti. Şehirlerin büyük kısmı bir daha ayağa kalkamadı. Güçlü şehir devletlerin toparlanması bile yüz yıllar aldı. Çiftlikler ve köylerin bazılarında tek bir kişi bile hayatta kalamadığından sahipsiz toprak sayısı artarken, serbest kalan serfler şehirlere akın etti, ücretli işçilik ortaya çıktı. Kırsal alanda işgücünün azalması sonucu feodal beyler serflerini serbest bırakmaktan vazgeçtiler, hatta onları daha ağır şartlarda çalıştırmaya çalıştılar. Bu ağır tedbirlerin neden olduğu 1358'de Fransa'da ortaya çıkan Jacquerie Hareketi, 1381'de İngiltere'de patlak veren Köylü Ayaklanması, 1395'te İspanya'da yaşanan Katalonya Ayaklanması ve Almanya'daki bir dizi köylü ayaklanması, genel olarak feodalitenin çözülmesinde önemli rol oynadı.

* Ayşe Hür (Taraf)

Saçı Uzun Okurlardan Bazı Kadın Gazetecilere Mektup

Serdar Turgut'a destek veren kadın gazetecileri anlamak, bilmediklerimizi öğrenmek adına siz kadın gazeteciler aracılığıyla kendilerine sormak isteriz; bugün Rojin'i dağa kaldırmaktan bahseden bu zihniyet, yarın öbür gün çok haketiğiniz halde bir türlü alamadığınız zam söz konusu olduğunda, zammın size değil ama sizden daha güzel ve çekici birine, sadece sizden daha güzel ve çekici olduğu için verilmesine sebep olursa tepkiniz ne olacak? Ya da siz ondan daha iyi olsanız bile o yüksek mertebedeki iş, size değil de bir erkeğe verildiğinde ne yapacaksınız? Sonra bir de kendisine yeteri kadar ilgi göstermediğiniz için emeğinizi göz ardı eden amirler, patronlar var. Onlara ne diyeceksiniz? Emeğinizi göz ardı etmemeleri için hep tavsiye edildiği üzere eteklerinizin boyuyla mı oynayacaksınız? Gördüğünüz her türlü haksızlığa tepki verdiğinizde, yeteri kadar sevişmediğinizi ima edenlere ne olacak? Susacak mısınız? Susuyor musunuz?

* Çiğdem Dalay (Açık Radyo)

Gazetenin mutfağı'nda köşe yazarları!

Bir yıl kadar sonra muhabirin suratına parçalanmış haberini atan kişiyle bir dergide tekrar buluştuk. Kuruluş günleriydi, dergiye muhabir olarak gelen bir başka kişi, yanına yaklaşarak onunla tanışmak istedi: Siz de mi muhabirsiniz?

İğrenmiş gibi cevap verdi: Ben hayatımda hiç muhabirlik yapmadım.

Yanılıyordu, muhabirlik yapması için istihdam edilmişti. Aşağılayıcı muameleye tâbi tutulmuş duygusuyla iki ay kadar kalabildi dergide, aynı haberi iki ay boyunca evirip çevirmesine sinirlenen patron sonunda kapıyı gösterdi ona.

* Alper Görmüş (Taraf)

Kaçıp giden şapka; idama kalkan parmak

Süleyman Demirel işte budur. Türkiye'nin demokrasi serüvenine muazzam tahribat yapmış bir tarihi şahsîyet. Yaklaşık yarım yüzyıldır siyaset sahnesinde. Şapkasını kaç kez alıp, sonra başbakanlığa geri döndüğünün sayısını unuttuk. Cumhurbaşkanlığı da yaptı. Cumhurbaşkanlığı sırasında son askeri müdahaleye, 28 Şubat Postmodern Darbesi'ne riyaset etti.

28 Şubat sürecinde perde arkasından oynadığı role ilişkin yandaş çevrelerinin gerekçesi aynıydı: Parlamentoyu açık tutmak. O açık parlamento ise milletvekili pazarlarının, askeri baskı altında entrikalarla hükümetlerin bozulup yapıldığı bir siyaset agorası idi.

* Cengiz Çandar (Referans)

Ezan, bayrak, gerisi teferruat

Bu zihniyete göre, aslolan ezanla bayraktır. İnsan hakları, farklılığa saygı, demokrasi ve diğer bilumum gâvur icatları teferruattır. Diyanet de deyyuslar karşısında bayrağı indirmiştir. Halbuki İstiklal marşımız ne diyor: Bu ezanlar-ki şahâdetleri dinin temeli, Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.

Şair inliyor demiş ama galiba Türkiye'de geniş bir kesim bunu inletmeli diye anlıyor. Gerçekten de bugün uygulandığı haliyle ezan, dindarları namaza çağırmanın çok ötesinde bir işlev görüyor. Müslüman egemenliğinin somut simgesi olarak bir nişan taşı olmanın yanında, buranın hakimlerinin Müslümanlar olduğunu her gün mümkün olduğu kadar yüksek bir sesle ve mümkün olduğu kadar uzun bir süre hatırlatmaya çalışıyor.

* Ahmet İnsel (Radikal)

Mavi kanlı muhalif

1991 yılında DYP'den Kürt meselesini konuşmak için Meclis'e girdi. Köyler yakılıyor dedi, uyarıldı. Fail-i meçhul Behçet Cantürk'ün cenazesine katıldı, uyarıldı. Hasan Mezarcı'nın İzmir Suikastı araştırılsın önergesine imza verince partinin ihraç kararını beklemeden istifa etti. 1995'te Kürt meselesi bu Meclis'te konuşulamaz diyerek siyaseti bıraktı. HADEP'i destekledi. Bunun bedelini 1996'da bir itirafçının iftirası sonucu 62 yaşında ve çok hasta olmasına bakılmadan hapse atılmasıyla ödedi. 55 gün hapishanede tıbbî yardımı da reddederek haksızlığa direndi, ölümden döndü. 28 Şubat da onu boş geçmedi. Sahte andıçta onun adı da vardı.

* Yıldıray Oğur (Taraf)

Bir unutma dini olarak Türklük

Son yüzyıl içinde bu topraklarda ne kadar çok insan nüfus mühendisliğinin kurbanı oldu… Yeni insan kategorisinde kabul edilmek için analarının babalarının kültürlerini, hafızalarını sildi. Bir unutma dini olarak Türklüklerini ispat etmek ve kendilerinin teslim olduğu unutma haline herkesin teslim olması için… Bu teslim olmayanlar yüzünden hatırlamak zorunda kalmamak için…

Bu yüzden Habur'daki barış arzusu ve coşkusuna çaresizliğin yarattığı tepkiyle cevap verdi birçok yeni insan. Yüzyılın unutma operasyonu bok yedirilen köylüleri olduğu gibi, Habur'daki umudu da görünmez kıldı.

* Ferhat Kentel (Taraf)

5N 1K bazen hiçbir şeydir!

Biz gazeteciler artık kendimize şunu sormak zorundayız: Kitlesel gösterileride neden hep polis barikatının önünde, yani polisin tarafında duruyoruz? Haber kaynağımızla, öreğin Habur'da toplanan Kürtlerle iletişim kurmadan nasıl haber yapabiliriz? Bir toplumsal olayda yüz bin insan bir araya gelmişse, mikrofonumuzu onlara uzatmadan, niçin toplandıklarını nasıl öğrenebiliriz? Ve tabii en önemlisi şu: Biz, hakikatin peşinde miyiz? Hakikati aktardığımızda, reyting alamaz mıyız? Hakikat reyting yapmıyor diye, iki halkı birbirine düşürmeye hakkımız var mı? Türk medyası Türkiyelileşmeden barış mümkün olur mu?

* İrfan Aktan (Taraf)

Akademisyenin Mobbing Öyküsü

Hangi alanda olursa olsun Mobbing ile mücadele etmek kişinin tek başına altından kalkamayacağı kadar ağır ve uzun bir süreç olabilir. Bu açıdan örgütlü mücadelenin gereği kaçınılmazdır. Bu konuda Sivil toplum örgütleri ve sendikalara önemli görevler düşmektedir. Günümüz Türkiye'sinde Sivil toplum örgütleri ve Sendikaların yaptırım gücü beklentilerimizin çok altındadır. Bu durum Türkiye'nin demokratikleşme süreciyle de doğrudan ilişkilidir. Zira ancak demokratik bir ortamda demokratik bir üniversiteden söz edilebilir. Üniversitelerde demokratikleşme ortamının sağlanması için üniversitelerin özerk ve özgür bir yapıya kavuşturulmaları şarttır. Türkiye'nin tam olarak demokratikleşmesi ise henüz ütopik bir noktada durmaktadır.

* (Bianet)

 

63
Derkenar'da     Google'da   ARA