Cool
kadınlar, kriz durumlarında erkeklerden daha iyi organize olur ve daha efektif çalışırlar; özellikle de organizasyon ve koordinasyon gerektiren konularda. Eğer çok fazla vırvır eden bir kadın varsa o eyyamcıdır ve hiç bir iş de yapmıyordur. Bu kısmen erkekler için de geçerli ama erkeklerde bu yüzde daha az. Böyle ortamlarda panik yaratan, çok konuşan (kriz ortamında çok konuşan biri boş konuşuyordur zaten) birini susturmak gerekir; çünkü çalışan insanların hem sinirini bozar, hem de dezenformasyon yaparak insanları yanıltır.
Eğer ne yapacağınızı bilmiyorsanız, karşı cinsten genç ve güzel gönüllülerin kıçına takılmak yerine, orta yaşlı ve sakin kadına ne yapayım?
diye sormalısınız. Birincisi, başınızı belâya sokar ve kriz ortamları kaynaşmak için iyi yerler olsa da, bu mantıkla hareket etmek hafif tabirle öküzlük olacaktır.
Tahâ diyor ki 81 yıldır binlerce kitab basıldı. Onlar güme gidecek. Aziz Kardeşim, ya evvelinde 950 boyu yıl kaleme alınan on binlerce kitaba ne oldu? 81 yılda basılanlar kitab
da berikiler mitab
mı? Bunu meselâ Özdemir İnce söylese anlarım, mâzurdur. Ama sen söyleme bâri!
İmlâ depremi
derken bence sebeb ve sonucu karıştırıyor. Hâlen hüküm süren kaos (Abdülhak Hâmid yerine Aptilakamit yazanını bile gördüm!) benim teklîf etdiğim ilâvelerle artmaz, bil'akis ortadan kalkar! Alışması da en fazla altı ay sürer.
Ayrıntıya girmek istemiyorum ama kırk yıldır değişmez başyazarlar, her konunun uzmanı gevrek kahkahalı köşe yazarları, devlet ya da belediye nezdinde patronun işlerini takip eden Genel Yayın Yönetmenleri, reklam almak için tetikçilik
yapanlar, mevki ve makamlarını cinsel istismar uğruna kullananlar, iktidarlar değişse de iktidar yanlılığı değişmeyenler, hırsıyla çapı ters orantılılar, kıymeti kendinden menkul değersiz uzmanlar, ruhen kötülük üreticiler, penis uzmanı olmakla övünenler, popüler olamayıp halk dalkavukçusu olanlar, bir gün yazdığını ertesi gün tekzip edenler, patronu değişse de patronseverlikten vazgeçmeyenler…Say sayabildiğin kadar. Bizim medya mahallemiz - pardon Ayşenur- garip, çapsız, şahsîyetsiz, cahil, ukela şahsîyetlerle dolu ki, bu medya cenaze törenini hazırlıyor.
Bu saptamayı yaptığım bir dönemde, bir kadın gazetecinin magazin basınına yarı-çıplak pozlar vermesi ve fotografların yayınlanmasının ardından önemli ve yaygın bir tartışma
başlamış olması acaba tesadüf mü?
Serol Teber: Freud'un alıntıladığına göre, Arap yarımadasında, Bedevi topluluklarda, yani İslâm öncesi Bedevi topluluklarda, şaşmaz bir gelenek var. İki kişi ya da bir grup birbirleriyle karşılaştıkları zaman, birbirlerini öldürmemeleri için oturup ortak yemek yemeleri lâzım. Ortak yemek yerlerse, makul bir zaman dilimi içinde birbirlerine karşı bir kötülük yapmayacaklarının güvencesini vermişler demektir.
Şenol Ayla: En azından yemek bitene kadar.
Serol Teber: Hayır, en azında yemek bitene kadar değil. Yani çok hoş binlerce yıllık bir gelenek. Yemek yenip bittikten sonra, yemek vücuttan çıkana kadar, hazmedilene kadar, yani bunu 6-7 saatte, sabaha kadar herkes rahat bir uyku uyuyabilir. Sabah tekrar ayılıp istedikleri yerlere gidebilirler, güvence için de koşul yemeği tekrarlamak.
Şiddet, hangi koşullar altında, terörizm diye tanımlanmasına engel olacak bir meşruiyet taşır? Terörizmi saldırıdan, cinayetten ya da şiddete dayanan ve suç
teşkil eden diğer eylemlerden ayıran nedir? Ahlaken kınanması gereken teröristleri, eylemleri meşru olduğu düşünülen gerillalardan, direnişçileriden, karşı-teröristlerden ya da özgürlük savaşçılarından nasıl ayırabiliriz? Terörizmin masum
kurbanı olmak ne demektir? Masum
kim, suçlu
kim? Askerî hedeflere yönelik bir terörizm olabilir mi, yoksa terörizm yalnızca sivilleri
ve savaş halinde olmayanları
mı hedef alır?
Terörizm, bombalı saldırı gibi beklenmedik, tek hamlelik ve doğrudan bir eylem midir, yoksa etkileri yavaş yavaş ve dolaylı olarak açığa çıkan, yine de yıkıcı sonuçlar doğuran iktisadi ya da siyasi politikaları da kapsar mı? (Örneğin bir hükümetin, milyonlarca yurttaşını yoksulluğa, açlığa, evsizliğe sürükleyen kararları, ya da Dünya Bankası'nın, azgelişmiş ülkelerde adalet mücadelelerini bastırıp kemer sıkma politikalarını dayatmaya yönelik eylemleri terörizm sayılabilir mi?)
Hayvanların dünyasını hedef alan bir insan terörizminden
söz edilebilir mi?
Kolumnistin/yorumcunun görevi, yurdunda ve dünyâda olup bitenleri sâdece üstünkörü notetmek değil ne anlama geldiklerini de kavramak isteyen, ama o kadar araştırmaya zamânı ve imkânları elvermeyen milyonlarca insana meselelerin özünü anlatmakdır. İşte 1970'lerin sonu ve 80'lerin başından bu yana muhâbirin, tâbir câizse ölüme terkedilmesi
, hattâ taamüden
bir cinâyete kurban gitmesi bugün Türk Basını denilen ucûbenin ortaya çıkmasına sebebiyet vermiş ve muhâbir âdetâ boğaz tokluğuna ancak rutin işlere, meselâ bilmemne bakanlığının haftalık mûtâd basın toplantılarına koşturulan bir parya
muâmelesi görürken köşe yazarları
nın saltanâtı başlamışdır. İstisnâları tenzîh ederim ama bu tip
in iş elbîsesi smoking, işyeri de havuzbaşı partileriyle önemli
şahıslar sofrasıdır desek çok da mübâlâga etmiş sayılmayız. İş o raddeye varmışdır ki yıllardır artık neredeyse kalburüstü politikacıların ve işadamlarının şahsî köşe yazarları
ndan sözetmek dahî mümkindir. Adam muhâbiri ne yapsın? Oturtur köşebazını kucağına, alır yanağından bir makas ve dikte ediverir kulacığına ertesi gün yayınlayacaklarını! Onun içindir ki toplam net tirajı zor belâ beş milyonu bulan Muallâ ve Mücellâ Türk Basınında köşe yazarı sayısı 600'ü aşkındır!
Bu şartlar altında sütun yazarı
kalmak insana nelere mâlolabilir ayrı bahis.
Bu ülkede yıllardan beri süregiden bir maliye denetimi ve bunu destekleyen bir mali hukuk var. Vergi kaçakçılığının cezası büyük ve yapanlar da bunu bilerek yapıyorlar. Doğan Grubu'nun bu cezayı hak eden suistimali yapmamış olduğu mu iddia ediliyor? İspatı kolay. Çünkü bütün ceza kesimlerinde bir itiraz ve savunma süresi var. Eğer Doğan Grubu suç işlememişse bunu kanıtlamak ve kamuoyuna anlatmak mümkün. Diğer bir deyişle eğer ortada bir haksızlık varsa, zaten oldubittiye getirilme ihtimali yok. Öte yandan şirketin anlaşmaya gitmek
istemesinden anlıyoruz ki ortada anlaşmayı gerektiren bir suistimal de var.
Uyuşturucuların yasak olmasının sebebi, insanların üzerindeki etkileri değil, bunların insan iradesini sıfırlayacak ölçüde alışkanlık yapmasıdır. Bana alışkanlık işlemez,
diye düşünebilirsiniz, uyuşturucu kullanmaya başlayan herkes büyük ihtimalle böyle düşünerek girişmiştir işe. Ancak büyük bir bölümü alışkanlığın tutsağı olmuş, pek azı uyuşturucuları kendi iradeleri çerçevesinde kullanabilmiştir. Sorun, kimin hangi grupta yer alacağını, uyuşturucuyu kullanmadan bilemememiz. Siz bakmayın benim, Kokain kullanmak istiyorum,
dememe, kendime benim ikinci grupta olacağım güvencesini verebilecek miyim?
Tabii normal şartlarda bir insanın bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp
diskurundan yola çıkarak bu cehaletinin yaratacağı tepkiyi hafifletmesi gerekirdi. Ancak Nil ikinci bir gaf daha yaptı. Kendisi tanımadığı gibi Benim sayemde tanındı
gibi yersiz bir espri de yaptı. Ta ki Serdar Erener gibiler baskı kurana kadar da ortada yanlış bir şey olduğunu fark etmedi. Ne de olsa beni
bağlayan bir şey yok onun için… Ben işte en çok Nil'in gafla özür arasında kalan araftaki haline şaşırdım. Kabahatinden memnun, cehaletten utanmayan, dahası arsızlığıyla cehaletini örtebilen kötü üretim bir ben kuşağı
gördüm o an. Utanma, yüz kızarması, pişman olma gibi duygulardan yoksun… Sonra da düşündüm… Biz bu arsızlığı, bu kendini beğenmişliği, cehaleti kendisiyle
örtmeyi, bir de bu halden gurur duymayı nereden biliyoruz diye… Tabii ki bu kabahatleri bize normalleştiren insan Sinan Çetin'di… Sinemasal hiç bir kıymeti olmayan onca filmini çekerken, pazarlarken Türk sinemasının mirasını reddeden, kendisinden çok daha kıymetli ve tarihsel önemi olan filmcilere saldıran, solculara küfreden, Yeşilçam'ı yerle bir etmeye çalışan o şişkin ego'yu unutmak mümkün mü? Dahası şimdi bile günümüz sinemasından haberdar değil. Reha Erdem'i çözümleyebiliyor mu, neden Batı'da övüldüğünü anlayabiliyor mu, emin değilim.
oyalama-oyalanmaaracı olarak Karabulut cinayeti
Her şeyden önce, şiddet çerçevesinde düşünmekten ve konuşmaktan keyif alan bir yaratık olduğumuzu unutmayalım. İnsanoğlu böyle. Öte yandan gazeteciler de insan ve onlar da şiddeti izlemekten, yorumlamaktan, aktarmaktan bir tür haz duyuyorlar; öbür insanlar gibi onların da tekinsiz, karanlık bir yanları var. Yani mesele sadece tiraj artsın, para kazanalım
gibi basit yaklaşımlarla açıklanamayacak kadar karışık ve karanlık.
Peki, iktidarlar bu şiddet-ölüm-cinayet
arzının neresinde? (İktidarlar
derken basitçe hükümetleri değil, insanların kendi şimdileri ve gelecekleri üzerinde düşünmelerini istemeyen, onları bundan alıkoymaktan çıkarı olan bütün güç odaklarını, bütün mekanizmaları kastediyorum.) Hiç şüphesiz son derece memnunlar bu arzdan. Toplumları eğlendiren-oyalayan
ve bireysel-kamusal sorumluluk duygusundan uzaklaştıran her araç onlar için iyidir!
Saldırının yapıldığı 3 Ekim 2008 cuma günü erken saatlerden itibaren ise bu kez ABD'nin anlık istihbarat desteği kapsamında İnsansız Hava Araçları (İHA), Aktütün'ün hemen karşısında, 10 km Irak sınırları içinde kalan tepelerde bazı PKK'lı grupların saldırı hazırlıklarını görüntüleyip askeri yetkililere ulaştırdı. Genelkurmay'ın ve ilgili birimlerin anında canlı olarak izlediği bu görüntülerde sayıları hızla artan PKK'lılar tepelere mevzileniyor, ağır silâhlarını konuşlandırıyor, araziyi mayınlıyor. Ama sabah saatlerinden itibaren başlayan bu hazırlıkları, saniye saniye canlı yayında izleyen askeri yetkililer, koordinatları açıkça belli olan bu hedeflere üç buçuk saat sonra müdahale ediyor. Bu da zaten Aktütün'de çatışmanın yoğunlaştığı öğleden sonraki saatlere denk geliyor.
* (Taraf)
O günün İttihatçı hareketinin bugünün Ak Parti hareketiyle hiç bir paralelliği yoktur. Ak Parti'nin temsil ettiği toplumsal taleplerle o günün ittihatçılarının seslendirdiği toplumsal taleplerin birbirleriyle uzaktan yakından benzerliği de bulunamaz. Aynı şekilde Abdülhamit yönetimi de bugünün statüko
suyla hiç bir benzerliğe sahip değildir.
Zaten Türkiye bir devir daim makinesi
gibi belirli periyotlarda benzer şeyleri yaşayıp durmakta değildir.
Türkiye'de at izi it izine karışmış da değildir. Kemalizmin aslında Hamidizmin yeni versiyonu olduğunu söylemenin anlamı yoktur. Bugün esas itibarıyla Ak Parti'nin temsil ettiği sosyal dinamikleri boğmak üzere harekete geçmiş olan Ergenekoncuların, vaktiyle İttihatçı hareketin temsil ettiği toplumsal talepleri bastırmak için ortaya çıkan Hâlâskar Zabitan
hareketiyle akrabalığı hatta hiç bir benzerliği mevzubahis olamaz.
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.