Patronsuz Medya

Ergenekon palavra diyenlerin ağzındaki bakla

Aralarında en erkekçe konuşan yine bir kadın olmuş. Vaktiyle bazılarının büyülü gerçekçilik akımının Türkiye temsilcisi diye tescil etmeye kalkıştıkları Leyla Erbil lafı dolandırmadan, açık açık ben darbe isterim diyor. Şu lâflara bir bakar mısınız:

Ben ordunun darbe yaparak hükümetlerin yıllardır oy kaygısıyla sürüncemede bıraktığı işleri yaptırtmasını isterdim. Şöyle ki; Gökten Türkiye'ye bir darbeci ordu düşse, (…) denizlerimize derelerimize kirli atıklarını arıtmadan salıveren görgüsüz yeni burjuvaziyi engellese, tecavüzcüleri tek celsede halletse, mafyayı def etse, ülke topraklarını kimseye sattırmasa, (…) eğitimimizi temiz ellere getirse hangimiz istemeyiz öyle darbecileri; buyursun gelsinler derim. Tarihte böyle askeri darbeler olmuştur.

* İbrahim Kiras (Star)

Ergenekan töplümünde Türkler ve tilkiler

Misal vereyim: Bir Türk, havuza giden arkadaşına ulan Kürt okyanusunda mı öğrendin yüzmeyi! demişti. Irkçılığın dili her yerde aynıymış. Bakın Almanya'da Türklere karşı yapılan ırkçı bir espriye: Eğer bir gemi 2000 Türk yolcusu ile batarsa, bu kazadır. Ancak, Türkler yüzme biliyor ve kurtulabilirlerse, bu faciadır. Yogaya giden bir Kürt gence Türk arkadaşının tepkisine bakın: Nasıl yani, Kürtler yoga da mı yapıyor! Evet, demişti genç: Kürtler Türkiye'nin uzak doğusunda. Yoga da bir Uzakdoğu felsefesi değil mi? Yanıt: Ulan aslında sizden ayrılsaydık İsviçre olurduk. Alaka var mı? Var aslında. 1990'larda parlak Türk zekâsı şu görüşü icat etmişti: Güneydoğu'ya sahip olmanın yararı değil, zararı var Türkiye'ye. Güneydoğu, Türkiye'nin zenginleşmesini önlüyor.

* İrfan Aktan (Taraf)

Onlar hep basında kalacaksa… Gerisi boş iş!

Yakın gelecekte tasfiye olacakları veya ayakta kalacakları listelemeye kalkıp hoş hayaller kurmak yerine… Düzen böyle sürerse merkez medyada hep vazgeçilmez sayılacak gazeteci tipini listeleyip üzerinde düşünmek gerekiyor! Uzun değil bu liste! Sadece tetikçiler ve soytarılardan oluşuyor. Patron çıkarlarının tetikçileri… Ve yayın yönetmenini eğlendiren (bu vesileyle ve ne hikmetse okuru da eğlendirdiği varsayılan)soytarılar… Biliyorum tetikçilerin ve soytarıların biri gider, öbürü gelir. Ama bazı gazetelerde bu iki kurum hep el üstünde tutulur. Eh, böyle bir basından da anca bu kadar güvenilirlik çıkar. * * *

Tetikçiler ve soytarılar işlerini nasıl görürler? Belirleyici nokta budur. Tetikçiler, kurumsal çıkarlar adına haber ve yazı kisvesi altında sağa sola ateş ederken esas olarak düşmanlık ve nefret üretirler. Soytarılar ise yayın yönetmenlerinin sırt sıvazlamalarıyla halkı aşağılarlar; hakaret dolu sözlerini mizah veya zekâ olarak yuttururlar. (Bu soytarıların hakaretlerine bir kez karşı çıkmaya görün, küfürbaz diye yaftalanan siz olursunuz da şaşar kalırsınız!) Düzen böyle sürüp gider işte!

* Haşmet Babaoğlu (Sabah)

Kul, köle

Ayrıca cumhuriyet gelince özgür mözgür olmadık, eskisinden beter bir şekilde yeniçerilerin kulu olduk. Üstelik bunlar eskiden en azından birinin kuluydu, ister teknik ister teorik olsun. Cumhuriyetten sonra büsbütün istiklale kavuştular, bentlerinden taştılar, hür ve serazat, astığı astık kestiği kestik oldular.

Bir düşünün, kendilerine başkomutan ve padişah diye neden yetmiş sene önce ölmüş bir devlet reisini onca şevkle benimserler? Neden ona kulluk etmeyi bir tür kurumsal din haline getirirler? Ölmüş padişahın avantajı şudur: Kimseye höt diyemez, kimsenin kellesini alamaz, serkeşliğine ket vuramaz. Yaşasaydı şayet, bugüne dek otuz defa devirip Yedikule zindanlarında İkinci Osman'a yaptıklarını yapmış olurlardı, hiç kuşkunuz olmasın.

* Sevan Nişanyan (Taraf)

İttihatçıların ne ilgisi var Ergenekon'la?

Bir defa İttihatçılar yönetime bir ihtilâl neticesinde geldiler, darbeyle veya Ergenekovari komplolarla değil. İktidara gelmek için darbe ortamı oluşturmayı, faili meçhul cinayetler işlemeyi, karşı tarafı suçlamak için kendi gazetelerine bomba atmayı vs. Akıl edemediler.

İttihatçılık bir tür konfederasyon olduğuna göre içlerinde totaliterlik yanlısı veya cuntacılığa eğilimli bazı adamların da olması doğal. Savaş yıllarında muhaliflerin pek rahat bırakılmadığı da doğru. Ama o fırtınalı günlerin ortaya çıkardığı Yakup Cemil ve benzeri birkaç kişi İttihatçılığın asıl temsilcisi kabul edilebilir mi?

Hele hele bir dönemin siyasi kadrolarının tamamına yakınını içine alan İttihatçı kavramı Ergenekoncu sıfatıyla özdeş sayılabilir mi? Biraz insaf!

* İbrahim Kiras (Star)

3 G sizi mutlu eder mi?

Kapitalist patronlar işçilere daha iyi ücret öderse, iş güvenliğine riayet edilirse, kamusal kaynaklar silâha değil, eğitime, sağlığa, sosyal güvenliğe, kültüre harcanırsa, ekolojik gereklere uyulursa, Üçüncü Dünya'dan ithal edilen tarım ürünlerine, enerji ve madenlere daha adil bir fiyat biçilirse, ilerlemenin olumsuzluklarının törpüleneceğini sanıyorlar… Eğer soru sorma aşamasında hata yaparsanız, vereceğiniz cevapların bir kıymet-i harbiyesi olmaz. Doğru soru şu olabilir: Neden Afrika'nın Asya'nın Latin Amerika'nın köylüleri emperyalist dünyanın ihtiyaç duyduğu şeyleri (kahve. Kakao, çay, enerji, maden, vb.) üretip ihraç ediyor da kendi ihtiyacı olan şeyleri üretmiyor? Hümanist-rafine aydınların sorması gereken asıl soru, neden birileri (azınlık) zengin ve başkaları (çoğunluk) yoksulluk ve sefalet içinde? Neden dünya toplumları şimdileride Kuzey/Güney diye bölünmüş durumda? Neden Güneyin zenginliğine Kuzey el koyuyor ve Kuzeyde bir Güney, Güneyde de bir Kuzey var ve neden başka türlü olması mümkün değil?

* Fikret Başkaya (Özgür Üniversite)

Aydın Doğan Milliyet'i aldığı zaman

Aydın Doğan Milliyet'i aldığı zaman köylerde yaşayan nüfus şehirlerde yaşayan nüfustan fazlaydı. Bugün nüfusumuzun yüzde 70.5'i şehirlerde yaşıyor.

Aydın Doğan Milliyet'i aldığı zaman Türkiye'de kamu ağırlıklı ve dışa kapalı bir ekonomik sistem yürürlükteydi. Bugün dışa açık piyasa ekonomisi modeli uy gulanıyor.

Aydın Doğan Milliyet'i aldığı zaman Türkiye'nin yıllık ihracat tutarı 3 milyar dolar bile değildi. Bugün 100 milyar doların üstünde.

O zaman bu ihracatın büyük kısmı tarım ve madencilik ürünlerinden oluşuyordu. Bugün toplam ihracatın % 90'a yakını sanayi ürünlerinden oluşuyor.

Aydın Doğan Milliyet'i aldığı zaman Türkiye'nin dört bir yanı düşmanla çevriliydi. Bugün komşularla sıfır problem politikası yürürlükte.

* İbrahim Kiras (Star)

Bindiği uçağın parçalanmasını hayal ederim

Sakık, şiddete ilişkin bir soru üzerine de Ben 18 yıl dağda kaldım. Örgüte katılan herkesten, önce geniş bir öz geçmiş alıyordum. Güçlü bir aşiretten, zengin bir aileden, mutlu bir ortamdan gelip örgüte katılan hiç kimseye rastlamadım. Örgüte katılanlar, benim gibi dışlanmış, ailesinden, çevreden şiddet görmüş insanlardıdedi.

Sevgisizlik ve değersizliğin her çocuğu, her insanı boşluğa ittiğini belirten Sakık, şöyle devam etti: Üvey anne dayağı, baba, amca, ağabey, komşu şiddetiyle büyüyor bölge çocukları. Çok kalabalık aile ortamlarında ihtiyaçları olan sevgiden, ilgiden yoksun kalıyorlar. Bu da onları, öfkeye, öç almaya itiyor. Büyüyüp bir genç olunca devlette iş bulanlar bir şekilde kendini güçlü hissediyor, kurtulmuş sayıyor. Ama ortada kalanlar ki bunlar büyük çoğunluğu teşkil ediyor, ister istemez bir kurtuluş arayışına giriyor. İşte dağa çıkanlar bu grup içinde kalanlardır.

* (Gazeteport)

Sen De Herkese Faşist Diyorsun…

En iyisi siz politik doğruculuktan şaşırmayın, bir çam devirmeden, camiada namınızı kötüye çıkarmadan Avrupa'nın yeni mahsul beyaz faşistleri Wildersleri, Stracheleri unutun.

Zaman 12 Eylül 1980 saat: 03.59'da dursun.

Bırakın bizim faşistimiz yine siyah takım elbiseli, kavruk yüzlü, beyaz çoraplı, belinde kasaturalı o bıçkın delikanlı kalsın.

Onlar kalleşçe saldırsın. Biz faşizme karşı omuz omuza verelim. Hatta o faşistleri akıttıkları kanda boğalım.

Birbirimize faşist deyip ağzımızın tadını bozmaya ne gerek var.

Hem onların faşistlerinin bu seviyeye gelmesi için kaç yüzyıl geçti, değil mi?

* Yıldıray Oğur (Genç Siviller)

Darbecisine Acıyan Demokrat…

O teğmenlerden 1988 doğumlu, davanın en genç sanığı olan Harp Okulu öğrencisi Yaşar Tozkoparan kendini tanıtırken insanın içi ister istemez cız ediyor. Mahkemede yargılananlar darbeci dahi olsa mahkeme salonundaki çaresizlikleri, incelen sesleri, oradaki hiyerarşi dünyaya hep mağdurlardan yana bakmış bir Ergenekon karşıtının bile kafasını karıştırabiliyor. Daha önce de başıma geldi. Ben buna Stockholm Sendromu gibi Silivri Sendromu diyorum.

Ama herhalde zayıflamış ve sesi titreyen Mustafa Balbay kendini tanıtırken hüzünlenmek Ergenekonculara karşı bir zaaf anı değildir. Salondaki bir iki başörtülü kadından biri olan Balbay'ın yaşlı annesini ve babasını Allah'a inanıp güvenmek lâzım diye teselli etmek ise her yere ve herkese yetişen Ferda Paksüt'e düştü yine. Ondan daha kuru ve soğuk olan Osman Paksüt'ün bütün hayatının, tıpkı dün gün boyu mahkeme tribününden yaptığı gibi hiperaktif olan eşini izlemekle geçtiği kesin.

* Yıldıray Oğur (Genç Siviller)

Davulcuyu ve zurnacıyı arayacak günlerdeyiz sayın başbakan!

Televizyon kanallarının,dizilerin durumu ortada.Acaba sayın başbakanımız yönettiği ülkede televizyon kanallarında ne tür aile dizileri raiting uğruna ne pespayelikte sunuluyor biliyor mu?Televizyon seyretme konusunda Amerikalılardan sonra ikinci sırada gelen Türk izleyicisi, arka arkaya üç saat televizyon programı seyrettiğinde kaç çeşit şiddete,kaç çeşit aldatmaya,kaç çeşit yalana maruz kalıyor? Başbakanımız bu konu ile ilgili bir brifing almayı düşünmüşler midir acaba!

Sayın başbakanımız çocukları ve gençleri iki ekran arası tost haline getiren milli eğitim devrimlerinin kendi döneminde olduğunun ne kadar farkındadır? İnternetin gecekondulara kadar girdiği ile övünüp gururlanıyorsunuz belki. Rakamlar başımızı dik tutmamızı sağlıyor öyle ya! Ama internet ödevciliği, çocukların araştırma, okuma, öğrenme kabiliyetini yerle bir etmiştir.Ne olmuştur sonunda? Olmadık sitelere giren, her şeyi tıklayan, ama hiç bir şeyi okumayan bir gençlik varlığını internet ortamına armağan etmiştir.

* Fatma K. Barbarosoğlu (Yeni Şafak)

Bir adam, çok cinayet…

Can Dündar'ın yazdığına göre ondan sonra susturulma sırası Ergin kardeşlere gelmiş.

Bu iki kardeşin bulunduğu hapishaneye onların kanlısı olan Alaaddin Çakıcı'nın adamları nakledilmiş.

Nakilleri ayarlayan adam iki düşman grubu aynı hapishaneye koymuş.

Ergin kardeşler, neyin tezgâhlandığını anlamışlar.

Ayaklanma çıkartıp, bu sefer hapishanede beş kişiyi öldürmüşler.

İsyan sırasında Nuri Ergin kameralara, bu devlet bana Mustafa Duyar'ı öldürttü diye bağırmış.

Kardeşi Vedat Ergin de Veli Küçük'ü arayın, beni sorun, başka bir şey demiyorum demiş.

Kimse Nuri Ergin'e ne demek istedin diye sormamış.

Kardeşine de soru soran olmamış.

İşin bence en tuhaf taraflarından biri, basın da olayın üstüne çok fazla gidip işi derinleştirmemiş.

Bir roman gibi, değil mi?

* Ahmet Altan (Taraf)

Sözün özü

Medya devlet iktidarıyla sıkı fıkı ilişkisini sürdürmek ister. Kendisine haber sızdırılsın, basın toplantılarına davet edilsin ister. Dışişleri Bakanı'yla bir arada olmayı, bu türden şeyleri ister. Bunları yapabilmek için oyunu oynamanız gerekir. Ve oyunu oynamak demek onların yalanlarına ortak olmak, onların dezenformasyon düzeneğine hizmet etmek demektir. Noam Chomsky

Acelecilik ve yüzeysellik 20. Yüzyılın ruhsal hastalıklarıdır ve bu hastalıkların en çok görüldüğü yer basındır. Aleksander Soljenitsin

Muhafazakârlardan anarşistlere kadar bütün çeşitlemeleri için geçerli olmak üzere politik dil, yalanları doğru ve cinayeti saygıdeğer kılmak üzere düzenlenmiştir. George Orwell - Politics and the English Language, 1946

Dünyanın asıl problemi, ahmaklar ve fanatikler her zaman için kendilerinden çok emin iken, buna karşılık, daha aklıbaşında insanların hep şüphelerle dolu olmaları. Bertrand Russell

Televizyon bilgilendirme'nin anlamını değiştiriyor ve bunu tam tamına dezenformasyon diyebileceğimiz bir enformasyon türü yaratarak yapıyor… Dezenformasyon, yanlış enformasyon demek değildir. Yanlış yönlendirici, ilgisiz, parçalanmış veya yüzeysel enformasyondur. Bu, insanda bir şey biliyormuş yanılsaması yaratır ama gerçekte insanı bir şeyi bilmekten uzak tutar. Neil Postman

* (Solak Kedi)

 

56
Derkenar'da     Google'da   ARA