Kristof Kolomb'un Amerika'nın keşfi de maddî bir güç, organizasyon, finansman vb sorunundan önce bir manevî serüvendir. Bunu da iyice anlamak lâzım. Adamın biri çıkmış, bütün dünya ve bütün atalarımız ve büyüklerimiz aksini de söylese ben buna inanıyorum ve bu uğurda hayatımı, itibarımı, evimi, rahatımı feda ederim demiş. Bütün dünya haksızdır ben haklıyım diyebilmiş. Yapayalnız kalmayı göze almış. Nefes kesici bir manevî cüret!
Ha sonra ne olmuş? Kâşifin peşinden gidenler Kızılderilileri kesmişler, falan filân. İşin özünü değiştirmez. İnsanlık alemi böyle bir şey. Bir öncü - peygamber - çıkar, yepyeni bir yol açar. Peşinden giden sıradan insanlar, sıradan insanların her zaman yaptıklarını yaparlar. Batı'nın sıradan adam rezervi de Doğu'nunkinden eksik değil.
Tabii ki Türkiye, 1918'deki korkunç yenilgiden sonra varlığını ve onurunu korumak için büyük bir mücadele verdi ve günün şartlarında olabildiğince başarılı bir şekilde sonuçlandırdı.
Gene de insan düşünmeden edemiyor: 1918'de başka bir yol seçilseydi bugün içinde yaşadığımız ülke şimdikinden daha medenî, daha dünyalı, daha müreffeh, daha komplekssiz bir yer olur muydu?
Nürnberg'de Nazi liderleri yargılanıp idam edilirken birçok Alman, galiplerle işbirliği yapan hakim ve siyasetçileri Almanlığa ihanetle, satılmışlıkla, onursuzlukla suçlamışlardı. Zaman onları haklı çıkarmadı. Bugünkü Almanya yeryüzü cenneti değil belki, ama fena bir yer de sayılmaz.
Bizim burası kadar çok yalanla yatıp kalkmak zorunda değiller, en azından.
Böyle bir ilk sayfayı böyle bir cinayete denk getirmek için önceden epey bir atış talimi yapmanız lâzım. Bu çok özel
talim terbiyeye sahip gazetecilerin yok oluşunu görmek istemek, bilmiyorum çok şey istemek midir? Kin midir? Nefret midir?
Böyle insanlar mahkemelerle yok olmaz, muhakemeyle yok olur. Muhakemenin yegâne iddianamesi de hafızadır. Bu nedenle, Altaylı'nın gazetesine teveccüh etmeyen, bu hayâsız pişkinliğe, bu sonsuz şişkinliğe süs olmayan her gazeteciye her yazara teşekkür ediyorum. Tercihsizlikten ve zorunluyetten orada olanlardan da, benim için yazılması kaçınılmaz olan bu yazı
için canı gönülden özür diliyorum.
Bu geleneksel medya pazarına sadece hayat çizgisi sunmayacak, aynı zamanda acemi gazeteci ve blogcuları da destekleyecek. Bunlar bizim bilgi ve düşünce krallığımızı da zenginleştirecekler, ancak birçoğu fazla para kazanamayacak. Sonuç olarak, bunu egoları için yapmaya yönelecekler ya da vatandaşlık yükümlülüğü altında yapacaklar.
Çocukken Louisiana gölüne balık tutmaya gittiğimde arkadaşım Thomas bazen benzin istasyonlarının dışındaki makinelerden buz çalardı. Onun buzun ücretsiz olduğu teorisi vardı. Eğer ücretsizse buzu kimin yaptığı üzerine düşünmedik, maalesef biz bu aşamayla büyüdük. Aynı şekilde, tüm içeriğin ücretsiz olduğuna inananlar Bağdat'ta kimin bürolar açacağını ya da böyle bir sistem altında Rwanda'dan haber göndermek için kimin uçtuğunu düşünmeleri gerekir.
Ergenekon tutuklusu Tuncay Özkan'ın evinde ele geçirlen belge ve kâsetler kurduğu dinleme ağını ortaya çıkardı. Özkan, Kanal D'nin başında bulunduğu dönemde, Ertuğrul Özkök'ün de aralarında bulunduğu önemli isimleri ünlü bir balık restoranına yerleştirdiği böcekle dinledi. Sosyetenin uğrak yeri olan Bebek'teki balık lokantasının şef garsonunu satın alan
Özkan, VIP müşteriler için ayırılan masadaki saksıya böcek yerleştirdi. Önemli bir istihbaratçı, restorana her gelişinden dakikalar sonra Özkan'ın da mekâna uğramasından şüphelenince böcek
bulundu.
Serdar Ortaç sahnede meşhuuur Padişah
şarkısının sözlerini: Bu devirde kimse sultan değil, hükümdar değil, padişah değil/Atatürk yolunda tüm Türkiye/Bu vatan bizim, ellerin değil
diye değiştirerek okumaya başlıyor. Yaratıcı Yumurcak! Faşizan Hezeyanlarının dinmemesi için, bu yaratıcılığı fırsat biliyor Magazin Faşoları- azıp kuduruyorlar. Anında. Çatal bıçak fırlatmalar Kaya çiftine! Bağrış çağrış: bin bir iğrençlik! Gülten Kaya'nın alnına bir çatal isabet ediyor. Ahmet Kaya çok kötü oluyor; neye uğradığını şaşırıyor, eşinin DE maruz kaldığı bu sözel ve fiziksel Grup Tacizi karşısında. Görüntülerde sakınılıyor'; ancak Meşhuuur ZırvalamaÇapası Reha Muhtar, herkesi marş söylemeye davet ediyor. Sahnede BoruÇocuk Serdar Ortaç mikrofondan bangırdatırken, hep bir ağızdan 10. Yıl Marşı'nı söylemeye başlıyor Magazin Hanzoları.
Teknolojik düzey lüks
mal ve hizmetler üretiliyor. Üretimin birincil amacının insan ihtiyaçlarını tatmin etmek olmadığı bir dünyada ve toplumda işlerin sarpa sarması, yoksulluğun ve sefaletin büyümesi, doğal çevre tahribatının derinleşmesi, anlam kaybı, değer ölçüsünün yok olması, vb neden şaşırtıcı olsun? Bu kepazeliği aşmanın yolu, zahmet edip, sorulması gereken soruyu gerektiği gibi sormaktan ve gereğini yapmaktan geçiyor. Velhasıl, zenginlikle mücadele etmeden yoksullukla mücadele etmek mümkün değildir… Kapitalizmle mücadele etmeden de zenginlikle mücadele etmek mümkün değildir. Nihayet bu sefil gidişi durdurmak ve tersine çevirmek insan iradesini aşan bir şey değildir. O halde zenginlik ve yoksulluk diye bir ayrımın olmadığı, bu iki kavramın sözlüklerde yer almadığı bir insanlık toplumu gayet mümkündür…
İnkâr dilimizde yaygın olarak kullanılan ve bilinen bir kelimedir. Çevirip yoldan inkâr kelimesinin zıt anlamını sorun birine, boş boş bakarlar. Apışıp kalırlar. Çünkü inkârın zıddı, dimağımızdan bir garip muammayla kaybolmuştur. İnkârın zıddı, ya ikrardır ya da takdir. Biri şahsî olanı kabuldür, diğeri aleni olanı kabul.
Nerede kaybolmuştur bu kelimeler? Hor gördüğümüz yerde kaybolmuştur. Kör olduğumuz, zor gördüğümüz yerde kaybolmuştur.
Düşünce ağızda oluşur. Dili kaybolanın felsefesi de kaybolur. Felsefesi kaybolanın da, ahlâkı.
medyadiyorlar
Hakikaten de; Milyonlarca insanın hakları çiğnenirken, özgürlükleri zedelenirken, her gün haysiyetleriyle oynanırken, insanca bir hayat imkânları gasp edilirken, gelecekleri karartılırken, geçim şartları cehenneme çevrilirken, inandıkları inanmadıkları, kökenleri dikenleri yüzünden kalpleri, ruhları, bedenleri hırpalanırken… iktidar yanında veya şimdilik karşısında, hep menfaat medyası olanların, ilkeleri yamultarak pazarlayanların, kendilerini dev ve dokunulmaz görenlerin, iki yüzlü etik, meslek ahlâkı ve özgürlük şahikası olanların her yaptığı da her. okundaki boncuk da
tamamen gazeteciliktir. Hakikaten de; Her yanı saran bu doku, her yana işlemiş bu koku, zirveye vurmuş içten pazarlık da içten olmayan yazarlık da tamamen gazeteciliktir.
Turgut Özakman neyi savunuyor: Canım Vahdettin gönderdi ama Atatürk'ün ne için gittiğini bilmiyordu ki. Bilse asla göndermezdi.
Şimdi Havza telgrafıyla görüyoruz ki, ikna eden de, gönderen de, hatt-ı hümayunuyla halka direniş mesajı veren de, İngilizleri barışa ikna etmek için Mustafa Kemal'le gizlice mutabakat sağlayan da Vahdettin'den başkası değil. Aralarında bütün bunlar önceden konuşulmamış olsa Mustafa Kemal ne diye anlatsın ki derdini sultana?
Üstelik Vahdettin'in Anadolu halkına, yanınızdayım mesajını veren bir beyannamesi var ki, gazete sütunlarında alkışla karşılanmış. Mustafa Kemal, 28 Eylül 1919 tarihli nüshada bu beyannamenin Osmanlı tarihinde her bakımdan benzersiz olduğunu yazıyor. Padişahımız
diyor, Anadolu harekâtının tamamiyle meşru olduğunu ilân ederek mevcut cereyanı, yani Kuva-yı Milliyeyi lütfen teşvik etmekte ve hatta katılarak kuvvetlendirmektedir.
Daha ne desin?
Hrant'ı valiliğe çağrıp tehdit ettiler. Türkiye'de İstanbul valisini kurye olarak kullanabilecek kaç kişi var? Başbakan'la, Cumhurbaşkanı'nı saymıyorum. İçişleri Bakanı'nın da olayın içinde olduğunu sanmam. Geriye iki üç kişi kalıyor, isimleri bellidir. Yargıtay mensuplarını akı kara diye okumaya kim ikna edebilir? Yüz tane kafası tıraşlı gencin Hrant Dink Caddesi'nde (eski Hâlâskârgazi) gösteri yapmasını kim örgütleyebilir? Hürriyet gazetesi Hrant'ı vatan haini gösteren sekiz sütun manşeti kendiliğinden mi attı, yoksa Kerinçsizgillere mi kandı? Demin bir pazarlıktan söz ettim. Eğer öyle bir pazarlık varsa o pazarlığı bozmadan bu soruların cevabı verilebilir mi bilmiyorum. Ama Hrant cinayetini aydınlatmadan bu operasyonu tatmin edici bir sonuca bağlamak da zor. Çözümü güç bir ikilem olmalı. Çözmeye çalışanlara Allah kolaylık versin.
Cumhuriyet'in kuruluşuyla başlayan negatif hacı-hoca
tiplemesi, sonraki yıllarda da devam eder ve halk bu durumu din düşmanlığı
şeklinde algılar. Belki o algıyı haklı çıkaracak nedenler de var; ancak asıl konu, sadece dine inanmak ya da onu inkâr etmekle ilgili değildir. Yeni bir rejim kurulmuştur ve her yeni rejim gibi genç Türkiye Cumhuriyeti de bir önceki dönemin kötülenmesi gerektiğini düşünmektedir. Bu yüzden eski'ye ait bütün değerler kötü gösteriliyor,
yeni'ye dair bütün semboller yüceltiliyordu. Eski'yi temsil eden bütün kişiler
hain, yalancı, işbirlikçi, düzenbaz ve diğerleri
olarak perdeye yansıtılıyordu. Buna mukabil yeniyi sembolize edenler de idealist, çalışkan, fedakâr ve diğerleri
rolüyle insanların huzuruna çıkıyordu. Eskinin sembolü hacı, hoca, kadı; yeninin timsali ise öğretmen, doktor, mühendisti…
Birand'ın çalışma arkadaşı Rıdvan Akar, kendisini her fırsatta Kıbrıs gazisi
olarak tanıtan şahsiyete Kurtlar Vadisi
dizisi oyuncusu Atilla Olgaç'ın son dönemde yaptığı savaş suçu itirafını soruyor. Şahsiyet, Olgaç'ın yakın arkadaşı olduğunu söylüyor, uygundur. Ama başka bir aktörün kendisinden sahne çalmış olmasının öfkesi içinde, asıl kahramanın Olgaç değil kendisi olduğunu haykırıyor: Magosa'yı ben aldım, Ercan havaalanına ben girdim
. Sanırsınız Osmanlı padişahı konuşuyor. Bununla yetinmiyor, temizlik
te, daha sonra açıyor köy temizliği
nde, Atilla Olgaç'ın bulunmadığını, bunları kendisinin yaptığını söylüyor. O dönemdeki komutanlarını da övmekten geri kalmıyor. Soruyorlar, siz Atilla Olgaç'ın sözünü ettiği tarzda şeyler yaptınız mı?
, Her savaşta böyle şeyler olur
diyor. Şahsiyet kendisinin bir işgal ordusunun subayı olarak yurt savunması yapan insanları öldürdüğünü neredeyse itiraf ediyor.
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.