Patronsuz Medya

Bahçeli haklı, suçlu olan millet değildir

Demek isterim ki, açıklamanızı süsleyen tehdit edâsının hükmü yok, Devlet Bey. Biz, hayatının bir anda söndürülebileceğini bilerek yaşayanlarız. Gücün sizde olduğunu biliyoruz. Tehdit anlamsız. Esas siz, hayatı dahil her şeyini gözden çıkarmış olanlardan korkun. Çünkü onların ruhu yaşamaya devam eder. Hele bu insanların, sizin sahip çıktıklarınız gibi, ille de birilerini ortadan kaldırmaya dayalı tasavvurları yoksa ve dertleri, sizin bile içinde varolabileceğiniz doğru dürüst, insanca bir hayatsa.

* Ümit Kıvanç (Taraf)

Söz büyüsü

Belli belirsiz bir huzursuzluk adlandırıldıktan sonra dokunulmazlık kazanıyor. Belli belirsiz konforlar bir kere tanımlandıktan sonra hızla kamusallaşıyor. Başörtüsü başkasının inancı üzerinde tahakküm aygıtına dönüşebilir diye endişeleniyor biri, apartmanımdaki başörtülü bana kötü kötü baktı'lara boğuluyor mutena semtler. Çok doğurup hepsini sokağa salıyorlar diyor biri Kürtler için, çok çocuklu Kürt komşular'ın derdi sarıyor milleti. Türkiye Dubai mi olacak? deyince boğazı kuruyor kırkta yılda bir içenlerin…

* Nihal B. Karaca (Zaman)

Ermeniliğe dair…

Sonuçta, 1915'te yaşanan o büyük kırılmanın mağduru sadece Ermeniler değil ki! Türkler, Kürtler, Çerkesler olmak üzere hepimiziz. Orada neyi yitirdiysek, hep birlikte yitirdik; bize ait olan hayatî bir şeyi yitirdik. Bu, 1. Dünya Savaşı sürecinde hayatını kaybeden beş milyon Müslüman için de, Balkanlardan Türkiye'ye kanlı ve acılı bir tehcirle akan Müslüman göçmenler için de aynen geçerli. Bize ait olan bir şey, aniden kesilip alınıyor bizden. Mağduruz, ama konuşamıyor, tüm bu hadiselerden ötürü duyduğumuz aslında o içi boş suçluluk hissiyle boğuşuyoruz. Sanki olan her şeyden sadece biz sorumluymuşuz gibi.

* Markar Esayan (Taraf)

Nuri Bilge Ceylan

Orada burada yönetmenlik nutukları atanlara da bu vesileyle bir çift lafım var. Seyretsinler, görsünler. Bu filmden sonra artık öyle büyük bir sır değil. İnandırıcı diyaloglarmış. Hikâyeymiş. Bir filmi film yapan bunlar değil. Bunlar olmazsa olmazlar. Seyretsinler, görsünler. Vücut dili neymiş. Vücut dili kaç acı zekâlı, sulu gülüşlü inandırıcı diyaloga bedelmiş. Yine görsünler, filmde ses ne demekmiş. Sessizlik ne demekmiş. Vücutları konuşturamayacaksan niye film çekiyorsun? Sessizliğe ses veremiyorsan, sese sessizlik katamıyorsan ne diye uğraşıyorsun, seyirciyi de uğraştırıyorsun? Görüntüsüz, vücutsuz, oyuncusuz ve sessiz bir mecra var. Kitap var. Kitap yaz o zaman. Ha, ama sen şöyle düşünüyorsun, filme basılmış vasat bir kitap, kâğıda basılmıştan çok satar. Haklısın ve uyanıksın, ama sinemacı değilsin. Sinema dilinin imkânları seni ilgilendirmiyor o zaman. Seni ilgilendiren sinemanın elindeki imkânlar.

* Gökhan Özgün (Taraf)

'Aydınlar'ın beyaz atlı prensi

İşler sarpa sardıkça, bizim aydınlar iyiden iyiye beyaz atlı prensini bekleyen genç kızlara (daha kötüsü buhranlı kadınlara) benziyorlar. Öyle olunca, mesele sadece AKP'nin kof çıkması değil, platonik aşklarının hepsi hayal kırıklığına mahkûm.

Evet, aydınlar'ı, hayatı, toplumu olduğu gibi kabul etmek yerine onu daha iyi bir şeyler adına dönüştürmek gibi bir derdi olan insanlar diye tanımlıyoruz. Ama burada çok ince, çok önemli bir eşik var, bir ideale yürümek değil, bir hayale sığınmak söz konusu olduğunda çok şey değişiyor. İdeal adına dönüştürülmeye çalışılan toplumun yerini, onunla konuşmanın, boğuşmanın yerini, hayalle ikâme edilen, öfke duyulan toplum alıyor. Konuyu bu yönde derinleştirmekte de fayda var, ama uzatmayalım. Yine de unutmayalım, beyaz atlı prens bekleyen kadınlar da, gerçek hayatı ve tabii gerçek erkekleri reddeden ve nihayet sevemeyenlerdir. Mutsuzluklarının nedeni önce kendileriyken, hep başkalarını suçlarlar.

* Nuray Mert (Radikal)

Peki, ordu sizin nerenizi korur?

Vicdan sahibi biri için Fatih Altaylı'nın yıllardır kadınlara dönük, sessiz kalındıkça dozu artan bu cinsel tacizleriyle Hüseyin Üzmez'in o kız çocuğuna yaptığı arasında niyet düzeyinde pek bir fark yok.

Onun imkânları geniş, Hüseyin Üzmez'inkiler dar, o kadar. (…) Hüseyin Üzmez gibi kolay bir lokma değil.

Hele de bugün. Tam da uzun zamandır dükkân açılmayan mahalleye dükkân açtığı bugün. Medyada işten çıkarmaların başladığı, ikiye bölünmüş medyanın alternatifsizliğe mahkûm olduğu bir dönemden geçerken. Kolay değil mizah dergilerinde kapaktan Üzmez karikatürleri gibi Altaylı karikatürleri yapmak. Hiç kolay değil, köşe yazılarında Hüseyin Üzmez isyanlarının benzerini bir ikbal kapısını kapatmak pahasına Altaylı'ya yöneltmek.

* Yıldıray Oğur (Taraf)

Global kriz dünya medyasını nasıl etkiledi?

Ben internetin, gazeteleri öldüreceğine inanmıyorum.

Gazetelerin modası geçmiyor. Gazetenin en önemli varlık sebebinin okuyucusu ile bağı olduğu gerçeğini unutan editörlerin, muhabirlerin ve patronların modası geçiyor.

Editörler yarı-tanrı gibiydi. Bir grup editör, bir şeyin haber olup olmayacağına karar verebiliyordu. Onlar yayınlarsa haber oluyordu. Yayınlamazlarsa, olay hiç yaşanmamış sayılıyordu. Yaşadığımız değişim bu; editörler artık eski güçlerini kaybediyor.

Online dünya sayesinde, okuyucular artık istedikleri tüm bilgilere ulaşabiliyor. Ancak okuyucular her zaman istediklerini istemeye devam ediyor: Güvenilir haber kaynağı.

Güvenilirliklerini yitirmeden, markalarını koruyarak okuyucunun istediği haberi kişiye özel formatta, okuyucunun istediği dağıtım yoluyla servis edebilen gazeteler gelecekte başarılı olacak. Bunu yapamayanların yeni dönemde varolma olasılığı yok. Yeni kuşak okuyucunun beklentisini de gözardı edenler yakın gelecekte yok olacak.

* Tolga Tuna (Zaman)

Afrika savaşları

İki anlamsız olay bu açıdan bakınca anlaşılabilir hale gelir. Birincisi Somali kıyılarındaki korsanlıklar ikincisi Hindistan'daki terör eylemleri. Afrika'nın doğu kıyılarında deniz ulaşımın güvenliğini sağlama görüntüsü altında bölgeye askeri güç gönderen ülke gerçekte bu kıtayı kontrol için bir köprü başı oluşturacaktır. Hindistan'daki terör eylemi Müslümanlara olumlu hiç bir şey kazandırmaz ama bir Pakistan, Hindistan çatışmasına neden olabilir ve Hindistan'ın Afrika'daki etkinliğini sınırlandırır.

Son zamanlarda devlet adamlarımızın Afrika gezilerini ve oradan gelen devlet adamlarını ağırlamasını nasıl açıklıyorsunuz? Bu bilinçli bir politika mı yoksa olayların gidişine uyum mu sağlanıyor? Türk okullarının artan sayısı sadece kültürel bir amaç mı taşıyor yoksa büyük stratejinin bir parçası mı?

* Mahir Kaynak (Star)

Aramıza hoşgeldin Atatürk

Ulu Önder gençliğinde büyük şehirle ilk tanışışında eğlenceye dalıyor, derslerini aksatıyor. Mum bitince hizmet neferine Ben karanlıkta yatamam çocuk, bir çare bul diyor. Meclis 1920'de ilk açılırken Cuma gününe rastlatıp Sakal-ı Şerif çıkartıyor, Vilayet'te hatim indirtiyor. Duruma hakim olunca tersini yapıyor: İslamiyet Türk milletinin milli bağlarını gevşetti; milli hislerini, milli heyecanını uyuşturdu diyor. Bazen Sovyetleri, bazen Kürtleri pohpohluyor: Müslüman kardeşlerim, Komünist yoldaşlar! Yakın bir gelecekte bütün İslamiyet komünizm ile birlik olarak onların intikamını alacaktır!.

Sık ağlıyor. Bir kadını idare edemedim diye yakınıyor. İlk cumhurbaşkanı seçildiğinde çok kısa teşekkür edişinin sebebini yıllar sonra açıklıyor: Çünkü dişlerimi yeni çektirmiştim. Yeni dişler konuşurken ıslık gibi bir ses çıkarıyor ya da ağzımdan düşüyorlardı.

* Baskın Oran (Radikal)

Sıradan itaatsizler

Ben gün geçtikçe farkediyorum ki, bu insanları siyasetin ötesinde birleştiren bir şey var. İtaatsizlik. İçinde itaatsizlik barındırmayan hiç bir siyaset, hiç bir ifade, düşüncesi ne olursa olsun Türkiye'yi değiştirmek bir yana, kımıldatamaz bile.

Bu itaatsiz Kürt vatandaş, iştahı kaçıp AKP'ye oy veren itaatsiz Türk vatandaşa derdini anlatabilir mi? Anlatabilir. Hem de beş dakikada. Bu insanların çok basit bir ortak dili var. Bu ortak dili konuşan, konuşmaya tevessül eden bir siyaset var mı? Haşa, yok.

Türk siyasetinin en büyük oyunu budur işte. Bu iki insanı yan yana getirmezler. Bunları konuşturmazlar. Bunların farklı ifadesini yok sayarlar. Bu itaatsizleri birbirinden uzak tutarlar. Sürekli cızırtı yaparlar. Cemaatlerle, kemik yığını partilerle, biteviye siyasi analizlerle, teorilerle, pratiklerle, kutsallaştırılmış kelimelerle, bu insanları birbirine yaklaştırmazlar.

* Gökhan Özgün (Taraf)

'Talabani federasyonu kabul etmişti'

Diyarbakır zindanlarında nefretin tohumları atıldı. PKK, 12 Eylül tarafından burada beslendi. Öyle ki, Helsinki'de yaptığım bir konuşmadan ötürü açılan soruşturmayla ilgili Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı Başsavcılığı bile hakkımda takipsizlik kararı vermişken, ben 45 gün gözaltında tutuldum. Her gün beni saatlerce ayaklarımdan tavana asıp sallıyorlardı. Böyle yüzlerce saat beni salladılar. Affedersiniz bunları söylemek ayıptır ama… Bizim…larımıza cop sokuyorlardı. Eğer bıçak verseler kendimi öldürürdüm. Bomba olsa kendimi ve onları patlatırdım. Yedi çocuğum olmasaydı Diyarbakır'daki işkencelerden sonra kendimi rahatlatmak için ben de dağa giderdim. Çünkü zulüm kadar insanları kötü yola düşüren bir şey yoktur. Ben çok, çok işkence gördüm. Artık çok kelimesinden de sıkıldım. Çok kelimesi gerçeği anlatmıyor.

* Nurettin YılmazNeşe Düzel (Taraf)

Türkiye'de ayıplardan kurtulmak için Taraf gazetesi

Bu gibi ayıpları bıkmadan usanmadan sergilediği, haberleştirdiği, en çarpıcı biçimde vitrinlediği ve ayıpların köklerine inerek yorumladığı, bu konuda yürekli ve samimi olduğu için, sözü hiç dolandırmadan söylediği için seviyorum Taraf gazetesini.

Taraf'ın bugün yaptığını yapabilmek kolay değil. Herkesin kabul edebileceği klişelerle, çok genel doğrularla gazetecilik yapmıyor Taraf çünkü. Eli sürekli arı kovanının içinde… Demokrasinin, hukuk devletinin, insan hakları ve özgürlükler düzeninin dikenli alanlarında, düzene en aykırı görüşleri de savunarak, korkmadan başı dik dolaştığı için önemsiyorum Taraf'ı.

Ve inanıyorum, Türkiye ayıplarından günün birinde kurtulacak ve bunda Taraf'ın katkısı da unutulmayacak.

* Hasan Cemal (Milliyet)

Çöp mesajların içinden çıkan servet

Spam baronları genellikle bir şekilde kendi virüs benzeri yazılımlarını yüklemeyi başardığı bilgisayarları kullanarak mesajlarını ele geçirdikleri on binlerce bilgisayar üstünden; esas sahiplerinin haberi bile olmadan yolluyorlar. Böylece sıfır maliyetle milyarlarca mesajı alıcılara ulaştırmayı başarıyorlar. Türkiye'nin spam yollayıcı ligindeki liderliğinin sebebi de bu tip korumasız bilgisayarların yarattığı dev çiftlikten kaynaklanıyor.

Ne var ki yakın bir zamanda gerçekleştirilen bir deney spam işinin eskisi kadar parlak olmadığını ortaya koydu. Bu konuda araştırma yapan bir grup akademisyen tesadüf eseri bu tip bir spam ağını kontrol edebilir hale geldi. Ele geçirdikleri 75 bin 869 bilgisayarlık bilgisayar sürüsünü kullanarak yolladıkları 350 milyonu aşkın spam mesaja sadece 28 yanıt geldi. Bu da yüzde 0.00001'lik son derece düşük bir satış başarısı anlamına geliyor. Ancak bu konuda uzmanlaşan spamcilerin günde binlerce dolar kazandığı biliniyor.

* Serdar Kuzuloğlu (Radikal)

Hakikatli bir insan: Ahmet Kaya

İkinci sınıf yeteneklerin oluşturduğu ittifakı tedirgin eder namuslu insanlar, dürüstlükleri ve açık sözlülükleri nedeniyle…

Hele hakiki sanatçılar, keskin sezgileri nedeniyle yalanla doğruyu daha kolay ayırt edebildikleri için, açık sözlülüklerinin bedelini ödemeye zorlanırlar gün gelir. O yüzden işte, sürgünde, toprağını arayan bir çiçek gibi, yalnızlık tarafından solmaya terkedilirler.

Bakarsınız, ülkelerinde ne yaşanırsa yaşansın hoş vakit geçirmeye, gönül eğlendirmeye dönük bir hayat tarzı sürdüren bir güruhun kaba ve sığ hayat görüşleri olmuştur, onları yollara düşürten.

* Cihan Aktaş (Taraf)

 

63
Derkenar'da     Google'da   ARA