Almanya'da arzular şelâle! Birinci ve İkinci Dünya Savaşı'nda gerçekleştiremediklerini şimdi AB ile yapmayı deniyorlar. Ve Türkiye onlar için hâlâ doğuya, yani enerji kaynaklarına açılma kapısı… Üstelik de sınırları içinde milyonlarca Türk yaşıyor. Bu da Almanya'nın Türkiye'ye olan ilgisini oldukça artırıyor.
Türkiye'nin Ortadoğu'da ve Avrupa'da dominant bir figür olarak hareket etmesinden fena halde rahatsız olan Almanya, bu bölgede kendisinin taşeronu olacak bir ülke arıyor. Ekonomik açıdan kendi ayakları üzerinde duran bir ülkenin böyle bir role soyunması mümkün değil doğal olarak. Üstelik de Almanya'dan Türkiye ekonomisine akan milyarlarca Euro var. Bu durum, Almanya için çift taraflı bir kayıp. Bir taraftan Alman ekonomisinden para çıkması anlamına gelirken, diğer taraftan Türk ekonomisinin güçlenmesi demek.
Ertuğrul'un şu sağladığı hayat, bu ev, şu gördükleriniz bana hiç bir şey ifade etmiyor. Ben bunlarla mutlu olan biri değilim. Daha küçük bir hayatı istedim hep. Ertuğrul'u sevmesem dayanamazdım, çoktan giderdim. Bu benim gerçeğim değil. Bu onun gerçeği. Bazen Çok yoruldum bu işlerden
der. Yalan söyleme Ertuğrul, bu senin tercihin. Yorgun olan benim çünkü bu benim tercihim değildi
derim. Ben böyle bir adamla evlenmedim.
Ertuğrul genel yayın yönetmeni ve köşe yazarı sonuçta. Burada esas güç Aydın Doğan ve ailesi. Çünkü Aydın Doğan Tamam Ertuğrul, gel sen yönetim kuruluna
dediği zaman o güç zaten bitiyor. Güç Hürriyet. Daha önce de Simavi ailesiydi. Siz o gücün altında bir şeyler yaratmaya çalışıyorsunuz.
Ertuğrul Özkök bana tuhaf gelen bir imaj. Ertuğrul'dan öteye geçmedi o imaj çünkü benim için. Çok şaşırıyorum Ertuğrul'un gücü
falan dediklerinde. Böyle bir şey yok. Hiç inanmıyorum bu güce ben.
Ecelle yarış
Kürt meselesini çük üzerinden dışarıya havale etmek, her türlü ataerkil, ideoloji yoksunu ve şiddete cevaz veren zihniyete ortaklığıyla Kürtleri de kolayca manipüle etme imkânını sağlıyor . yüzyılın başında Ermenilerin başına ne gelmişse, Kürtler de o noktaya doğru hem itiliyor, hem de anlaşılmaz bir biçimde o noktaya kendiliklerinden kaykılıyorlar. 1908-1911 süreci karbon kopya edilmiş halde tekrarlanıyor. Kürtler ne kadar da mağdur edilseler, isyanlarının gerekçesi ne kadar haklı ve insanî de olsa, kendilerini mağdur edenin dilini taklit ederek kendilerini ifade edemeyecek, hep kışkırtan, kandırılan ve işbirlikçi taraf olacaklar.
Sorular sormamalıyız.
Hayat, sorulara dayanamayabilir.
Ama hayatın anlamsızlığını görmeden, ölmek için doğmanın tuhaflığını didiklemeden, bu gerçekleri kendimizden saklamak için kendimize kutsal değerler yaratarak koşturmanın aslında sadece kendi kendimizi kandırmak olduğunu fark etmeden yaşamak, bütün hayatımızı bir aldatmacaya döndürmüyor mu?
Aldatıyor muyuz kendimizi?
Hiç soru sormadan koştuğumuz, hayatın hiç bitmeyeceğine inandığımız, yaşadığımız günlerin sonsuza kadar devam edeceğini sandığımız ve her şeyi ciddiye aldığımız sürece aldatıyoruz.
Durunca aldatma bitiyor.
Kenara çekiliyorsun.
Işıklı bir boşluktan bakıyorsun hayata.
Ne kadar anlamsız
diyorsun, ne kadar anlamsız bu yaşananlar.
Ferhat Kortay hemşerimdi, elektrik mühendisiydi, samimiyetimiz vardı. Sabaha karşı saat üç sularında koğuşta müthiş bir patlama oldu. Bir arkadaş alevlerin üstüne su döktü. Alevlerin içinden bir ses geldi.
Bu bir yangın değil, eylem. Kahrolsun işkence, kahrolsun vahşet
dedi. Alevler küçüldüğünde biz o dört insanı kafa kafaya vermiş gördük. Ben Ferhat Hoca'nın başucuna gittim. Eğildim, Hocam bir şeyler söyle
dedim. Dişleri kenetlenmişti. Tıslar gibi bir sesle zorlukla, Bana türküyü söyle
dedi. Sevdalım
adında çok sevdiği Kürtçe bir aşk türküsüydü bu. Ben ağlayarak türküyü söylemeye başladım. Beni teselli etmek ister gibiydi. Ağlamamam için bana tebessüm etti. Tebessüm ederken yanaklarından etler dökülüyordu.
İstemiyorum ev sahibi olmak.
Bir yerlere düzenli para ödeme bağımlılığına girmek istemiyorum.
(…)
Bir kere o evleri eminim ki üstlerine yaptıran kadınlar aldırmıştır kocalarına ve üst kattan hep o burgu örtülerini silkeleyip sinirlerimi bozacaklar.
Bir de şu tehlike var: Taksitler bittiğinde (biterse) hırs yapıp bir tane daha almak isteyeceğim, bir tane daha ve bir tane daha.
Mal bağımlılığı uyuşturucu bağımlılığından da pis bir şey.
Bunun sonunda ne olacak; oğlum daha ben ölmeden kendine kalacak evlerin hesabını yapmaya başlayacak.
Kaç tane arkadaşım vardı ve bazen oğlumun arkadaşlarından da duyuyorum bana dört tane ev kalacak
filân diye konuşuyorlar.
Ailesinin ev aldığı kaç arkadaşım varsa, o evlere güvenip şu anda çalışmadan evde oturuyorlar.
Önemli ölçüde asker engelliyor. Asker sadece Kürt meselesinde değil, Türkiye'nin tüm meselelerinde vesayetini sürdürmek istiyor. Askerin siyaset üzerindeki vesayetini korumasının yolu da Kürt sorunu üzerinden sağlanıyor. Biz Türkiye'nin meselelerini Kürt, Ermeni, Kıbrıs, türban gibi sıralarız. Aslında Türkiye'nin meselelerini tek başlığa indirebiliriz.
Nedir o?
Türkiye'nin sorunu askerin yeridir. Yani askerî vesayettir. Askerî vesayet olmasa, siviller beraber yaşama kültürünü sağlayabilirler ve bütün sorunlara barışçı çözüm bulabilirler ama… Askerin siyasî sistem içindeki konumu yüzünden siviller devleti yönetemiyorlar ve siyasî sorunlara el atamıyorlar. Bu sistemde bütün siyasî sorunların çözüm yeri ordu oluyor. Bu yüzden de sistem tıkanıp kalıyor ve partiler durmadan kapatılıyor.
Görülmüş şey değildir; idamla yargılanmış birinin avukatlarına verdiği talimatlarla örgütü yönetmesi. Öcalan'ın avukatları gidip yüz yüze oturup, Al bunları ver bunları
demiyor. Oradaki cezaevi yöneticileri Görülmüştür
dedikten sonra o notlar avukatlara veriliyor. Burada örgütü yönetmesinin önü açılıyor. Yönlendiriliyor. Öcalan'la ilk görüşen Çevik Bir'dir. Sonrasında başka paşalar da görüştü. Aslında görüşmeyen paşa yok. MİT Müsteşarı da görüştü. Kürt sorunu PKK dışında çözülmek istenmiyor. Bu derin devletin isteği. Kürtlerin yüzde 20'si PKK'ya oy veriyor.
Kimse dönüp de Kürtlerin yüzde 80'i ne düşünüyor diye sormuyor. Devlet çıkıp bu memleketin temel meselesinde Kürt siyasî parti liderlerini, kanaat önderlerini çağrıp Ne istiyorsunuz
demiyor. Muhatap olarak Kürt çocuklarını kandırarak dağa çıkarıp avcılara heba eden PKK'yı alıyor.
Gazeteci-yazar Altan Tan: Türkiye'deki mevcut durumun faturasını sadece DTP'ye çıkarmak doğru değil. 1999'dan 2004 yılına kadar ve oradan Şemdinli olaylarına kadar gitmek lâzım. Bugün yaşananları anlamak için Şemdinli neden başladı?
sorusuna cevap aramak gerekiyor. Türkiye AB sürecine girdi, yeni anayasa hazırlıkları başladı. Ondan sonra Şemdinli oldu. Türkiye'de birileri, belli güçler askerî vesayet rejimi kurmak istiyor. Bütün eylemler buna hizmet ediyor. Kimin eli kimin cebinde bunu Başbakan biliyor. Bu işin uyuşturucu, dış politika ile ilgili birçok yönü var. İstihbarat birimleri Başbakan'a bağlı.
Eski milletvekili Abdülmelik Fırat: PKK, derin devletle birlikte çalışıyor. Öcalan'ın fizikî şiddet gördüğü yönündeki iddialara inanmıyorum. Daha önce de zehirlendi dediler, yalan çıktı. Onunla derin devlet temas halinde. 1999'da yakalandığında bir MİT yetkilisi kendisinden faydalanacaklarını söylemişti. O temas ve faydalanma devam ediyor. Avukatları aracılığıyla ne yaptırmak istiyorlarsa duyuruyorlar. Tam da bu dönemde yeniden şiddet gördüğünü söylemesi tesadüf değil. Bir tarafta Ergenekon duruşması var. Ayrıca Öcalan, İmralı'da el üstünde tutuluyor. Çeşnicibaşı bile var.
* (Zaman)
Ali Kıran Baş Kesen'leşti. Ve o denli meşgul ki kendisiyle/muhayyilesindeki sonu gelmez başarılarıyla- Muhtelif haksızlıklara uğradığından o denli emin ve bu haksızlıklara posta koyarken, esasında ne biçim hak ihlâlleri yarattığının o kadar farkında değil ki.
Gözlerimizin önünde, çitileyerek çıkarmaya çalışılan bir leke nasıl azarsa, öyle azıyor/büyüyor/dağılıyor/ münasebetsizleşiyor/diktatörleşiyor Başbakan.
Ona kalır ise: Halkın Sevgilisi'. Su içse yarıyor. Avrupa Birliği Normları'nın umurunun köşesi olmadığı artık, bu denli barizleşmişken son zamanlarda.
Kaybedecek Hiç bir Şeyi Kalmayanların kaygusuzluğuyla saygısızlığının ve küstahlığının elini artırıyor.
Askeriye'nin önünde Süt Dökmüş Kedi'den hallice olmayan sen değil miydin paşam?
Birilerinin ona bu soruyu ve başka yüzlerce soruyu sorması gerekiyor.
(Yazar, bu yazısıyla başbakan Tayyip Erdoğan'a 5 bin YTL tazminat ödemeye mahkûm oldu.)
Ben devlet kurumunun gerekliliğine inanmıyor ve hiç bir devlete karşı aidiyet hissetmiyorum. Vatandaşlık görevi olarak addedilen eylemlerle militer yapıyı güçlendirmeyi hiç istemem. Vatandaşı olduğumu iddia eden devlet hayatiyetini devam ettirmek için beni askere almak, gerekirse uğrunda ölüp öldürecek bir savaş aletine dönüştürmek, dahası içine alarak yukarıda sözünü ettiğim insanlık suçuna dahil etmek istiyor. Buna izin vermeyecek ve inançlarımı koruyacağım. Eşcinsel olmam nedeniyle
hak
olarak sunulan çürük raporunu ise militer düzenin kendi çürüklüğü olarak algılıyorum. Birey olarak herhangi bir devletin ordu ya da başka bir aygıtına hizmet etmeyeceğim. Mazeret sunmayı kendime ve insanlığa karşı hakaret olarak göreceğimden her türlü askerlik yapmama izni ya da ertelemeyi reddediyorum.
Binadan içeri girer girmez o paltonun hikmetini ben bile kavradım. Herkesin dikkatini çekiyor, insanlar endişeli gözlerle babama bakıyordu. İlgili memur, kalabalık yüzünden paltoyu fark etmemiş olsa gerek, işlemlerin bitmediğini, imzaların tamamlanmadığını, daha sonra tekrar gelmesini söyleyerek babamı başından savmaya çalışıyordu. Babamın sesi yükselmeye başladı. Kalabalığın arasından sıyrılıp sert bir sesle hemen o anda işinin bitirilmesini söyledi. Ne halt ediyorsunuz burada, yoksa 12 Eylül öncesine mi dönmek istiyorsunuz?
Babamın bu sert cümlesini duyan memurlar, önce onun yeşil paltosuna bakmış, sonra iki saniye içinde elleri ayakları birbirine karışarak dosyasını aramaya koyulmuşlardı. Anlamıştım ki 12 Eylül, işte bu yeşil paltoydu.
Sizinle yanınızda korumalar, salonda dudak kıpırtılarınızı bile alkışlayan kalabalıklar olmaksızın karşılaşabilmeyi ve bunları yüzünüze söyleyebilmeyi çok isterdim. Heyecan ve kararlılıkla. Ama muhtemelen siz dinlemeyi ve vicdan muhasebesi yapmayı değil cezalandırmayı seçerdiniz, elinizde imkân varken. Yakışır.
Ancak dikkati daha az çeken ve ama daha yapısal olan bir diğer neden Türkiye'de İnternet içerik yasaklaması konusunda adil bir yargılama yapılmamasıdır. Gerçekten de adil yargılama kuralının kurucu unsurlarından biri olan silâhların eşitliği ilkesine göre, çekişmenin tarafları karşı tarafa göre esaslı bir şekilde dezavantaja uğramayacak şekilde tezini ortaya koyacak makul imkân(lar)a sahip olmalıdır. (4)
Oysa kapatma kararı öncesinde kapatılacak siteye hiç bir savunma hakkı verilmediğinden, bu temel hukuksal ilkelerin sitesi kapatılmak istenenler tarafından tartışılamamakta, birçok durumda hiç bir gerekçe verilmeden İnternet sitelerine erişim engellenmektedir.
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.