7 ekim günü Taraf'ın ve Vakit'in golfçü paşa manşetlerini okuyanları bunun yeni bir 2. Cumhuriyetçi, dinci, soroscu, fethullahçı saldırı olmadığı konusunda ikna eden bir bilgi, istihbarat, atış serbest icazeti gelmiş olmalıydı.
İşte bu atış serbest icazeti kimden geldi anlamak için arşivlere bakmak yeterli.
İlk olarak 6 Ağustos 2007 tarihli Sabah'a bakalım.
Göreve yeni atanan Babaoğlu'nun memleketi Samsun'a gitmiş Sabah ve ablası Turanca Oğuz ile konuşmuş. Haber onun anlattıkları üzerine kurulu. Haberde Turanca Oğuz'un bir de fotografı var. Tahmininiz doğru: Turanca Hanım türbanlı. Ben olsam başörtülü derdim ama anlayın diye söylüyorum. Yani devletin sevmediği şekilde başını bağlamış… Sabah da haberi her halde bu fotografı basabilmek için yapmış.
Sorumlular divanıharbe verilmeli'
Yıllar önce Şam'da yaptığım röportajda Abdullah Öcalan bana, Bu işi bitirirsem beni bitirirler,
dedi. PKK, öyle tek bir kişinin… Öcalan'ın veya bir genelkurmay başkanının vereceği kararla bitecek bir iş değil. Bu işin silâh tüccarları, siyasetçileri, askeri, güvenlik birimleri, dernekleri var. PKK için de bu böyle. Onun da televizyonları, yurt dışı temsilcilikleri, oradaki her Kürtün maaşından kestikleri paralar var. Herkes için bitirilemeyecek kadar kazançlı bir iş bu terör. Hava saldırılarında atılan her roketin kaç lira olduğunu biliyor muyuz? Bir de uyuşturucu işi var. Türkiye'de geçmişte üniversitede profesör seviyesinde adamlar,
Amerikalılar da terörle mücadele işini uyuşturucu parasıyla finanse ediyorlar. Biz de öyle yapmalıyız,
diye raporlar yazdılar.
Yankesicilik, yediden yetmişe hepimizin sorunu. Sokağa adım atan herkes cepten, çantadan ustalıkla bir şeyler çalan bu kişilerin tehdidi altında.
Akla hayale gelmeyen yöntemler bulan yankesiciler, son zamanlarda organize çalışıyor. Emniyet raporlarına giren çok sayıda yankesicilik türü bulunuyor. Emniyet birimleri ise vatandaşı uyararak bu cep farelerinden korunmanın yöntemlerini açıklıyor. Polis, yankesicilere çarpılmamak için cüzdanın mutlaka iç cepte taşınmasını, tanımadığımız kişilerin size sarılmasına izin verilmemesini ve özellikle bayanların çantalarını boyunlarına astıktan sonra sıkı sıkı tutmaları gerektiğini hatırlatıyor. Başka neler yapılabileceği ve yankesicilerin kullandığı yöntemler polis raporlarında 18 başlık halinde anlatılıyor.
Bende bu çok fazla oluyor… Ya da keyif almak, mutluluğun tanımını yazı yazmakta bulduğunuz halde, yazı yazmanın bile zul haline getirildiğini;net denen ortamda yazı yazdığınız için bilmem kaç tane güzel insanla dostluk kurduğunuz gibi, bilmem kaç tane kompleksli insana karşı savunma durumuna geçtiğinizi gözünüzün önünden geçirince hayretler içinde kaldığınız oluyor mu? Böyle büzülmüş bir halde kendinizi saçma salak savunmalar yaparken bulduğunuz oluyor mu sizinde?
Hiçbir çıkarınız yok oysa… Nette yazı yazarak para kazanmıyorsunuz… Burası vahşi kapitalizmin yaşandığı bir iş yeri de değil… Yani yükselmek için birilerinin sırtına basarak, birilerini ezip geçmeniz filân gerekmiyor.Birilerini gammazlamanız, ispiyonlamanız, saçma sapan, incir çekirdeğini doldurmayan psişik sebeplerle birileriyle didişmeniz de gerekmiyor… Sadece kendi halinizde yazı yazıyorsunuz…
Gelinen bu noktada, toplumun yapması gereken ilk iş şu anda namlunun ucunda olan Taraf Gazetesi'ni korumaktır. Her şeyden önce Türk toplumu Taraf gibi bir gazeteye sahip olmakla ne kadar şanslı olduğunu idrak etmelidir. Özellikle, bütün anketlerde basını en güvenilmez
kurumların başında sayanların Taraf örneğinden hareketle basına güvenlerini tazelemelerinin, tek bir gazetenin ne kadar fark yaratabileceğini görmelerinin zamanıdır.
Tamam, Genelkurmay Başkanı demokrasiye, hukuk devletine ve bu nitelikleri haiz sanılan cumhuriyete hiç uymayan, düşünce ve basın özgürlüğüne saldıran, tehdit eden konuşma
yaptı.
Peki onun başında olduğu varsayılan muhtıra kolektörü
hükümet ne yaptı?
Ne tür bir tavır aldı?
Sokakta vatandaşı yahut can ciğerken aralarının bozulduğu medya patronunu (bir süreliğine) azarlayan Başbakan, kendisini çiğneyip geçen konuşmayı nasıl karşıladı?
Aynen pozisyon aldı, bir gün sonra misliyle yüzümüze çarptı!
Siz bu ülkede bir Milli Savunma Bakanı
olduğundan emin misiniz?
Öyle birisi var mı?
Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ'un geçen gün yaptığı açıklamanın yankıları sürüyor.
Eğer evrensel standartlarda bir demokrasimiz ve normal bir siyasal/hukuksal düzenimiz
olsaydı, Taraf gazetesinde yayınlanan belgelerden sonra GK Başkanı şu üç davranıştan birini gösterirdi:
1) Belgelerin sahte olduğunu ispat ederdi.
2) Belgelerin gerçek olduğunu kabul eder ama başka bazı belge ve bilgilerle, olayın göründüğü gibi olmadığını ortaya koyardı.
3) Belgeler doğruysa ve 17 şehidin görevi ihmalden başka açıklaması yoksa istifa ederdi. (Ya da Başbakan, belgelerin doğruluğuna kanaat getirdiyse, onu görevinden alırdı.)
Ancak Türkiye'de bunların hiç biri olmuyor.
Genelkurmay Başkanı, Aktütün'de (daha önce de Dağlıca'da) olanları merak edenleri, sorgulayanları, eleştirenleri tehdit ediyor. Susturmaya çalışıyor.
Başbakan Erdoğan ise şeklen
kendisine bağlı (!) GK Başkanı'na, hiç olmazsa Meclis Başkanı Köksal Toptan gibi basının işlevini hatırlatacağına; sahip çıkıyor, destek veriyor.
PaşaDeğil, Padişah da!
Halk bilmek istiyor… Neden bir savaş var? Neden oğulları bu savaşta ölüyor ve öldürüyorlar? Onların hayatları gerçekten esirgeniyor mu, yoksa tohumuna para mı saydık
ilkesiyle mi yollanıyorlar siperlere?
Genelkurmay vermiyorsa bilgiyi hükümet ondan alacak ve bize verecek. Başbakan Tayyip Erdoğan kaç gündür Hülya Avşar'la atışacağına ben kedi değilim, aslanım
diye, göstersin bakalım aslanlığını. Çaresiz vatandaşa al ananı
diye höyküren Tayyip Bey'in kedi kadar olsun çıkmıyor sesi, milletin evlâdı dağda belde ateşe sürülürken, şehirde kasabada fikrini söyledi diye linç edilir, hapishanede karakolda canı çıkarılırken. Madem aslansın, bir ses ver Tayyip Bey. Duyalım kükremeni, bakalım garip gurebanın, fakir fukaranın
mı yanındasın, küresel piyasalar
ın mı?
Böylece, öfke kontrolü
sorununun sadece bazı siyasetçilerde, vali ya da emniyet müdürü gibi sivil bürokratlarda değil, bazı askeri yetkililerde de ciddi ve düşündürücü bir hal aldığını açıkça görmüş olduk.
Ancak, eli silâh tutmayan ve nihayetinde seçim yoluyla hesap vermek durumunda olan siyasetçilerin öfke patlamaları yurttaşlarda en fazla gülmeye ve karikatür dergilerinde bolca karikatüre yol açarken, eli silâh tutan ve silâhlı kuvvetlerde yöneticilik yapan kişilerin üstelik basın kuruluşları önünde bu tür tavırlar içerisine girmeleri yurttaşları geriyor ve tedirgin ediyor.
Mesleği -hükümetin idaresi altında'- askerlik olan kişilerin bazı medya kuruluşlarını adeta azarlaması, demokratik oyunun kurallarını bilen herkesi en hafif tabirle ürkütüyor.
Tuncay Özkan, askerliğini yapmak için de 2000 yılına kadar beklemiş veya bekleme imkânı bulmuştu. O yıl bedelli askerlik çıkınca Özkan da 34 yaşında 28 günlük askerliğini yapmaya karar vermişti. Kader arkadaşı Kerimcan Kamal ile birlikte yola çıktığı askerlik macerasında şansı yerinde idi. İkisinin de askerlik yapacakları yer olarak İstanbul/Küçükyalı çıkmıştı. Özkan'ın, askere gittiğinin onuncu gününde, başında bulunduğu Kanal D Haber Merkezi'nde büyük bir şok yaşandı. Özkan, üzerinde kamuflajla TV binasındaki işinin başına dönmüştü. Askerliğinin geri kalan 18 gününü, akşamları nizamiyeye dönmek üzere Kanal D'de tamamladığı yazılmıştı.
Bugün Türkiye'nin yüzölçümünün yüzde 92'sinden jandarma sorumludur. Yüzde 8'inden de polis sorumludur. Şimdi jandarma yüzde 8'lik alanda da operasyon yapma yetkisi istiyor.
Kalıcı askerî yönetimin adımları bunlar… Askerin isteklerine söylenecek tek söz var: Terörle mücadeleyi siz yapmayın. Siz gidin asli işinizle uğraşın. Sınırları koruyun.
Düşmanlar birbirinden beslenir. Teröre karşı ne kadar çok askerî önlem alınırsa PKK o kadar büyür. PKK ne kadar çok terör yaparsa asker yani güvenlik birimleri o kadar yetki alır ve güçlenir.
ABD ekonomisi, üretimi hızla terk eden, belki yenilikçilikle ivmeler kazanan, ama büyük ölçüde küresel rant, spekülasyona gömülmüş; kamunun, şirketlerin, vatandaşın aşırı borçlanmasıyla uzun ince ve kaygan bir yolda yürüyen, haddinden fazla tüketime batmış, sürekli savaş ekonomisiyle ayakta duran ama esasta onu da yabancıların tasarruflarıyla finanse eden, dünyanın enerjisini de sütünü de emen, çevreyi eriten, tarımın ruhunu kirleten, kumar ekonomisi
nin şişkinliklerini gerçek
ekonomi zanneden ve dünyaya öyle kabul ettiren, hak ettiği seviyenin çok üstünde yaşadığının farkında olmayan bir saadet zinciri
dir.
Ama her şey bu kadar basit değildi. Taraftarları özellikle yerel beylikler olan III.Selim bu beyliklere önemli haklar tanımış, kendilerine bir nevi özerklik vermişti. İçlerinde Alemdar Mustafa Paşa gibi III. Selim'e çok bağlı olanlar vardı. IV. Mustafa'nın padişahlığı âyanlarca hoş karşılanmadı, kurulan dengelerin altüst olmasına göz yumulamazdı ve Alemdar Mustafa Paşa ordusuyla sarayı basmak üzere yola çıktı.
Durumun tehlikesini fark eden IV. Mustafa kurtuluş için caniyane bir yol buldu. Kendisi dışındaki iki hanedan üyesini öldürürse kendisine dokunamazlardı! Derhal uygulamaya geçti ve önce III. Selim'i boğdurdu. Arkasından Şehzade Mahmud'u boğdurmak istedi fakat Mahmud haremdeki kadınlar tarafından saklandı. Bu sırada Alemdar saraya ulaştı ve III. Selim'in öldürülmüş olduğunu gördü. Onun için artık yapacak bir şey kalmadığından Şehzade Mahmud'u kurtarmaya koyuldu. Mahmud kurtarıldı ve 16 Kasımda II. Mahmud unvanı ile padişah yapıldı. IV. Mustafa da aynı gün boğduruldu.
DTP'nin kapatılmasını demokratik nizamımız için doğru bulmuyorum fakat siyasî hamle inisiyatifini dağ kadroları
ndan alan bir siyasî hareket, kendi meşruluğunu bile silâh haline getiriyor demektir. Niçin mücadele ediyoruz ki biz? Silahsız politik mücadele için, sivil siyaset için. O zaman Kürt demokratları
ndan önemli bir jest beklemeye hakkımız var. Siyasi, toplumsal ve kültürel hak mücadelesinde Türk demokratları
ile aynı safta buluşmak için PKK'dan, cebir siyasetinden, silâhlı mücadeleden, gerilla edebiyatından -ve artık lütfen- ezilmişlik edebiyatından artık kendilerini ayrıştırmalı ve başka bir ses yükseltmelidirler; başka bir ses.
Bazı yazarlar Kürt taleplerini yeniden liste yapmaya başladılar; içlerinde mâkul olanı da var, kabul edilemeyecek derecede abartılısı da; düşünüyorum, bunların hepsine evet
denilse Kürt meselesi çözülmüş olacak mı? Olmaz, çünkü ezilmişlik ve mağdur edilmişlik psikolojisi en ılımanından en müfritine kadar Kürtlerde yaygınlaşmış bir beklentiler silsilesi meydana getirmiş bulunuyor. Değil Türkiye'nin doğusundan, tamamından vazgeçseniz, bütün insanlık tarihine karşı kendini alacaklı hisseden bu toplumsal psikolojiyi birkaç kuşakta değiştirmeniz imkânsızdır.
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.