Aynı tüketim toplumu sürekli önlerine abur cubur sürüyor, gurme kültürünü körüklüyor. Daha çok yedikleri ve otomobil, asansör, yürüyen merdiven yüzünden neredeyse hiç yürümedikleri bir hayat tarzında sağlıklı kalmaları için onlara yeni mal ve hizmetler öneriyor. Bu kötü niyetli kısırdöngü içinde kadınların sağlığıyla, hayatıyla oynanıyor. Bilgisayar ve televizyon ekranları başında zamanını başkalarını röntgenleyerek ve dedikodu yaparak geçirenler, Roma arenalarındaki kana susamış kalabalık gibi Tektip güzel olmayan ölsün!
diye bağırıyor.
Cepler hayatı bu kadar kuşatır da dili, kültürü, davranış biçimlerini etkilemez mi hiç? Okey sana bir msj atayım
diyeni mi ararsın, sen o dosyayı bi ataç et bana
diyeni mi… En sık kullanılan cümle de şu olsa gerek: Ben sana döneyim!
On sene önce bir adama böyle bir cümle kursanız gözünüzün üstüne bir yumruk yiyebilirdiniz. Düşünsenize adama Ben sana döneyim
diyorsunuz. Kaşlar çatılır kime dönüyorsun sen birader
dedi mi işin bitti demektir. Gel açıkça bakalım, bu cümlenin aslı İngilizcedir; I'll call you back demek istemiştim. Aslında bu açıklamayı yapacak kullanıcı da gözükmüyor ortalarda; çünkü kelimelerin tamamı Türkçe olunca cümlenin de Türkçe olduğu sanılıyor.
imtiyaz'a itiraz!
Çalışanı örgütsüzleştirip (hepimizin suçu), güçsüzleştirerek, kovup gözdağı vererek, maddî havuç sopayla rehin alarak, sansüre boğarak, başka yerde çalışmasını engelleyerek, yalakalık aristokrasisi finanse ederek, kocaman özgürlükçü, demokrat, cumhuriyetçi, etikçi
yazarların kalemini kelâmını yontarak, aylarca, yıllarca kimi konuda susturarak, maymuna çevirerek, yazarına temsilcisine iş takip ettirerek, Ankara koridorlarına ricacı devriye dikerek, rakipleri, hükümetleri, muhalefeti, reklam vereni, bayileri, çalışanları sindirerek hangi kütür kütür kültür
idrak ediliyordu?
Sansürcülerin, hükümet işbirlikçiliğine batmışların, teşvikle, banka kıyağıyla sipariş yayın yapmışların, şantajcıların en kabiliyetlileri o kültürün çürümüşlüğüyle şimdi manşetlerden ders
vermiyor mu?
Öyle bir kültür
ki, dün size, eleştiri ne kelime, sülâle boyu küfredeni, aşağılık ilân ettiğinizi dahi, koleksiyon halinde has biat postalarınız
haline getirerek taçlanır!
Adama sorarlar: Bir hekim, hiç kendi hastasını tanımaz mı kardeşim?
Bir cerrah, kliniğine yatmış hastasını muayene etmiş, gerekli tetkikleri yap(tır)mış, ameliyat kararı vermişse, zaten o süreçte hastasını çok iyi tanıyor demektir. Sadece ameliyatı değil, hastasının diğer sistemik özelliklerini biliyordur. Ona ismiyle hitap edecek kadar iyi tanıyordur. Dolayısı ile bu süreci yönettiğine göre, yanlış hastaya yanlış ameliyat yapma olasılığı oldukça az olmalıdır.
Öyleyse problem ne olabilir?
Hastayı klinikte yattığı sürede ciddi bir değerlendirmeden geçirmemiştir; bir olasılık. Hemen ameliyata almıştır. Gerek tıp eğitiminin, gerekse uzmanlık eğitiminin hekimi yabancılaştırıcı etkisinin, bu hekimi de etkilediği varsayılabilir. Hastayı yataktaki bir nesne olarak gören, onun gözlerinin içine bakmayan, elini tutmayan, ismini bilmeyen, 5. odadaki, pencerenin kenarındaki yatakta yatan
diye görüyor olabilir.histerektomi
olacak kadın
Çocuk sağlıklı doğmaz. Hayatı boyunca sağlıklı olmaz.
Ben ona kiviyle ıstakozu püre yapıp yedirdim,
değil.
Senin karnında dokuz buçuk ay boyunca beslenmesi doğru dürüst ŞART! ŞART! ŞART! Ve hiç bir şeyle bunun: bu sürenin/anne karnı koşullarının telâfisi mümkün değil.
Karnında bu süre içinde DAHİ bebeğini tutamayacak kadar meşgulsen/güzelliğine düşkünsen/narsisistsen ve dangalaksan; zaten ürememen, bencil genlerini hayat boyu sağlık sorunlarıyla boğuşacak bir bebeğe geçirmemen, en güzeli.
Ben gençlik/gençleşme/genç kalma hırslarından da bezdim, tiksindim artık. Kitle liderslerinin.
Her nevi suni yöntemle yumurtlama açgözlüğünden/her imkân mubah açıkgözlüğünden de feci sıkıldım. Yoruldum.
Bugün bahsettikleri şey arabesk değil. Kentin varoşlarına yerleşmiş insanlar, orada kendi kulak alışkanlıklarını devam ettiriyor. O dönem en çok satanlar, bağlama müzikleriydi. Âşıklar vardı. Daha sonra çevrelerinden etkilenmeye başladılar. Müzik dinleme imkânları genişleyince, müzikle daha sık karşı karşıya geliyorlardı. Arabesk, Avrupa'nın yanlışlığı sonunda ortaya çıktı. Çünkü Avrupalı, arabeskin ne olduğunu bilmiyordu. Ama Avrupa'da arabesk çalışmış sanatçılar vardı. Arabesk, kübik müzik demektir. Klasik müziktir o; çok zor bir müziktir. Yani Arapların taklidi değil. Avrupa'da en tanınmış arabeskçi Pablo Picasso'dur. Guernica tablosu vardır. En meşhur tablosu da odur. O, kübiktir. Dolayısıyla, Avrupa bu konuda bir şey yapamadığı için şehirli tabiatlı müzikçiler, Arap müziğine karşı çıktılar. Radyolar da karşı çıktı. Radyonun karşı çıkış nedeni, radyo sanatçılarının eğitimsizliğinden kaynaklanıyordu.
Aydın Doğan, Hürriyet bir parça devletin gazetesidir
diyor, Uzanlar medyada kalamadılar, Korkmaz Yiğit Milliyet'i satın aldığında sadece bir gün dayanabildi. Çalık'ın ne yapacağı dikkatle izleniyor…
Evet, biz ve onlarda bir ayrım oluştu medyada. Biz gazeteciyiz, onlar medya mensubu… İmkânlarımız, hayata bakışımız, yaşadığımız yerler değiştiği gibi habere yakışımız da değişti, ilişkilerimiz de değişti. Güneri Civaoğlu Güneş gazetesinde genel yayın yönetmeniydi, Viyana muhabirine börek, Brüksel muhabirine bira sipariş ediyordu. Sen genel yayın yönetmeni olarak muhabirlerinden gelişmeleri istersin börek, çörek bir istemezsin. Bunlar acı şeyler…
Ergenekon davasının birçok karanlık, spekülatif yönünün mevcut olduğu ortada. Ama ortada olan 2004 yılında bu ülkede bir darbe girişinin ordu içindeki dengeler nedeniyle gerçekleşmediği yönünde. Birçoklarının bildiği, bu ülkede ABD desteği olmadan darbe olmaz
savı doğruluk payı taşısa da, doğruluk payı taşıyan bir başka olgu ABD'nin ve TSK'nın paradigmasının değişmekte olduğudur. Özellikle AB süreci ve Türkiye'nin dünya kapitalist sistemiyle bütünleşme sürecinde darbelerin eskisi gibi kolay olmayacağı, TSK içinde birtakım insanların da bunu gördüğünü biliyoruz. Bu durum ABD'nin değişen paradigmasını orduda bir takım komutanlar tarafından fark edildiğini göstermekle birlikte, bazılarının, yani darbe girişiminde bulunanların bu paradigmayı okuyamayıp kaybettiklerini gösteriyor.
Çocuk artık okuluyla değil dershanesiyle tanımlanıyor: Müdür n'aaaptın? Alman Lisesi'ne gidiyorum ama aslında FEM'liyim abi! N'aaaptın sen? Ben İtalyan'da okur görünüyorum ama kulak asma, Uğur'luyum! Çaaak!
Bunlar sayısalcılar",
sözelciler
gibi yeni insan tipleri.
Okumanın amacı bir kat, bir araba
olunca da, eh, araba geldi, okumaya pek gerek kalmıyor. Hani birinci gelen mezununa apartman dairesi veren bir üniversite de bulunsa, hayat bitti.
Çünkü, parlak öğrencilerine maaş veren
dershane bile varmış! Ücret almıyorlar, üste para veriyorlar.
Hiç de fena bir meslek değil, profesyonel dershane öğrenciliği!
Bir dönem, bizim çocuk okumasa da futbolcu olsa
denirdi, şimdi okusa ama bir türlü okumayı bitiremese
diyorlar her halde.
kilise'lere dönüştü?
Matbaanın en önemli sonuçlarından biri, yazılı, sesli ve görüntülü kitle iletişim araçlarının, seküler kiliselere dönüşmesi, din-dışı kutsallıklar üretmesi, seküler ikonları yaygınlaştırmasıdır.
Modernliğin insanı ve hayatı sadece bu dünyaya, tek boyuta indirgemesi, dini hayattan uzaklaştırması, medyanın tam bu noktada dünyevî ve beşerî olanı dinselleştirmesine, kutsallaştırmasına, ayartıcı, baştan çıkarıcı din-dışı kutsallıklar üretmesine neden olmuş; bu da, Weber'in demir kafes
olarak tarif ettiği modernliğin ürettiği özgürlük kaybı
ve anlam krizi gibi temel varoluşsal sorunların bastırılmasına, kitlelerin medyaların ürettiği imajlar ve sanal gerçekler tarafından ayartılmasına, anlamsızlaşan hayatın sahte ve baştan çıkarıcı fetişler ve ikonlar üzerinden din-dışı kutsallıklar tarafından çepeçevre kuşatılmasına neden olmuştur.
Sarıkız", Annan Planı'nın Kıbrıs Rumları tarafından reddedilmesi yüzünden akim kaldı. Hemen ardından da dört kademeli yeni bir darbe planı yapıldı;
Ayışığı-1, Ayışığı-2, Yakamoz ve Eldivenli Yumruk.
Ayışığı mevcut durumu analiz ediyor ve şekillendiriyordu. Yakamoz organizasyonun nasıl olacağını anlatıyordu. Eldivenli Yumruk ise darbenin adıydı.
Buna göre TBMM dağıtılacak, yedi kişilik konsey oluşturulacaktı. Ancak şaşırtıcı olan konseyin başına geçecek isimdi. Mevcut Genelkurmay Başkanı Org. Özkök, darbecilerle birlikte hareket etmediği için ekarte edilecekti. Darbenin liderliğini, ikna edilebilirse Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer yapacaktı.
* (Zaman)
• Radikal Gazetesi'nde Nerede faili meçhul orada Veli Küçük
manşeti çıkınca Veli Küçük, Perinçek gitsin Aydın Doğan ile görüşsün.
dedi. Aydın Doğan, Perinçek'i dış kapıda karşıladı. Doğu Perinçek, Doğan'ın Milliyet gazetesinde haber yapmamaya gayret edeceğini; ama Radikal'e karışamayacağını, Hürriyet gazetesi her ne kadar benim gözükse de aslında Rahmi Koç'un dediğini anlattı bana.
• Cumhuriyet demek derin devlet demektir, İttihat Terakkiciler demektir. Amerika ile girintili ilişkiler demektir.
• Uğur Mumcu'nun katilini bulmak istiyorsanız ofis boyuna sorulması lâzım. (Tuncay Özkan'a dikkat çekiyor)
• Veli Paşa, bakın Mustafa Kemal bu ülkeyi çetelerle kurdu, derdi.
• Veli Paşa hücre yapılanmasını çok iyi bilir? Hiç bir birim bir diğerini tanımaz. Geçmişte Hasan Sabbah'ı, yakın tarihte Atatürk'ü örnek alır. Çok akademik örgütlenme yapıyor hem sağdan hem soldan. Bir yandan Fazilet'i bölmeye çalışırken bir yandan da Tansu hanımla farklı işler yapıyordu.
Bu koşullarda tutuklulara öldürücü, boğucu gazlarla saldırmak, tekmelemek, coplamak hukuk düzeninde işkence ve zalimane davranış olarak nitelenir. İşkence ve zalimane davranış suçlarında suç, insanlığın ortak değerlerine karşı işlendiği için hiç bir zaman zamanaşımının işlemeyeceği bilinmektedir. Avukat olarak mahkemeye, hukuk kurallarının işletilmesi amacıyla katılıyoruz. İddianamesi özensiz hazırlanmış bir dava var önümüzde. Bugüne kadar yapılan yargılamada henüz sanık sayısı bile tam belli değil. 16 sanığın ifadesi hâlâ alınamadı. Hangi sanığın ne suç işlediği belli değil. Müvekkilimin hukukunu koruyamadığım, savunduğum hukuk kurallarının tümünün çiğnenmesi ve ayrıca duruşma sonunda karar verecek olan yargıcın duruşma başlangıcında kararını açıklamış olması, tarafsızlık, adaletten yana olma gibi hukuk kurallarını uygulama ödevini yapmamış olması karşısında yargıcı reddetmiyoruz, avukatlık meslek kuralları ve kişisel ahlâk ve onurumuz çerçevesinde duruşmayı terk ediyoruz.
Taraf gazetesinin yayınladığı ve Eylül 2007 yani, genel seçimin hemen 2 ay sonrası tarihini taşıyan Bilgi Destek Faaliyeti Eylem Planı
Türkiye'de olup bitenlerin fotografını çekmektedir. O plan değil tartışılması, gündemden hiç inmemesi gereken fevkalâde önemli bir belgedir. Yargının, medyanın, sivil toplum örgütü görüntüsündeki birimlerin, bazı eski siyasetçilerin vs demokrasiye karşı birer tim haline getirilmesi prosedürlerini sevk ve idare eden detaylı bir planla, amansız bir lahika'yla karşı karşıyayız. Demokrasiyi savunan veya darbe fikrine direnen veyahut da bütün bunlarla ilgisiz olsa bile sözgelimi sadece Avrupa Birliği'ni isteyen herkesin hedef olarak tayin edildiği bir planla karşı karşıyayız.
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.