J. Paul Sartre, özgürlükten kaçma, özgürlüğü reddetme arzusına kötü niyet
adı verir (mauvaise fois). Artık korku başlamıştır. Kötü niyet
sarmıştır her yanı. Hakiki bir gelecek sahibi olma ihtimalinin korkusu çöker insanların üzerine. Köleliğin aslında iyi bir yanı da vardır. Köle, gelecek endişesi taşımaz.
Her kölenin özgür bir insan olmak istediği de doğru değildir. Kendine şu veya bu nedenle güvenen çok küçük bir azınlık özgürlüğün yükünden korkmaz. Çok az sayıda köle heves eder özgürlüğe.
Hele efendisiyle arası iyi olan köleler, köleden ziyade bir besleme
olmayı becermiş olanlar, özgürlük fikrinden hiç hoşlanmazlar. Büyük bir özgürlük korkusu sarar her yanı.
Ama hem başbakan hem anamuhalefet partisi, birbiriyle ilgili temelsiz, halkı kışkırtmaktan başka anlamı olmayan, bir gün sonra bir şey olmamış gibi devam edemeyecekleri lâfları söyleyerek, bir fikir mücadelesinden çok lâf ebeliğine, bir sokak kavgasına hazırlık olarak tavır içindelerse, orada sağduyuya ihtiyaç var demektir. Sağduyu şu anlama geliyorsa; örneğin Demirel'le Ecevit birbirlerini yediler ve darbeye ortam hazırladılar ya da Bayar ve İnönü anlaşamadılar darbeye ortam hazırladılar, diyorsak sanki siyasette anlaşamamalarının sonucunun doğal olarak darbe olduğunu kabul ediyoruz demektir. Sağduyu her şeyden önce ne olursa olsun darbe olmayacağını belirtmektir.
Geçmiş gitmiş bir mesele; insanları gençlik yanılgılarından ötürü yargılamak doğru değil
diye düşünebiliriz fakat şeyhimiz üstâdımız bunu gençlik hatası değil, göğsüne iliştirilmiş liyakat madalyası saydığını söylüyor; bu meselede çocukluk ettik, pişmanım
dediği filân da yok. Yıllardan beri aynı minval üzre yazar; sağcı iktidarları eleştirir; bürokratik iktidarı savunur, bu iş böyle gitmez
diye derin iskambil falları açar, garip imâlarda bulunur.
Bulunsun, bize ne
der geçeriz; kendi içtihadıdır; yolunu, fikirlerini beğenmiyoruz diye düşmanlık edecek halimiz yoktur. Esasen bu mübarek zâtın fikir ve eylemleri eleştirmek gibi bir derdim de bulunmuyor fakat o mâlum tabirle, Şeyh uçmaz, müridleri uçurur
derler ya; ben şeyh efendiye şaşmıyorum, müridânına hayret ediyorum. Satır araları gözyaşı ve aşkla titreyen ağlamaklı bağlılık mektupları yazıyorlar İlhan abilerine. Mistik bir cezbe, transandantal bir irtibat mevzubahis, o benim, canım ilhan abim
lâfzında.
Doğan Avcıoğlu'nun Yön dergisi bu görüşlerin kalesi oldu. Şimdi bir gece yarısı gözaltına alındığı için üzüldüğümüz İlhan Selçuk önce Yön'de sonra Devrim dergisinde Avcıoğlu'yla birlikte bu tezleri savundu. (Hikayesini Hasan Cemal, Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım isimli kitabında anlatır.) Tezler belliydi: Ordunun darbesiyle iktidara el koyulacak, bütün partiler ve parlamento kapatılacak, Devrim Konseyi kurulacaktı. Talât Aydemir cuntasının talebi buydu, Avcıoğlu'nun kontrolünde gelişen 9 Mart GürlerBatur cuntasının talebi buydu, 12 Eylül a'dan z'ye bunu gerçekleştirdi.
Bir tek farkla: Aydınlar sosyalizmi de işin içine sokmuştu. 9 Mart'tan 12 Mart'a dönen darbe sosyalizmi ayıkladı. 12 Eylül üstüne sünger çekti. Gerisi yerli yerinde duru(yo)r.
63 deseler yaşı için, yadırgamayız asla. 53'ü bile yadırgamayabiliriz. Herrr yaptığına aşırı güvenden; o süper sorgulamasız Fikri Önderlik bir hayatın TAMAMINA yaydırılmış, MHP'yi DE destekler, köşesinden memleketin nasıl dizayn edilmesi gerektiğini de her sabah nutuklar İlhan Selçuk!
Demek yaşlanmıyor insan böyle yaşarsa. Yaş
almıyor. Hep ter-ü taze dinç mi vinç kalıyor. Ne güzel!
Alemdaroğlu Haksızlığı O denli Fikri Büyük Önder İlhan Selçuk'a, onun yaşına karşın dört buçuğa polislere çay demlemesindeki (örnekalınası yine alicenaplığa) yoğunlaşıldı ki KOSKOCA REKTÖR arada kaynadı! Ben ona yanarım.
Büyük Düşkırıklığı Nın adı: Tuncay Özkan. Dı. Götürülmemiş
olmanın onur kırıklığı/şaşkınlığı/oyun bozuculuğu, sesine yüklenme zanaatının büyük ihalecisi Özkan'ın yakasından, paçasından akıyordu.
Hemen Mustafa Kemal'in askeri olarak beni götürmezlerse, İŞKENCE tezgâhlarından geçirmezlerse, ben de onların yüzüne tükürmezsem namerdim'i yapıştırdı.
Deli Minefaciası!
Erdoğan İslâmi bir gelenekten geliyor. Bunlar cumhurbaşkanlığı makamını da ele geçirdiler. Bunların yapacağı ilk iş Cumhuriyet'i ortadan kaldırıp şeriat devleti kurmak olacaktır.
Öyle ya Mustafa Kemal, Fransa Cumhuriyeti'nin kurmay subayıydı ve aynı Mustafa Kemal Fransa'nın cumhuriyet geleneğinden geldiği için Türkiye Cumhuriyeti'ni kurmuştu(!)
Hafazanallah, Mustafa Kemal Osmanlı'nın harp okullarında okusaydı padişah olacaktı; olmakla kalmayıp Dolmabahçe Sarayı'nda oturacaktı!
Yine düz mantıkla gidersek, Çorumlu bir Türk olan İsmail Beşikçi Kürtçülüğün teorisyeni; Diyarbakırlı bir Kürt olan Ziya Gökalp ise Türkçülüğün teorisyeni olmayacaktı.
Üniversiteler tarihleri boyunca, hele dünyanın hiç bir yerinde bizdeki gibi özgürlüklerin kısıtlanmasını, üniversitelerin toplumun belli bir kesimine kapatılmasını talep eden bir söyleme öncülük etmiş değildir. Aksine üniversiteler dünyanın her yerinde her zaman özgürlük talepleriyle temayüz etmiştir. Ne yazık ki 28 Şubat'ın 11. Yılında ortaya çıkan bu görüntü Türkiye'de sadece 11 yıllık bir tarihe sahip değildir. 27 Mayıs 1960, 1969, 12 Mart, 12 Eylül öncesinde de üniversiteler aynı rol ile sahneye çıkmıştır. Her seferinde hep böyle, üniversiteler demokratik siyasal iktidara karşı hep askeri vesayet rejimini çağıran ahlâksız davet ve tekliflerin sahibi olmuştur. Bu teklif ve davetler esnasında bilimsel özgürlük söylemleri de tepe tepe kullanılmıştır.
Dâhil olduğu ve hatta eylem planlarını bizzat yönettiği söylenen Ergenekon örgütüne isnat edilen suçlara bakın: Cumhuriyet Gazetesine bomba atmak, Danıştay hakimlerine katliam girişiminde bulunarak birinin ölümüne bir kaçının yaralanmasına yol açmak, bu eylemlerin başka türlü gösterilmesi suretiyle lâikliğin tehlikede olduğu propagandasını o çok saygın yılların yazarlığı
unvanıyla yaparak Türkiye'de bir darbe ortamı hazırlamak. Daha neler neler… Bütün bunlar olduğunda Türkiye'de insanların ne acılar çekmek zorunda kaldığını varın siz hesaplayın. Örgütün propaganda aygıtıyla korkutularak sokaklara dökülmüş kitlelerle toplumun diğer kesimleri arasında bir nefret oluşmuş, ülke birbirine düşmanlık besleyen kampların çatışma ortamına sürüklenmiş. Binlerce esnaf iflâs edip kepenk indirmek zorunda kalmış. Milyonlarca insan bir çırpıda fakirleşmiş. Toplumsal kaos ortamında yüz binlerce evde gerçek dramlar yaşanmış. Anneler ağlamış, çocuklar aç kalmış, işsizlik ve intiharlarda artış olmuş. Neden? İnsanlar 83 yaşındaki yazarın hayalini kurduğu bir dünyaya razı olsunlar diye mi?
İlhan Selçuk'a başkalarına reva gördüğü biçimde vahşi bir dokunuşla dokunulmuş olması hepimizi sarstı. Onun dokunulabilir, sıradan, bizim gibi bir vatandaş olduğunu gördüğümüzde ne hissedeceğimizi bilemedik. Dokunulabilirlerin, incitilebilirlerin, üstünde tepinilebilirlerin yaraları karşısında son derece umursamaz görünen basınımızın bir anda insan hakları şampiyonu kesilmesi her ne kadar sinirimizi bozduysa da asıl gösterilen tepkinin bir kutsal'ın kirletilmesine yönelik olduğunun altını çizmeliyiz.
İlhan Selçuk, yüce Türk ordusu gibi, hayatımızın kutsallarından biriydi. Artık değil.
Ama bu durumu kutlu ilân etmek aymazlığın daniskası olacaktır. Hayatımızın dokunulmazları, kutsalları değişiyor, o kadar.
Baykal'ın, AKP, kendi derin devletini yaratıyor
sözleri, kanımca gereken ilgiyi görmedi. Öfkeli kabuki suratıyla derin devletini kaybetmiş bir dadaştı. Sözleri hakikati işaret ediyordu elbet.
Kiminden Çoğunluk diktatörlüğüne doğru gidiliyor
çığlığı yükseliyor, kiminden de Azınlık terörü estiriliyor
feryadı…
Ve tüm bu filler ve de daha niceleri, önlerine çıkanı eziyorlar, yıkıyorlar, öldürüyorlar.
Ve bu toz dumanda olan çimenlere oluyor.
Fillerin tepiştiği o çimenlerden bir bölümü borç batağında ve çaresiz.
O kadar çaresiz ki, 40 yaşında bir kadın, önceki gün Bağcılar'da evin balkonundan atlayıp intihar etti. Kredi kartı borcunu ödeyemediği için.
Ondan bir gün önce Kahramanmaraş'ta bir esnaf, dükkânında tabancasıyla intihar etti. Kredi kartı borcu yüzünden.
Ondan önce Muğla'da bir öğretim görevlisi okulun merdiven boşluğunda kendini astı. Sadece 800 liralık kredi kartı borcu karşısında çaresiz kaldığı için.
2006'da bir ara ayda ortalama 30 kurban alan kredi kartı krizi hortladı hortlayacak.
Bizi her konuda aydınlatan, meselâ Kur'an'da faizin haram olduğunu
saptayan, çok partili parlamenter sistemin Osmanlı gericiliği olduğunu söyleyen, subayın siyasete müdahalesini neredeyse şart
mesabesinde gören İlhan abinin, Cumhuriyet gazetesinin bombalanması
hadisesiyle niçin ilgilenmediğini de bilmiyorum.
Her konuyu derinlemesine
gören ve detaylarıyla
anlatan İlhan abi, o bombaların nereden getirildiğiyle de ilgilenmiyor. Hiç böyle bir şey olmamış, ortada herhangi bir illegal yapılanma, herhangi bir çete faaliyeti
yok muş gibi davranıyor…
Neyse, bu meseleleri geniş zamanlarda tartışırız.
Şimdi gündem, İlhan abinin Ergenekon Operasyonu
çerçevesinde gözaltına alınmış olması.
Muarızı olabilirim, görüşlerini tehlikeli
ve antidemokratik
bulabilirim ama, bu iş hoşuma gitmedi.
Resmi tarihçilerin bu pek öğündükleri sistemin nasıl işlediğini merak etmişsinizdir elbette. Ama merak etmeye devam edeceksiniz çünkü, bu defterler ortada yok! O halde başka kaynaklara bakalım. Öncelikle yerine göre 1 saat ile 15 gün süre verilerek Der Zor çöllerine sürülmüş olanların bu prosedürü yerine getirmesinin imkânsız olduğunu tahmin etmek için müneccim olmaya gerek yok. (…) Ermenilerin el konan mallarının bir kısmı, yerel Türk, Kürt ve Çerkez önde gelenleri tarafından talan edilmiş, bir kısmı Balkanlar'dan gelen muhacirlere dağıtılmıştı. (…) Bazı binalar ile tarla, bağ ve bahçelerin ürünleri satılarak gelirleri orduya verilmiş, bazı binalar hapishane, okul, hastane ve karakol binası olarak kullanılmıştı. Kalan para da Ermenilerin tehcirinin masrafları ile bazı bölgelerde Ermenileri katleden milislerin masrafları için harcanmıştı! Dolayısıyla, ortada Ermenilere iade edilecek para kalmamıştı…
İşte ilk kez 2001'de bilgisayarında bu belgeyi patlatan/yakalatan kişinin ismi: Tuncay Güney.
Saygı Öztürk araştırıyor- bakıyor Kİ: Vakti zamanında Fethullah Gülen'in Samanyolu televizyonunda talk şov
yapmaktaymış bu şahıs.
Şimdi ise -sıkı durun- Toronto'da bir sinagogta haham!
'Ergenekon yapılanmasının adını ilk işaret edenin Erol Mütercimler olduğunu bildiğimden Erol Mütercimler-Ergenekon
giriyorum bilgisayara.
Can Dündar'ın 28 Ocak tarihli yazısı çıkıyor. Ondan alıntılıyorum: (Yüksek izniyle.) Bu ismi ilk kez 12 Mart'ta ihtilâlci deniz subayı Erol Mütercimler, Tümgeneral Memduh Ünlütürk'ten duymuştu. Şöyle demişti Ünlütürk
Ergenekon, hükümetlerin de Genelkurmay'ın da bürokrasinin de üzerinde bir örgüttür. 27 Mayıs'tan sonra CIA, Pentagon tarafından kurdurulmuştur. Özellikle Amerika'da kontrgerilla eğitimi almış, kurslardan geçmiş generallerin bir bölümü
VATANI KURTARIYORUZ
düşüncesiyle bu örgütte yer alırlar.
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.