2002'den 2007'ye kadar AKP'ye karşı çok keskin, buna rağmen gittikçe keskinleşen bir muhalefet yürütüldü. Muhalefet keskindi ama sonucunda varolan partilerden birinin AKP'yi sollayıp seçim kazanması pek beklenmiyordu. Temmuzdaki seçim öncesinde belki birileri CHP'nin veya MHP'nin seçimi kazanacağını hayal etmiştir, ama bu partilerin başında bulunanların böyle bir rüya gördüğünü sanmıyorum. Seçimle gelmiş AKP'yi seçimle götürmek değildi onların amacı. AKP'nin iktidar olmasından beri, partiler politikasında
en etkili özne artık o partilerden biri değildi: TSK idi.
AKP'yi onun götürmesi bekleniyor, hesap bunun üstüne kuruluyor, bunun kendisi açısından en olumlu koşullarda gerçekleşmesini sağlayacak ortamın yaratılmasına çalışılıyordu.
Seçim yapıldı ve tırmandırılan gerilimin sessiz ve edilgin seyircisi olan Türkiye halkı eline geçen bu fırsatla söyleyeceğini söyledi.
Bir entellektüel olmanın en çetin yanı, yazdıkların ve yaptığın müdahaleler aracılığıyla vazettiğin şeyi, bir kuruma, bir sistemin ya da yöntemin emriyle harekete geçen bir tür robota dönüşüp katılaşmadan temsil etmektir. Hem bunu, hem de tetikte durup iradeni gevşetmemeyi başarabilmiş olmanın coşkusunu hissetmiş olan varsa, bu çakışmanın ne kadar nadir gerçekleştiğini takdir edecektir. Fakat bunu başarabilmenin tek yolu, bir entellektüel olarak, elinizden geldiğince iyi ve aktif bir biçimde hakikati temsil etmek ile bir haminin ya da otoritenin sizi yönlendirmesine pasif bir biçimde izin vermek arasında seçim yapmanın sizin elinizde olduğunu kendinize hatırlatmanızdır.
Baykal, bugün iler tutar tarafı olmayan iddialarla Genelkurmay'la polemik yapıyor.
Bu polemiğin çok tehlikeli bir tarafı da var: Ordunun alt kademelerini üst kademelerine karşı kışkırtma potansiyelini içeriyor Baykal tarafından yürütülen tartışma.
Kuzey Irak'a yapılan harekâtın başlama ve bitme şartlarında ciddi iletişim kazaları yaşandığına, çok yanlış bir izlenimin kaçınılmaz biçimde doğduğuna kuşku yok. Ama Türk hükümetinin ve ordusunun PKK terör örgütüne karşı harekete Amerika'nın emri ve izniyle geçip onun emri ve izni kaldırmasıyla harekâtı bitirdiğini iddia etmek, teorik olarak bu ülkeyi yönetmeye adaylık iddiasında olan birine yakışan bir şey değil.
Türkiye Baykal'ın çizdiği anlamda bir müstemleke ise ve ordusu da bu anlamda esir alınmış'sa, Baykal'ın talip olduğu Başbakanlık görevinin de bir anlamı yok demektir.
Ermeni ölüsü, Türk düşmanı, Kuduz Ermeniler, etnik çeteciler, pislikler, etnikçi pislikler, eli kanlı Brüksel pisliği
kullandığı seçme ifadelerden sadece birkaçı…
(Av. Fuat Turgut'un) Konuşmalarında şaşmadan yaptığı ikinci iş, belli bir anlayışın kimi sembol isimlerini can dostum Kerinçsiz, sevgili paşam Veli Küçük, kahraman Abdullah Çatlı
diyerek anması, mağdurların başına geleni dolaylı ve sembollere dayanarak övmesi ve savunması…
Duruşma salonu dışında, dava başlamadan önce gazetecilere yaptığı şu açıklamaya bakın Fuat Turgut'un:
Karen Fogg, Claudia Roth, enişteleri Joost Lagendijk geldi mi? Hrantçıların anaları var, enişteleri var. Malta memurları burada mı? Hepimiz Ermeniyiz diyen güruh nerede? Onlar da dışarıda mı? Allah hepsini Hrantlarına kavuştursun! İnşaallah Hrant ile birlikte haşrolurlar! Bu, bugünkü duruşmadan önce onlara yaptığım duadır…
temsili nefretdersi tartışılıyor
Aşkale'nin Düşman İşgalinden Kurtuluşu
töreni, viski ve bira şişelerine doldurulan çayı içki
diye içen temsili Ermeni
çetesinin sarhoş olmasıyla başlıyor. Ermenileri her yıl olduğu gibi, belediye işçileri canlandırıyor. Evleri basıp, bebekleri tek tek süngüden geçiren çete, daha sonra camiyi basıyor; ezan okuyan imamı dışarı çıkarıp, kurulan darağacına asıyor. Temsili idam
töreni, yaklaşık 5 dakika sürüyor. Tören, Aşkale Lisesi öğrencilerinin canlandırdığı Türk milis kuvvetlerinin ilçeye girmesi ve Ermeni çetecileri kovmasıyla son buluyor.
Temsili tören nedeniyle en dertli olanlar ise, Ermeni rolünü oynayan belediye işçileri. Törenden sonra günlerce Ermeni uşağı
diye çağrıldıklarını söyleyen işçiler, hiç istemedikleri halde, her yıl aynı rolü
oynamak zorunda kalmaktan dert yanıyorlar. İşçilerden Celal Akar, Bu rol beni ve çevremdekileri çok etkiliyor. İlk yıllar Ermeni uşakları diye tartaklayanlar oluyordu
dedi.
Küreselleşme denilen neoliberal emperyalist saldırının amacı, her zaman olduğu gibi şimdilerde kibarca Güney denilen Üçüncü Dünya ülkelerini sermayenin sınırsız sömürü, yağma ve talanına açmaktır. XXI'inci yüzyılın başında söz konusu sömürü, yağma ve talan tarihte görülmemiş kapsam ve derinliğe ulaştığı halde, kapitalizmden, emperyalizmden, sömürüden, vb Söz edilmiyor oluşu, rahatsız edicidir ve doğrudan ideolojik kölelikle ilgilidir. Bu durum yukarıda zikrettiğimiz bir tespiti de doğruluyor. Bu gün sömürgeci emperyalist devletlerin doğrudan sömürgesi olan hemen hiç bir Üçüncü Dünya Ülkesi yok, ama doğrudan sömürge oldukları dönemdeki gibi dış
sömürüye maruzlar… Yer altı ve yer üstü kaynakları, beşerî zenginlikleri ve pazarları emperyalist şirketlerin sınırsız kullanımına sunulmuş durumda. Bunun nedeni Üçüncü Dünya'daki rejimlerin bütünüyle yeniden kompradorlaşmış olmasıdır.
benim elim kanlıder mi?
Daha çok terör, daha çok tedhiş olmalı, ordu çaresiz kalıp
yönetime el koymalı ve böylece devrime giden yolun önü
açılmalıydı.
Bunları Hasan Cemal'den öğrendik.
Eski generallerden Cemal Madanoğlu'nun başını çektiği cuntanın orduyu darbeye kışkırtmak için ne tür faaliyetler yaptığını…
12 Mart döneminde kurşunlanan, işkence gören, düpedüz darağacını boylayan gençlerin hangi ağabeylerce
yönlendirildiğini…
Darbe başarıyla sonuçlandığında hangi değerli gazetecinin Başbakan Yardımcılığı'na getirileceğini, bugün aramızda bulunmayan hangi ünlü gazetecinin gizli servis başkanı yapılacağını…
İyi ki Hasan Cemal yazmış…
İyi ki Erdal Yavuz konuşuyor…
Ben, cunta'nın iki numaralı ismi olan gazeteci ağabeyimizin ne zaman konuşacağını merak ediyorum.
Bir gün çıkıp, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını ölüme sürükleyenlerden biri de benim… İşkencecilerimi affettim ama, benim de elim kanlıdır!
der mi?
16 milyar $: Afganistan ve Irak'taki işgalin ABD'ye aylık maliyeti.
138 $: İşgalin işletme maliyetleri için ABD'de her hanenin her ay ödediği para.
19, 3 milyar $: Halliburton'ın Irak'ta çalışmak için aldığı para.
25 milyar $: İşgalin sonuçlarından biri olan yükselen petrol fiyatının ABD'ye yıllık maliyeti
3 trilyon $: Bush'un Irak macerasının sadece ABD'ye gerçek maliyetinin muhafazakâr bir tahmini
5 milyar $: Irak'ta 10 günlük işgal maliyeti.
1 trilyon $: Savaşı finanse etmek için borç alınan paranın 2017 yılına kadar ödenecek faiz tutarı.
Yüzde 3: Petrol fiyatlarındaki artış nedeniyle 13 Afrika ülkesinin gelirlerindeki düşüş. (TK)
Evet, gerçekten de neresinden bakansanız bakın ortada tuhaf bir durum var. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin her koşulda görev yapabilme yeteneklerinden faydalanmak için
özellikle tercih edilen koşullar aniden can yakıcı bir yakınma konusu haline geliyor. Bu durum ister istemez şu soruya davetiye çıkarıyor: Acaba mini bir Sarıkamış faciasının eşiğinden mi dönüldü? Büyükanıt, çekilme ABD baskısıyla değil, tamamen askeri gerekçelerle alınmış bir karardır
derken epeydir yüksek beklentiler içine sokulmuş bir kamuoyunun bir türlü anlamak istemediği bir gerçeğin etrafında dolanmıyor mu? Ve bu tabloyu Cengiz Çandar'ın çıtlattığı sırla birleştirdiğinizde ani ve erken çekilme
muamması biraz olsun aydınlanmıyor mu?
Vurdumduymazlık, Her şeye rağmen hayat devam ediyor
kisvesi altına gizlenecek gibi değil. Çocuklarının cenazesi başında, Neden hep fukaraların çocukları ölüyor?
diye çırpınanların çığlıkları, herkesten daha yüksek perdeden Vatan sağ olusun
diye bağırmakla örtülmüyor. Kendi çocuğuna asla kıyamayacak olanların, elâlemin çocuğunun ölüsü üzerinden kahramanlık taslamalarını sindirebilmek için iki yüzlülüğü meslek edinmek lâzım. Ve nihayet, Kimse çocuğunu askere göndermesin, meselâ vicdanî redci olsun
demek vicdanlara susturucu pazarlamaktan öte köy değil.
Bence de kimse askere gitmesin, dünyada hiç asker, hiç ordu, hiç savaş olmasın. Nasıl olsa olacak, ama bari isteyen gitsin
demek kadar saçma bir şey olabilir mi? Kim isteyecek? Neden istesin? ABD'de olduğu gibi, gene yoksullar yaşayabilmek için askerliği meslek edinsinler, işleri bu olacağına göre, kendi rızaları ile onlar ölsün! Vicdanlarınızın bulduğu çözüm bu mu?
Ancak bunlar yazılır, tartışılırken, Başbakan'ın bazı sözleri basına yansıdı: İstanbul'un, Ankara'nın elit semtlerinde oturarak, masa başında sosyolojik analizler yaparak, kimse hizmetlerimizi anlayamaz…
Ve bu minval üzre gidiyor, ama ben elit semt'i,
masa başında
oturmayı görünce hemen anladım, kastedilenler arasında ben de varım. Çünkü bu dili artık iyi tanıyorum. Daha çok Genelkurmay Başkanı
söylemi olarak karşılaşırız: Boğaz'a bakıp viski ya da rakı içenler, Kürt sorununun ve Türkiye'de devleti idare etmenin inceliklerinden anlamazlar. Budur, klasik
söylem. Şimdi Başbakan'ın bunları söylemesi, kendisine nasıl bir değişme ve gelişme yönü seçtiğinin bir sinyali de olabilir.
Bu söylem aslında popülizmin daniskası olduğu için belki Genelkurmay başkanlarından çok başbakanların ağzına yakışabilir. Ama bu toplumda popülizm yapma
fırsatını buldu mu kaçıran olmuyor. Her şeyin komedyasını da çıkarmakta üstümüze yok.
hazır değilizdiye sansürlediği yazı
Hint'in kutsal metinlerinde, doğuştan düşüncesiz ve hilekârdır
kadın. İman yolunda bir engel, salâh yolunda bir bariyer, uygulamada bir büyücü, iğrenç arzuları temsil eden
bir aşifte. (1) Buda, öğretisini sulandıracakları için kadınların rahibe olmalarına karşıdır. Ortodoks Yahudi erkeklerinin sabah dualarından biri, Beni bir kadın olarak yaratmayan Kâinatın Yaratıcısı Efendimize hamdolsun.
Adem'i mennu meyveyi yemeğe ikna ederek, insanlığın cennetten kovulmasına neden olan Havva ile ilişkilendirilmiyor olmasına şükretmektedir. Hıristiyan geleneğinin başat bileşeni, kadının kötülük, ayartma ve günahla özdeşleştirilmesidir.
Onu beş dakikadan fazla görmedim. Yüzünü, sesini unuttum. Ama varlığından, yani yokluğundan hiç kurtulamadım. Uzaklaşan topukları uzaklaşmaktan hiç vazgeçmedi.
Burada artık aşk giriyor araya. Ve izin verin de, bana yıllardır yük olan bu aşkı yavşamış kelimelerle ortalık yerde bitireyim.
Ömrüm boyunca onun bu sorusuna bir cevap bulmak istedim.
Yıllar sonra sorusunun cevabını buldum.
Mutlak olan, felsefeye ihtiyaç duymayandır.
'Yaklaşık olarak Mutlak olana gelince.
O sendin, o gün o sınıfta. Çünkü senin felsefeye ihtiyacın yoktu. Yani neredeyse yoktu. Çünkü senin siyasete ihtiyacın yoktu. Çünkü sen hiç siyaset yapmayacaktın hayatta. Siyaset senin için yapılacaktı. Bazen seni elde etmek için. Bazen de, seni devirmek, yok etmek için.
Çünkü sen, niyetin olmadan kısmetliydin. Günahın olmadan lânetliydin. Adımını attığın her yerde, hiç siyaset yapmadan iktidar sendin.
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.