Patronsuz Medya

Elbirliğiyle yaratılan yaratık

Bu son olayda, anlatmaya çalıştığım gibi, sanki bu toplumun bir kesimine, Tamam, vallahi çok öldürdük, artık yatışın, içiniz rahat etsin deniyor. Ama şimdi böyle bir ağızla yatıştırmaya çalıştıklarımızı, ancak daha çok ölüyle yatışabilecek hale getiren kimdi?

Dr. Frankenstein'lar toplumu olarak, Alparslan'lı, Ogün'lü, Yasin'li, Emre'li organları olan bir canavar yaratmakta olduğumuzun farkında değil misiniz? Yaratanlara sormuyorum bunu, elbette -onlara soracak bir şey yok. Ne yaptıklarını biliyor ve gözü kara yapmaya devam ediyorlar. Ama bu ülkenin gidişinden sorumlu olması gerekenlere soruyorum: Bu canavar zaptedilemez hale gelince ne yapacaksınız?

* Murat Belge (Radikal) 29 Aralık 2007

2008: İletişimde meydan savaşına doğru

Medyanın siyasal gerçekliğin tanımlanmasında iki vazgeçilmez işlevi var: Hangi olayların gündeme gireceğini belirlemek ve bir yolunu bulup gündeme girmiş olanların nasıl çerçeveleneceğini kararlaştırmak.

Dünyada ve Türkiye'de her gün cereyan eden yüzlerce olaydan ancak bazıları gündeme girebiliyor. Gündeme girenleri de farklı medya organları farklı biçimlerde etiketleyebiliyorlar. Örneğin Danıştay cinayetini bazıları lâikliğe karşı mürteci saldırısı, bazıları ise laikçi derin devletin kışkırtmau olarak sundu. Hangisi doğruydu?

Eğer bunun adı ideolojik hegemonya mücadelesi ise, 2008 yılında bu savaşın iki yöntemle yürütüleceğini söyleyebiliriz. Gerilla savaşı ve cephesel savaş.

* Haluk Şahin (Radikal) 29 Aralık 2007

Ben yapmadım, Miki yaptı!

Ermeni soykırımı iddiaları konusunda Gönül, Türkler ve Ermeniler'in uzun yıllar birlikte yaşadığını belirterek, O yıllarda Ruslar, Ermeniler'i örgütledi. Zor anımızda bizi arkamızdan vurdular. Osmanlı da önlem almak zorunda kaldı. Osmanlı toprakları içinde Ermeniler'in yer değiştirmesi kararı alındı. Bu sırada çok sayıda insan hayatını yitirdi dedi. O dönem bölgede ağırlıklı olarak Ermeni ve Kürtler'in bulunduğunu, Ermeniler'in şehirlerde yaşayıp ticaretle uğraştığını, çok zengin olduğunu anlatan Gönül, Şehirler boşaltılırken ve yol boyunca Kürt aşiretlerin saldırısına uğradılar. Osmanlı, Ermeniler'i bu saldırılara karşı da korumak durumunda kaldı diye konuştu.

* Zübeyde Yalçın (Sabah) 28 Aralık 2007

Düşünce kutsal mıdır?

Düşünceler iktidarları tehdit edemez. Ama yalnızca ve yalnızca düşünceler bir gelecek duygusu yaratabilir. Ve siyasetler de bu gelecek duygusu üzerine kurulur. Fikir özgürlüğünden mahrum toplumlarda hakiki bir gelecek duygusu yoktur.

Ve/fakat burada bence çok önemli bir nokta var. Düşünce özgürlüğü dediğimiz şey, bu özgürlüğe gerçekten rağbet eden toplumlarda bir özgürlükten ziyade bir fetiştir. Ve düşünce bir fetiş olduğu için bu toplumların kuburuna atılamaz. Düşünce ve ifadeye gösterilen saygı, hümanist bir özgürlük duygusuyla değil, bir fetiş hissiyle beslenir. Düşünce özgür değildir. Düşünce dokunulmazdır. Bu fetişizmin arkasında büyük bir şüphecilik duygusu, büyük bir belki hissi yatar. Bu yaygın duygu neredeyse doğal bir din gibidir. Düşünce kutsal olduğu için özgürdür. Özgür olduğu için kutsal değildir.

* H. Gökhan Özgün (Radikal) 28 Aralık 2007

Duygu karmaşası

Geceyarısına doğru Alman mevzilerinde O Tannerbaum (Güzel çam ağacım) ve Stille nacht (Tatlı gece), yani Cermenler'in yüzlerce yıllık Noel şarkıları duyulmaya başladı. Ardından İskoç birliklerinin bulunduğu siperlerden gayda ezgileri gecenin sessizliğini deldi. Sonra da Fransız hatlarından Joyeux Noel çığlıkları yükseldi.

Ve kimsenin aklına hayaline gelmeyecek bir şey oldu; üç ordunun askerleri de silâhlarını atıp mevzilerinden fırladılar, birbirlerine doğru koşmaya başladılar. Kucaklaştılar, birbirlerine sigara, çikolata, kurabiye ikram ettiler, birlikte şarkılar söylediler. Komutanlar şaşkındı. Biraraya geldiler ve şöyle dediler: Birkaç saatliğine ateşkes ilân edelim. Nasıl olsa bir gece savaşmazsak, tarihin akışı değişmez!

* Erdal Şafak (Sabah) 27 Aralık 2007

Ülker Geyiği ve likörlü çikolata

Madem dürüst olacağız devam edelim. Bu ülkede, muhafazakârlar bunca zaman, lâik, Batılılaşmış kesime Vay siz geleneksel veya dini değerlerimize yabancılaştınız, biz size ayak uydurmak istemiyoruz, böyle bir hakkımız yok mu? diyerek bugünlere gelmediler mi? Benim gibi birçok insan, Böyle bir hakları yok mu? diye o itirazların sahiplerine arka çıkmadık mı? Şimdi, onca zaman karşı çıktıkları değerlerine yabancılaşmış insanlar, Madem hayatın gerçeklerine bu kadar kolay ikna oluyordunuz, bizden ne istediniz? demez mi? Bizim likörlü çikolatamızı neden parmağınıza sardınız? diye sormaz mı? Şimdi de, bize düşen bu sorunun haklı bir soru olduğunu itiraf etmek değil midir?

* Nuray Mert (Radikal) 27 Aralık 2007

Böyle şeyler bir bizde olur, Avrupa'da asla!

Bakan ve milletvekillerinin yılda ortalama 5, 9 milyon sterlinlik taksi faturasını devletin kasasından talep ettiği, diplomatik dokunulmazlık sahibi yabancı diplomatların tecavüz, cinsel taciz, çocuklara yönelik taciz ve hatta cinayet gibi suçlamalarla karşı karşıya kaldığı, hükümetin 2005 genel seçimi öncesinde sorunlu bazı okullarda durumun düzeltilmesi için 1, 5 milyon sterlinlik acil yatırım programını hizmete soktuğu, Warwickshire'da hakkında suçlama bulunan zanlıların, Bedfordshire'a göre yüzde 30 daha fazla mahkemeye sevk edildiği, politikacıların her yıl profesyonel danışmanlık şirketlerine 2, 2 milyon sterlin ödeme yaptığı da bilgi edinme yasası çerçevesinde devlete sorulan sorular karşılığında açıklanan gerçekler arasında yer aldı.

* (NTVMSNBC) 27 Aralık 2007

Bilişimde 2007 görünümü

Türk Telekom'u Hazine'yi güçlendirecek bir kuruluş olarak değil Türkiye'deki bilişim toplumunu oluşturma yolunda kullanırsanız fiyatlar düşer. Çoğu devletin mülkîyetinde olan İskandinav ülkelerinin yerleşik telekomünikasyon işleticilerinin fiyatlandırması buna örnektir.

* Haluk Geray (Birgün) 27 Aralık 2007

Rektör: Kadın Kürt ve Yoksul ama Yine de Tedavi Ettik!

Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde ilk defa bir karaciğer nakli gerçekleştirildi. Üniversite Rektörü Prof. Dr. Mustafa Yurtkuran bu tıbbî başarıyı açıklamak için bir toplantı düzenledi.

Rektör, bu nakli hastanın etnik kimliğine, diline ve ekonomik durumuna rağmen yaptıklarını söyledi. Yeşil Kart'lı hasta Türkçe'yi az konuşan, fakir bir Kürt kadınıydı. Rektöre göre, buna rağmen hastaya ihtiyacı olan tedaviyi vermiş olmaları PKK ve Avrupalı siyasetçilere ders olmalıydı.

* Erhan Üstündağ (Bianet) 27 Aralık 2007

Fazıl Say nerenin sürgünü?

Cumhurbaşkanlığı Köşkü'ne davet bekleyen, bu kültürle ilişkisini en yüksek makamdan gelecek bir davetiyeye bağlayan piyanistin kafasının hayli karmaşık olmasından geçtim, dünyaya duyurduğunun bir sanatçı çığlığı, bir aydın itirazı olduğuna nasıl inanayım?

Say, Şemdinli katillerinin salıverilip işbaşı yapmasından, askeri yargının hayatımızın ümüğüne çökmüşlüğünden, işçi ve emekçi haklarının her gün gasp edilmesinden, çocukların sokaklarda ölmesinden, kışkırtılan ırkçılıktan, polisin istediğini vurup öldürüvermesinden, işkencenin yeniden artmasından değil, bakan eşlerinin türbanından, Cumhurbaşkanı'nın davetiyesini özel kuryeyle yollamamasından, azınlıkta kalmış olmaktan bezerek gönüllü bir sürgünlüğe adım atacağını açıklıyor. Ölüm tehdidi aldığından değil, kendisine mahkeme kapısında katiller Akıllı ol diye parmak salladığından değil, İslamcılar iktidara geldiği için gitmek istiyor.

* Yıldırım Türker (Radikal) 26 Aralık 2007

Biz artık o ulus değiliz…

Koskoca Osmanlı'yı kaybedip Anadolu'yu kurtarmak da, Türkiye'yi, kaybedip Marmara'yı kurtarmak gibiydi.

Mustafa Kemal yönetimi, halkın moralini ayakta tutabilmek için iki şeyi birden yapmak zorundaydı.

Birincisi, kaybettiklerimizi unutturup, kazandıklarımızı abartmak…

İkincisi, bizi yenip neredeyse bütün topraklarımızı alan düşmanları aslında bizim yendiğimize ve herkesin bize düşman olduğu bir dönemde bu başarıyı elde ettiğimize insanları inandırmak.

Bunu yaptılar.

Ama bu o kadar kolay yapılabilecek bir şey değildi.

Halkın bütün hafızasını boşaltıp o hafızayı yeniden oluşturmak gerekiyordu.

Bunun için de eğitimi kullandılar.

* Ahmet Altan (Gazetem) 26 Aralık 2007

Türkiye'de Sol ve Köy Enstitüleri

Nüfusunun yüzde yetmişten fazlası köylerde yaşayan bir ülkede Köy Enstitüleri, sadece bir eğitim politikası çerçevesinde değil, doğrudan doğruya bir iktidar stratejisi olarak görülmesi gereken bir projedir. Köylü köyünde kalacak; bunun için köy ideal köy haline getirilecektir; köylünün idealleri, arzuları, eğilimleri ne yönde olursa olsun; o an için köyde yaşıyor olmaları tarihsel bir arızilikten öteye hiç bir anlam taşımayan gerçek insanlar yok, Aydınlatılacak Köy vardır, hem de ebedîyen.

* Kadir Cangızbay (Özgür Üniversite) 26 Aralık 2007

Sesin çınlar hâlâ ıssız çöllerde!

Bir öğleden sonra okul dönüşünde bizim bahçede kızılca kıyamet var. Dedem alnını tutmuş bağırıyor. Yerde bıçak. Gerenimo kümeste sinirden dört dönüyor. Bana gülmek geliyor.

Aferin lan, Geronimo.

Dedemle hastaneye gidiyoruz. Tetanos aşısı yapıyorlar, ne olur ne olmaz diye. Dedem bir yandan alnındaki deliği gösterirken bir yandan doktorlara dert yanıyor.

Efendim, bizim oğlanda suç. Bir sürü anası belli değil, babası belli değil piçi doldurdu eve…

Eh bunlar kuluçka makinesi civcivi tabii. Dedem haklı sayılır biraz; anası babası yok bunların!

Akşama yemek masasında suratım asılıyor.

Geronimo'nun suyuna pilav pişirilmiş.

Ama o zaman çocukluk var serde. Annem, En çok sen besledin deyip önüme sapsarı yağlı budu koyunca dayanamıyorum.

* Ahmet Büke (Sessiz Kule) 26 Aralık 2007

O insanlar niye öldü?

Şimdi Kuzey Kutbu'ndan Kanarya Adaları'na kadar sınırların kalktığı bir Avrupa ile övünülüyor. Churchill'in Stettin'den Trieste'ye kadar diye çizdiği Demir Perde'nin son izlerinin de silinmesi kutlanıyor.

Peki o 40 milyonu aşkın kişi niye öldü?

Peki bugün bile dünyanın Avrupa dışındakitüm coğrafyalarında insanlar sınırları korumak için canlarını vermeye niye devam ediyorlar? Avrupa emsal oluşturacağına, ama yakın ama uzak gelecekte sınırlar kaçınılmaz olarak ortadan kalkacağına göre; ölmeye, ölüme göndermeye değer mi?

Elinizi vicdanınıza koyup, siz yanıtlayın.

* Erdal Şafak (Sabah) 26 Aralık 2007

Düşünen beyinleri sürgün eden toplum

Bizim için Hoşgörülü, Farklı görüşlere saygılı derler ya; inanmayın. Bu topraklar değil ayrık otlarına, farklı kokulardaki çiçeklere bile tahammül edemedi, edemiyor.

Öyle olsa; diyasporadaki Türkiye kökenli Ermeni sayısı Türkiye'deki Ermeni sayısının 50 katı olur muydu?

Hitler'in Kristal Gecesi'nin bir benzeri 6-7 Eylül 1955'te Türk vatandaşı Yunanlar'a ve Rumlar'a reva görülür müydü? Atina'daki Yeni İzmir mahallesinde Türkiye'dekinin birkaç yüz misli Türkiyeli Rum yaşar mıydı?

Sadece Almanya'daki, sadece İsveç'teki Süryaniler'in sayısı bile Türkiye'deki Süryaniler'in birkaç katına ulaşır mıydı?

* Erdal Şafak (Sabah) 25 Aralık 2007

Entelektüel kıvranış

Sanırım burada ciddi bir sıkışmışlık', iki arada bir derede kalmışlık hali var…

Peki, bu ruh durumunun kaynağı ne olabilir?

Sanırım belli bir siyasî duruş alıp… Bu duruşu yıllar boyu savunduktan sonra… Değişen Türkiye'ye uyum sağlamakta zorlanıyor entellektüellerin çoğunluğu.

En çok da döndü ya da dönek oldu diye eleştirilmekten çekiniyorlar. Gururlarına yediremiyorlar.

Üye sayısı zaten az olan entellektüel camiadan aforoz edilip iyice yalnızlaşacaklarını düşünüyorlar.

Sokaktaki seçmen ise bu tip bir vicdanî, ahlâkî baskıları hissetmiyor üstünde. Kimden umudu varsa ya da kim iyi işler yapıyorsa gidip ona atıyor oyunu.

Bir tane oyum var, bana hizmet edene vereceğim onu diyor sıradan seçmen. Yani basit ve net bir mantık yürütüyor.

Entelektüel ise kıvranıyor da kıvranıyor.

* Emre Aköz (Sabah) 25 Aralık 2007

 

43
Derkenar'da     Google'da   ARA