(Erdal İnönü) Coşkulu konuşmalar yapamazdı ama söylemek istediğini çok iyi bilir ve anlatırdı. Aslan sosyal demokratlar
sözü klişeleşti. Miting meydanlarında kendisine derdini anlatan vatandaşların söylediklerini onaylarken kullandığı Yaşa
sözcüğü siyasi nostaljilerin ana unsuru oldu. İzmir milletvekili Neccar Türkcan bir seçim gezisinde İnönü'ye Sayın genel başkanım sert konuşun. Çıkın kürsüye
. . Ke . . Ke iktidara geleceğiz deyin
demişti. İnönü Türkcan'ı sessizce dinledikten sonra kürsüde yapacağını yapmıştı. Sevgili vatandaşlarım iktidara geleceğiz
dedikten sonra, Ama iktidara nasıl geleceğimizi size Sayın Neccar Türkcan anlatacak. Buyrun sayın Türkcan
diyerek onu kürsüye davet etmişti.
- Ortaya çıkan ve giderek artan terör eylemleri, bu tür düşüncelerin ve bunları dolaylı veya doğrudan destekleyenlerin çarpık düşüncelerinin açık bir göstergesi olduğu şüphesizdir (…
- Türk Silahlı Kuvvetlerinin beklentisi; bu tür terör olaylarına karşı, yüce Türk milletinin kitlesel karşı koyma refleksini göstermesidir (…
Bu bildiriyi isteyen istediği gibi yorumlar elbet…
Güçlü ve konjontüre uygun
yorum, ordunun öngörüleri
nin güçlü olduğudur.
Ama buna rağmen nasıl gafil avlandık biz?
Şu ülkede yaşamak… Üretmek… Vergi vermek… Aile kurmak… Çocuk yetiştirmek… İcabında savaşa gidip canını vermek…
Bunların hiçbiri Debraygillere yetmiyor. Onlar için birinci şart: Kanunları yazmak ya da yazmasan dahi onları anlamak… Bunun için de okula gitmek. Eğer okula gitmedinse o zaman cumhuriyetin katılanı
değil, ancak
alkışçısı
olabilirsin.
Demokrasi ise okumuş-okumamış
ayrımı yapmadığı, herkese oy hakkı verdiği, herkesi kucakladığı için cumhuriyete aykırı bir uygulama oluyor.
Ben bu anlayışı reddediyorum!
Çünkü o zihniyet, cumhuriyetin has
vatandaşı olarak
hukukçuları
işaret ediyor (öyle ya, kanunları
yazan
, onları
anlayandan
da üstündür! )
Hem soralım bakalım: O has vatandaşları besleyen kimlerdir? Cevap: Beğenmedikleri, aşağıladıkları, küçümsedikleri sıradanlar
.
Atatürk, Cumhuriyet, kimsesizlerin kimsesidir
derken tam da o sıradanları kastetmiyor muydu?
Müdürden yazara: Bak, Doğan Medya Grubu'nun bütün kuruluşları şu anda çok iyi gidiyor. Fakat hükümet isterse en sağlam kuruluşları bile bir günde batırır. Müfettiş gönderir, maliyeci gönderir, nasıl olsa bir eksik veya yanlış bulur. Şimdi senden ricam iki-üç ay hükümetle ilgili bir şey yazma… Biraz frene bas. Keyfimize bakalım. Paramız iyi, maaşımız iyi, rahatımız yerinde, niye kendimizi sıkıntıya sokalım… Ben aslında gazetecilik yapmıyorum… Ben cambazım cambaz. Cambazlık yapıyorum… Benim karşımda patron var, kızları var, damadı var. Hangisine dert anlatacağımı şaşırıyorum. Yediğim fırçaların haddi hesabı yok… Patronla arayı iyi tut, o da bize her olanağı fazlasıyla sağlasın… Rahatımıza bakalım şu dünyada be. Bize ne yolsuzluktan, siyasetten! Ben burada gazetecilik değil jonglörlük yapıyorum. Elimdeki beş topu yere düşürmeden havaya atıp tutuyorum…
Komplocu olmayan görüş dünyadaki gelişmelerin bazı kişi ve örgütlerin kendi inisiyatifleriyle gerçekleştirdikleri eylemler ve meşru yönetimlerin gösterdiği tepkilerin sonucu olduğunu söylüyor. Kimse önceden bir plan ve proje hazırlamıyor. Ülkeleri yönetenler her sabah kalkıp kötü insanların gece neler yaptığını öğreniyor ve gereken karşılığı veriyor.
PKK eylem yapıyor, halkımız büyük bir tepki gösteriyor ve hükümet halkın duygularına kayıtsız kalamadığı için sınır ötesi harekata karar veriyor. Olaylar bu kadar sade iken bazı komplo teoricileri bu girişimin artık kullanılmasına gerek kalmayan PKK'nın tasfiyesi amacını taşıdığını, Kürt bölgesinin yönetiminin feodallere bırakıldığını ve bunların burjuvalaşarak yeni yönetici zümreyi oluşturmasının planlandığını söylüyor.
PKK kaynakları, alçaklık stratejisi uyarınca bu gençlerin kendilerine katılacağı yolunda iddialarda bulunarak onların geleceğini, ailelerinin güvenliğini tehlikeye atıyor.
Alçaklıkta onlardan geri kalmayan bazı vatan ehli milli medya kuruluşları o askerlerden bazılarının Kürt olması nedeniyle imalarda bulunuyor.
Bu sekiz genç, artık bu kanlı dama tahtasında birer taş. Kimse onların resmini görmek, haberini almak istemiyor.
Linççi milliyetçilere yenilgiyi hatırlatıyor, onların esir düşmesi. PKK'ya, zaferi.
Kimse bu esir askerlerden konuşmak istemiyor.
Oysa onları bir an evvel geri getirmek zorundayız. Kaybedecek zaman yok. (… )
Şehitlik mertebesini ıskaladıklarından olsa gerek, aileleri devletten şefkat görmüyor. Onların sözü, sesi fazla işitilmiyor.
Görülen o ki, antropologların mantık-öncesi inançlara benzer buldukları komplo teorileri, her geçen gün biraz daha karmaşıklaşan, doğrudanlıktan ve açıklıktan hızla uzaklaşan günümüz dünyasında, bilgi bombardımanının kalın sis bulutu yüzünden hükümetler, şirketler, medya ya da dini cemaatler gibi çetrefil yapıları, kurumları ve bunlar arasındaki çok yönlü ilişki ağlarını anlamlandırmakta güçlük çeken bireye, kendi küçük grup ilişkileri çerçevesinde basit, kolay anlaşılır, net açıklamalar sunuyor. Bu iddialar, bilimsel kıstaslarla kanıtlanmaları ya da reddedilmeleri mümkün olmadığından dolayı da, kolaylıkla ortadan kalkmıyorlar.
Memleket ölüme alıştırılıyor. Her geçen gün daha çok ölüme alıştırılıyor. İlk sayfadan ölüme alıştırılıyor. Daha fenası satıraralarından ölüme alıştırılıyor. İşte iletişim budur.
Bu kampanya bir reklam şirketine verilseydi, süreç şöyle gelişirdi. Müşteri gelir derdi ki, öyle bir kampanya istiyorum ki, Bizim o eşsiz, fedakâr, dünyada benzeri olmayan milliyetçiliğimizi tekrar canlandırsın.
Türk'ün ne olduğunu Türk'e hatırlatsın, dünyaya göstersin.
Reklamcı bu brief'i alır ve kafasında basitleştirmeye çalışırdı. Brief'i basitleştirmeden iyi reklam yapamazsın. Bu süreç çok zordur. Derken dâhi
bir çocuk çıkar ve şöyle derdi. İnsanlara ölüm vereceğiz, dahası onlara ölümü sevdireceğiz. Onları ölüme tekrar âşık edeceğiz.
Bir terör örgütü bir milleti ölüme alıştırmaya yetmez, bunu ancak bir millet kendi kendine yapabilir.
'Ölüm satacağız. Fikir budur, ilerleyin. Herkesin kafası birden netleşirdi. İşte iletişim budur.
Bosna'daki gibi olabilir
Öfke ve nefret, bugün Türkiye tarihinde belki de hiç olmadığı kadar derin ve canlı. Bu işin sonu Bosna'daki, Ruanda'daki gibi olabilir. İstanbul, Beyrut olabilir. İnsanlar, milliyetçi hisleri olan normal vatandaş
olmakla komşularını öldürmek arasındaki çizgiyi akıl almaz bir hızda aşabilir.
Bize hiçbir şey olmaz
itikadıyla yaşadık bunca yıl. O ülkelerdeki o insanlar da öyle yaşamıştı. Şimdi hepsi öldüler. Çocukları Avrupa'da hayalet mülteciler olarak dolaşıyorlar.
Katiller;
Bu ülkeye, barışa, huzura, insanlığa, hukuka, demokrasiye, parlamentoya, hatta Kürtlere de asla fırsat tanımak istemiyor.
PKK, Güneydoğu'da ekonomik, demokratik, toplumsal hatta kültürel hiçbir ilerleme olmasına fırsat vermemek, insanların tüm geleceğini sabote etmek, hep rehine tutmak; savaş, iç savaş, kin ve nefret, linç ortamını sürekli kılmak istiyor.
Dağ yerine siyaset
gibi, bu devletin çok zor söyleyebildiği sözler dahi devlet yetkililerinin ağzından çıktığında hemen onu katliamla cevaplıyor, onlarca kişiyi öldürmeye ve ölmeye sürüyor.
Gencecik, yoksul Anadolu çocuklarının cesetlerini çoğaltarak, artık taşeron bir katliamcı olarak, ABD işgali ve himayesindeki bir ülke ile özel himayesindeki bölgeden, eskisine göre daha ciddi silahlarla besleniyor.
Türkiye'nin sınır ötesi
Kuzey Irak'tan ibaret değil…
Ve DTP, bu ülkedeki derdi demokrasi
ise, bu katillerin gölgesinde ne tür bir demokratlık yapılabileceğine bir an önce karar vermeli.
Yoksa bu ülke Ermeni vatandaşlarına Artık siz tası tarağı toplayıp buralardan gidin
mi demek istemektedir? Arat'a, Baban yetmedi
mi demek istemektedir? Bu ülke, bu ülkenin yargısı ne demek istemektedir? Bunu Şişli 2. Asliye Ceza Mahkemesi'nin gerekçeli uzun kararında hep birlikte okumayı bekliyoruz. Şu kişilikler
meselesi neymiş, eylemlerin özellikleri
ne demekmiş, bunu öğrenmek istiyoruz. Hrant'ı daha kaç kere öldürmek istiyorlar, bilmek istiyoruz.
Bir de o şiirin o mısrasını hediye etmek isterim sayın yargı organlarına:
Sizin hiç babanız öldü mü?
İçimden gelerek, ta içimden gelerek. .
Galiba kendi kendimize şöyle testler gerekiyor:
1. Siyasi iktidara adanmış bir yandaş mıyım?
a) Evet b) Hayır
2. İlk soru Evet
ise, orada kalın.
Hayır
ise: Başka herhangi bir güce yaslanıyor muyum?
a) Evet b) Hayır
3. İkinci soru Evet
ise, siz de orada kalın. Hayır
ise: Sadece herhangi bir güç veya iktidar odağının bir başka güce baskısına veya tavrına değil, tüm güç odaklarının, tüm iktidar kurumlarının her türlü baskısına, istismarına, alttakileri ezmesine, işleri ve düzeni, hukuku, demokrasiyi, cumhuriyeti, adaleti kendine yontmasına karşı; eleştiri, hakikati arama ve gösterme, muhalif olma çabasını gösteriyor muyum?
a) Evet b) Hayır
4. Üçüncü soru Hayır
ise, zurnanın o deliğine nihayet gelmişsinizdir; rahat olun. Evet
ise, yolunuz açık olsun; karışmayayım, daha soracak kim bilir ne çok önemli sorunuz vardır.
Kozumuza bak.
Soykırım
sıfatından kaçmak için kırım
tesisi, üssü, cephaneliği, atom deposu.
Ya öyle; size bir kere dahi sormadan ülkenizde bir de atom deposu.
Boynumuza geçirilmiş Zincirlik
te, onlarca atom başlığı.
Yüzyılın başındaki trajediye soykırım
denmesin de, gerekirse, soyuna sopuna bakmadan, ama elbette soylarının köküne kibrit suyu da ekercesine, bölgemizdeki milyonlarca insanın üstüne, icabında atom atılabilsin, radyasyon sıkılabilsin, mantar bulutu örtülebilsin, çocuklar şeker de yiyemesin diye;
Bir trajedinin yükünden kaçmak için, yığınla müstakbel trajedinin yatakçısı, yaltakçısı, yardakçısı olmak.
Bu savaşı başlatmanın akıllıca olduğuna onay mı vereceğiz? Hayır. Hiçbir koşulda savaş istemediğimizi söylemek zorundayız. Bunu söylemezsek bu savaş, yıllardır olduğu gibi Güneydoğu ile sınırlı kalmayacak. İzlerini nicedir izlediğimiz üzere bütün şehirlere yayılacak. Türkiye herkesin birbirini avladığı bir cadı kazanına dönüşecek. Ve korkuyorum, darbeden bu yana giderek parçalanmış bu ülkenin ruhu çekip çıkarılacak. Mahalle kahvelerinde yıllardır özenle yetiştirilmiş Ogün'ler, Yasin'ler ortaya çıkacak. Diyarbakır'da işkence görmüş küçük çocuklar ortaya çıkacak. Bir ülke hep birlikte ölerek ve öldürerek intihar etmeye başlayacak.
Savaş istemeyen her ses susturulacak. Adı sınır ötesi
olacak ama tam tersine her şey, bütün çatışma hiç olmadığı kadar sınırların içine çekilecek. Ve zaten bilmiyor muyuz, öğrenmedik mi yıllardır:
İnsanlar öldürmekle bitmiyor.
Öldürüldükçe çoğalan tek canlıdır insan. Bilmiyor muyuz?
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.