Bahis, burçlar. Hanımefendinin biri tatlı tatlı balık burcunu anlatıyor, ben de boş boş dinliyorum. Derken hanımefendi kendi lafının ortasında şöyle bir çıkış yaptı:
Şimdi ben bir şey söylemek istiyorum. Biliyorum, sizin kanalınızın politikasına ters ama bence Başbakan'ımıza haksızlık yapılıyor.
Sunucu hanım ve ben kalakaldık. Hanımefendi açıklamaya devam etti:
Şöyle ki, Başbakan'ımız balık burcu, üstelik yükseleni de yay,
Tanrı uludur,Ya Milli Şef necidir?
Tekrar ve kimbilir kaçıncı kere söyleyeyim: Ezan, bin dört yüz yıldır birçok ülkede binlerce camide her gün beş kere okunduğu için (kimbilir kaç milyar eder), artık içeriğinden boşalmış, simge
olmuştur. Bu bir ritüeldir. Bir çağrıdır, başka da bir şey değildir. İçinde ne olduğundan çok, okunması eyleminin
bir anlamı vardır. Her Müslüman hayatı boyunca ezanı binlerce ve binlerce kere duyar.
En cahil, en aptal köylü bile, Allahüekber
sözünü duyduğu zaman, acaba ne demek
diye sormaz. Bu adam minareye niçin çıkmış, bize ne anlatıyor, bizi bir yere mi çağırıyor
diye sormayacağı gibi.
Dolayısıyla, cahil halk anlasın
mantığıyla müezzine Tanrı uludur, ondan başka yoktur tapacak
dedirttiğin zaman, halka açıklama getirmiş olmazsın, yalnızca kendi naif
özlemlerini giderirsin. Devrim yaptığını sanırsın.
Peki bu iktidar rakıyı engellemek isteseydi, ne yapardı? Mesela: 1) Kendinden önceki hükümet döneminde alınmış olan özelleştirme kararını iptal ederdi. 2) Rakı üretimini giderek düşürür, göstermelik hale getirirdi.
Dediğim gibi… Sokaktaki vatandaş bunları düşünmeyebilir.
Ama kanaat önderiysen, yorum yapıyorsan bu basit bağlantıları bilecek; aptalca laflar etmeyeceksin.
Bütün ciddi araştırmalar, muhafazakârlıkta azalma olduğunu gösterirken, şeriat gelir
diye korkuyorsan, Ayşanım Teyze'den ne farkın kalır?
Bak arkadaşını sokağın ortasında ensesine kurşun sıkarak öldürdüler. Bunu yapanlar ve yaptıranlar pişman da olmuyor ha, Yaptık, yine yaparız
diyorlar. Bolca da alkış topluyorlar. Türküsü söyleniyor, klibi yapılıyor cinayetin.
Ama hemen karşında, yanı başında duran bu tehlikeden tedirgin olacağına, uyduruk korkularla oyalanıyorsun.
Çocukluğumun geçtiği evden de eser yok. Yıkıp çirkin ötesi bir pasaj kondurmuşlar. İçeri girdim. Buzdolabı tamircisi, iki adet terzi dükkanı, mefruşat bilmem nesi, tüpgazcı bilmem ne usta, Memleketin Sesi
bürosu…
Hepsi de tembel tembel pinekliyor…
İnsan böyle bir ülkede geçmişine doğru yolculuk yapınca yurtsama duygusu'nu da yitiriyor.
Kimi özleyeceğiz? Hangi eve dönmeye can atacağız?
Doğduğum ev yok, eski mahallem yok, civarda bir zamanlar yaşadığımı
gösteren en ufak bir kanıt yok, çocukluk ve ilkgençlik arkadaşlarımın hiçbiri yok.
Herkes bir yerlere dağılmış. Gidiyorlar ve sadece ölmek için dönüyorlar.
Ben yaşlandığımda nereye döneceğim?
Hangi kapıyı çalacağım?
Hangi olmayan mahallemde hangi olmayan arkadaşlarımı arayacağım?
Her birimizin önünde çatallanan yolların aslında o kadar da önemli, belirleyici olmadığını bilmektense sanırım yanlış ve doğru diye bir şeylere inanıp bunun telaşına düşmek, insan olmanın önemsizliğinin krizini yaşamaktan daha hafif geliyor hepimize.
Aynı nedenle sanırım ihtiyarlarla konuşmayı, benden en az otuz yaş büyük dostlar edinmeyi çok severim.
Özellikle kadınların benden çok daha büyük olanlarını tercih etmemin sebebi bu. Bütün doğruları yapsan da sandığın kadar mutlu olmayacağını, bütün yanlışları yapsan da sandığın, korktuğun kadar büyük bir yanlış yapamayacağını ve ne yaparsan yap hayatın umurunda olmadığını en iyi onlar bilirler.
Tıpkı birkaç kuşak boyunca süren kitaplar ve filmler gibi onların da destansı bir havaları vardır. Korkularının o kadar korkunç olmadığını ispatlar yüzleri, yüzlerindeki çizgiler ve en çok da dünyayla hesabını neredeyse kapatmış, eyvallah etmeyen, rahatlamış gülüşleri.
Amerika'nın bugün -Irak dolayısıyla- Türkiye'ye ihtiyacı, bizim ona olan ihtiyacımızdan daha fazladır. Ankara, Washington'un canını acıtabilir.
Ama ölçü iyi ayarlanmalı.
Ve geçmişi iyi okumalıyız.
Ders çıkarabilmeliyiz.
Kürt meselesi gibi, Ermeni meselesi'ni de neden yok saydık? Kürt sorunu gibi bu konuda da yıllar yılı ne diye yalnız inkârcılık yoluna saptık? Ya da tarihimizde hiçbir şey olmamış gibi davrandık?
Acıların tarih içinde yitip gideceğini sanmak belki en büyük yanılgımız oldu. Hiçbir ulusun tarihinin tertemiz olmadığı gerçeğine gözümüzü kapattık.
Her şeyi halının altına süpürmekle bir yere gidemeyeceğimizi hâlâ da tam anlayabilmiş değiliz.
Tarihimizde yaşanmış trajedileri, acıları konuşmak, tartışmak ve karşılıklı olarak anlamaya çalışmak yerine, onlara gözümüzü kapatmak kolayımıza ve işimize geldi.
Bir üniversite çatısı altında bir Ermeni Konferansı toplamak bile seksen küsur yılımızı aldı.
Dürüst gazetecisin, yolsuzlukların üzerine üzerine gidiyorsun, kelebek gibi uçup arı gibi sokuyorsun, en büyüksün, en ahlaklısın, falan filan da, özel hallerini faş edip kamuoyu önünde küçük düşürdüğün Ertuğrul Özkök bir gün çıkıp, Madem o kadar dürüstsün, neden
aile bankası
Egebank'tan usulsüz kredi
çekip üstüne İnterbank'ı boşaltıp sırra kadem basan, sonra yurtdışında yakalanıp cezaevine atılan işadamı hakkında tek satır yazmadın? Neden Uzanlar meselesine hiç girmedin? Neden ünlü aile üyesi'nden her ay tıkır tıkır 10 bin dolar maaşı cebine indiren
köşe yazarı'nın kim olduğunu açık etmedin? Bunları yazmana ben mi engel oldum?
derse, ne cevap vereceksin?
Ha Emin abi?
Ne diyeceksin?
Daha da önemlisi, 12 Eylül darbesinin sıcak günlerinde Milli Güvenlik Konseyi'nden aldığı özel izinle cezaevlerini dolaşıp, içeride dayak ve işkence olmadığını, mahkumların lüks içinde yaşadığını yazan cesur gazeteci kimdi?
diye sorarsa ne yapacaksın?
sınır ötesive
Sözün başladığı yer…
Ak Parti, 22 Temmuz'la birlikte Güneydoğu'nun en güçlü siyasi partisi konumuna geldi. Tabanını genişletti. Ülkenin her yerinde benzeri konumda ve iktidar yetkisini güçlenerek yeniden elde etti.
PKK'nın tabanı geriledi ve daraldı. DTP'nin oy oranından bunu anlamak mümkün. Bunu bölgede zaten herkes söylüyor. Ayrıca, Irak Kürt liderliğinin ve Bağdat'ta yani merkezdeki Kürt unsuru
nun da Ak Parti'ye olumlu nazarlarla baktığı bir sır değil.
Bütün bu faktörler, PKK'nın Kürt sorunu
nda doğrudan taraf
ve en etkili aktör
olmaktan çıkabileceği ihtimalini getiriyordu. İşte, PKK'nın eskiye dönüş stratejisi
, bunun önleme yöntemidir.
Bilim, mevcut fizik ve biyolojik dünyanın keşfi, bu keşiften hareketle, fizik dünyada insan konforu lehinde icatlar ve biyolojik dünyada insan sağlığına yönelik gelişmelerin temelini oluşturur. Varoluşla ilgili soruların cevabını vermez, veremez. Bu, felsefe, yani spekülasyonun alanıdır. Bu alanda fikir yürütülür, hiçbir şey ispat edilmez, doğrulanıp, çürütülemez. Evrim teorisi de, adından da anlaşılacağı gibi bir teori'dir, yani varsayımdır. Teoriler bir yere kadar, bilimsel gelişmelere zemin oluşturabilir, nihai sorulara gelince teoriler varsayım sınırında kalır.
Hele, insan hakları ve demokrasi gibi konuların, evrim teorisiyle hiçbir alakası yoktur.
Anlaşılan o ki:
PKK, Türkiye'nin siyasal ve ekonomik değişimi, demokrasi ve hukukun üstünlüğünü yaşamasından yana değil.
Anlaşılan o ki:
PKK, aş ve iş sorununu çözmeye başlayan, hukuk ve insan hakları düzenini AB çerçevesinde oturtmaya başlayan bir Türkiye'yi kendi varlığı açısından bir tehdit olarak görüyor.
Anlaşılan o ki:
PKK, barış ve istikrar yolundaki bir Türkiye'de siyasal ve toplumsal zeminin kendi ayakları altından -22 Temmuz seçimlerindeki gibi- kayacağını görüyor.
Kısacası:
PKK çok kötü oynuyor…
Ve bu kötü oyun'da, Türkiye'nin birinci sınıf demokrasi ve hukuk devletine kavuşmasına taş koymak isteyenlerin de değirmenine su taşıyor. Bu
kötü oyun'da sanki sinsi bir ittifak bazen suyun yüzüne vuruyor.
Ve tekerlekli yük arabasındayım, çıplak iskeletler yığınının arasında çıplak bir iskelet, esneyen bir Alman'ın uyanık gözleri altında krematoryuma taşınmış. Ona ve esneyişine bakarak aniden kendime sordum: Benden nefret ediyor mu? Beni tanımıyor bile. Adımı bile bilmiyor. Ona hâlâ gözlerimi dikerek kendime sordum: Ondan nefret ediyor muyum? Onun adını bile bilmiyorum, şu anda krematoryuma götürülen diğerlerinin adlarını bilmediğim gibi. Bu Alman hakkında bildiğim tek şey şu ki, böyle soğuk bir sabahta kesinlikle sıcak yatağının örtüsü altına sokulmayı tercih ederdi… Birdenbire başka bir korku beni ele geçirdi, şimdiye kadar tanımadığım bir korku: eğer böyleyse benim yerimde duruyor olabilirdi, bu yük arabasında çıplak bir iskelet, bu arada ben, onun yerinde orada duruyor olabilirdim. Bunun gibi soğuk bir sabahta onu ve onun gibi milyonlarcasını krematoryuma götürme işini yaparak… .
Yurtdışında doğurma telaşıyla başlayıp, e-posta adresinde sorun yaşamasın diye Türkçe karakter içermeyen isim verme arayışıyla devam eden; ağlayınca kucağıma alayım mı, onunla sürekli İngilizce konuşayım mı, falancanın yaptığı gibi filanca ilkokula yazdırayım mı, şu kursa yollayıp, bu sınava sokayım mı gelgitleriyle süren çocuk yetiştirme meselesi böyle proje yönetimi
halini alınca ister istemez ihtiyaç duyulan şey ana, baba olmaktan çıkıp Project Manager
oluyor. Neyse ki bu binbir hayal ve emekle büyütülen bu proje çocuklar'ın çoğu bir baltaya sap olamayıp üretim bandının ucundan hayta etiketli imalat hatası olarak çıkıyor da bir şekilde denge korunuyor.
Peki, Hanımlar neden örtünüyor?
Bu örtünmenin sebebinin de yer aldığı inanç âlemi neden bu kadar güçlü? Örtünmenin de içinde yer aldığı
dindar hayat biçimi
neden tercih ediliyor? Aileler, çocuklarının dindar insanlar olarak yetişmesi için bu kadar fedakârlığa neden katlanıyor? İnançları ve bu inançların gereği hayat tercihlerini bir kenara koyup, başörtüsünün içinden çıkıp geldiği bu dünyayı üniversite girişinde yasaklamaya kalkanlara şunu soralım: Yasakladığınız bu dünyanın alternatifi nedir? Çocuklarını iyi insanlar
olarak yetiştirmeye, modern çağın uyuşturucu gibi sapmalarından uzakta yaşatmaya çalışan ailelere ne önerebilirsiniz? Koyduğunuz yasağın alternatifi olmayan bir dünyanın tamamına getirildiğini neden görmüyorsunuz?
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.