İngiltere'den bir süredir mızıltılar
yükselip duruyor: Terör bizi hedef alacak, saldırıya uğrayacağız
demeç ve haberleri kullanılarak, medya kanalıyla kamuouyu üzerinde yeterince korku ve tedirginlik yaratılmış durumda. İşler o noktaya geldi ki, yarın birkaç yerde bombalar patlasa ve İngiliz güvenlik güçleri sokak ve caddeleri Gestapo misali doldursa, sözgelimi Londra'da sıkıyönetim
ilan edilse, insanlar evlerinden şüpheli
bulundukları için yaka paça alınıp karakollarda nezarethanelere tıkılsa, sıradan vatandaş
tepki göstermek bir yana, Neyse, güvenliğimizi sağlayın da ne olursa olsun
diyecek. Daha geçtiğimiz haftalarda, sonradan balon
çıkan bir metroya bomba konulacak
haberiyle New York'ta aniden ortaya çıkan, abartılı ve paranoyak polisiye manzaraları hatırlayın.
Eskiden silah gücüyle gerçekleştirilenler şimdi para kullanılarak yapılacaktır. Kimse böyle bir düzende özgür olacağı hayaline kapılmamalıdır. Düşünceleriniz geçmişte yasaklarla engellenirken şimdi para babalarının küçücük bir iması bile ağzınızın bir daha açılmayacak biçimde kapanmasına neden olacaktır. Romanlarınız, hikayeleriniz bile değişecek, büyük devlet adamlarına, kahraman askerlere duyduğunuz hayranlığın yerini büyük servetler kazanmış kişilere duyduğunuz gıpta alacaktır. Aslında değişen bir şey yoktur ve tüm insanlığın maddi refaha kavuşacağı kocaman bir aldatmacadan ibarettir. Silah üretimi dursa bile lüks tüketim mallarının bir sınırı yoktur ve eskiden asker olanlar şimdi fabrikada bir avuç insanın hobilerine hizmet edecektir.
Gerçek bir dindarla, bir müminle, dini gösterişli bir rozet gibi yakasına takanlar arasındaki farkı gördüm.
İçinde bir vahşetle, bencillikle hatta kötülükle doğan ve ölüm gibi karanlık bir yok oluşla varlıkları sona eren insanların gelişiminde, yaşama gücü buluşunda, ahlakı yaratışında, vahşetini sınırlayışında dinin çok önemli kültürel bir değer olduğunu fark ettim.
Dindar olmadım, inançlı olmadım.
Hâlâ da değilim.
Hiçbir zaman da olmayacağım herhalde.
Ama din fikrini, gerçek dindarları seviyorum.
Kuş gribinin kullanıldığını düşünüyorum ve bunun hangi projenin bir parçası olduğunu kestirmeye çalışıyorum. Bu bir fırsat operasyonuydu ama benzer sonuçlar yaratacak kurgular olacak mı sorusuna cevap arıyorum.
Devlet üniversitelerindeki az sayıda iyi niyetli, girişken ve bir şeyler üretmeye çalışan akademisyen ise genelde diğer meslektaşlarının istihza dolu bakışları altında enayi damgası yiyerek boşa kürek çeker dururlar. Bizim üniversitelerimizde esas olan bilim üretimi değil resmi devlet görüşlerinin mevcut hiyerarşik yapılanma içinde öğrencilere aktarılmasıdır. Öğretim üyelerinin görevi öğrencilerin hiç de arzu edilmeyen bir şekilde düşünen, soran, itiraz eden bir yapı kazanmalarını engellemektir. Aynı vatandaşı kontrol maksatlı devletten maaş alan imamlar ve küçük öğrencileri adam etme
görevini üstlenen öğretmenler gibi. Gelişmiş ya da gelişmemiş herhangi bir ülkedeki rektör lüzumsuz akademik işlerle uğraşırken bizim rektörlerimiz şu kadar şehit daha verip dört tarafımızdaki düşmanları fethetmek gibi yüce davalarla meşguldür. Çünkü dünyanın en akıllı insanları bizde, en geri zekalıları ABD, Avrupa ve Japonya gibi ülkelerdedir. Varsın onların kişi başına gelirleri bizi dokuz-ona katlasın.
Atatürk Yunus Nadi'yi çağırıyor ve Cumhuriyet gazetesinde kendisine hitaben bir açık mektup yayınlamasını istiyor. Varılan anlaşmaya göre, Yunus Nadi baş makalesinde Atatürk'e bir açık mektup
yazarak, Atatürk'ü Cumhuriyet Halk Fırkası ve Serbest Fırka arasında açık tavır almaya davet edecek, Atatürk de ertesi gün yapacağı açıklama ile fikirlerini açıklayacak, sadece Cumhuriyet Halk Fırkası'nı desteklediğini açıkça belirtecekti. Bu açıklama aynı zamanda valilere, polis müdürlerine ve askeri birliklere bir talimat yerine geçiyordu.
Gazeteci Can Dündar, Milliyet Gazetesi'ndeki köşesinde Türkiye'nin yakın tarihindeki önemli provokatif olayları ele aldı. Dündar, Sivas katliamı, Tan Gazetesi baskını ve 6-7 Eylül olayları gibi olaylarda hep birilerinin halkı galeyana getirdiğini ve bu provokatörlerin daha sonra ikbal basamaklarını hızla tırmandıklarını yazdı. Dündar, daha önceki bir yazısında Tan Gazetesi baskınında yer alan isimler arasında Süleyman Demirel'in de bulunduğunu ifade etmişti. Dündar, Tan baskınındaki gençlerden birinin adı da Süleyman Demirel'di. Muhtemelen yakınında Turgut Özal da vardı. İkisi de devletin zirvesine yükseldiler.
demişti.
1912 beyannamesinin işlediği zamanı bilmek lazım. Bir Balkan faciası var karşımızda. 500 sene oturduğunuz Balkanlar'da, Osmanlı orduları çetelere mağlup olmuş. Adriyatik'den Meriç'e beş ayda elden çıkmış. Makedonya gitmiş. Ordunun içine siyaset girmiş ve siyaset orduyu tahrip etmiş. Üsteğmen kumandanını vurmuş, Şemsi Paşa hadisesi Manastır'da. Resneli Niyazi diye birisi dağa çıkmış, dağa çıktı diye kahraman ilan edilmiş. Osmanlı devletini parçalamak heves haline gelmiş. Çeşitli etnik unsurlar var. İnfiradı anasır; bu etnik unsurların dağılması hadisesi ile imparatorluk karşı karşıya. Bunun karşısındaki kaygı da, acaba itilafı anasır yapabilir miyiz, bu unsurları bir arada tutabilir miyiz?
Sanırım sorunun çözümü, gazete köşesi olgusunu yeniden tanımlamaktan geçiyor. Başta gazete yayın yönetmenleri olmak üzere, neden bazı insanlar kendi görüşlerini her gün serdetmek zorundadır sorusunu sormakla işe başlayabiliriz. Bu pratikte saklı olan ben merkezciliği ve narsisizmi de unutmadan. Hamileliği ve lohusalığını haftalarca köşesinde dizi yapmanın narsisizminden daha az değil çoğu köşe dolgucusunun narsisizmi. Ayrıca bu vesileyle, köşecilik pratiğinin yarattığı toplumsal beklentileri, yarattığı fikir köşe dönmeciliği alışkanlıklarını da sorgulamamıza kapı açılacaktır.
Gazete gibi gazete olmak iddiasıyla çıkan gazetelerin, çeşitli nedenlerle Hatipler Köşesi olmaktan öteye gidemediklerini, diğerleriyle arasındaki en önemli farkın köşecilerinin ismiyle sınırlı kaldığını dikkate alarak, büyük ölçüde etkili de olsa, bu gazete olamayan gazete pratiğinin sadece basın patronlarının kötü niyeti veya basiretsizliğinin değil, bir toplumsal zihniyet tarzının da sonucu olduğunu teslim etmeliyiz. Bir üstün toplumsal mertebe haline gelmiş olan bu köşe dolguları, hızlı yemek kültürünün fikir dünyasındaki denkleri ve kasaba dedikodu kültürünün büyük kente taşınmış halleri değil midir?
İnsan, kendinden ve etrafındaki her şeyden daha büyük, daha mutlak bir ideale bağlanma ihtiyacındadır. Bu ihtiyacı reddettiğinde, kendi doğasına aykırı davranmış olur. Modern insan, ve bu arada bizim Beyaz Türklerimizin çoğu, bu temel gerçeği göz ardı ettikleri için krizdedirler. Kimi düşünürlerin anlam krizi
dediği şeydir bu. Hayatın anlamını, aslında anlam oluşturamayacak şeylerde aramakta ve sonuçta anlamsız hayatlar yaşamaktadırlar.
Öte yandan modern insanın bencil ahlakı da, kendi doğasına aykırıdır. Dünyada ve ülkemizde milyonlarca insan yarı aç ve fakir biçimde yaşarken, israf ve açgözlülükle dolu bir tüketim çılgınlığı sürmek, vicdansızlıktır. Ve vicdan, ne kadar bastırılırsa bastırılsın, bu yolun yanlış olduğunu söyler insana. İnsan o vicdanı daha da bastırabilmek için uğraştıkça, insanlıktan o kadar uzaklaşır. Mutsuzluk ise kaçınılmaz bir sonuçtur; çünkü mutluluk insanlara özgü bir duygudur.
Rusya ve Türkiye gibi ülkelerde, relativizm güdük kaldığı ölçüde, modernlik esas olarak dinin arka plana itilmesi olarak algılanmış; bu da otoriter zihniyetin pekişmesiyle sonuçlanmıştır. Bireyselliğin gelişememesi karşısında modernliğin rakipsiz taşıyıcısı haline gelen devlet, dini bastırdığı ölçüde kendine yeni bir meşruiyet alanı üretmiş ve içini de milliyetçi ideoloji sayesinde doldurmuştur. Dolayısıyla bu tür ülkelerde aydın
da bağımsız değil; cemaatinden kopmuş olsa da devlete bir biçimde kapılanan biri olagelmiştir…
Türkiye'de bu aydınlar bugün iki tür olarak karşımızdalar: Biri, kendisini modern, ilerici, bağımsız addeden ama devlet referansı dışında durmayı beceremeyen; bunu fark ettiği ölçüde de meseleleri sulandırıp magazinleştirmeyi tercih eden postmodern devlet aydını
tipi… İkincisi ise, kendisini bilinçli olarak devletin hizmetinde gören, toplumu sürekli mesele yaratan bir nifak odağı olarak algılayan; devlete konuşup onu etkilemeye çalışırken, bir yandan devlet politikasının her değişiminde kendi pozisyonunu değiştirmekten gocunmayan modernist devlet aydını'. Bu ikincisini
devletin aydını
olarak adlandırmak da pek yanlış olmaz; çünkü devletin de bu tür insanları kullanmaya özellikle eğilimli olması doğal bir sonuçtur.
Türkiye'deki devlet aydınları, hep kendilerini Atatürk milliyetçiliğini koruma durumunda hissederler. Kime karşı koruduklarını ise pek söylemek istemezler, çünkü biraz deşerseniz bu hayali düşmanın ardında bütün toplumun yattığını görürsünüz. Atatürk milliyetçiliği kavramı etrafında üretilen bu söylem, gerçekte devlet aydınlarının toplumun tepkisinden korunmasına yarar. Devletçi zihniyetin karşısındaki her türlü muhalefeti bir tür devlet düşmanlığı olarak sunmak kolaylaşırken; toplumun da böylece sindirileceği umulur… Devlet aydınları için Cumhuriyet'e sahip çıkmak
gerçekte otoriter zihniyete ve toplum üzerindeki tahakküme sahip çıkmaktır…
Çin ihraç ettiği malların karşılığında elde ettiği dövizlerin bir kısmını ithalata harcıyor geri kalanını uluslar arası finans kurumlarına yatırıyor ya da dolar biriktiriyordu. Milyonlarca Çinlinin alın teri kağıt üzerine yazılan bir rakama ya da boyalı kağıt olan dolara dönüşüyordu. Kağıt üzerinde Çin yüz milyarlarca dolar alacaklıydı ama bunlar küresel sermayenin kontrolü altındaydı ve nasıl kullanılacağına onlar karar veriyordu.
(…) Bir koyundan iki post çıkmaz diyenler büyük yanılgı içindeydi ve ikinci post birincisinden çok daha fazla işe yarıyordu. Bu fonlar dünyanın siyasi çehresini belirliyor, insanların düşüncesi bu kaynaklarla beslenen kişiler kanalıyla biçimlendiriliyordu. Ölesiye çalışan Çin işçisi insanın adeta yeniden yaratılmasına sebep oluyor ama ona biçim veren kol gücünü değil aklını kullananlar oluyordu. Karl Marks haklı çıkmıştı ve işçiler dünyayı yeniden şekillendirmişti. Sadece küçük bir yanılgı söz konusuydu. Dönüşüm projesinin mimarları, yok olacağını iddia ettiği finans kapitale hükmedenlerdi.
Tüm hesapların petrole dayalı olarak yapılmasının yanlış olduğunu, on-on beş yıllık bir geleceği olan bu hesabın bizi yanıltacağını düşünüyor ve tahminlerimi petrolsüz bir ortama göre yapıyorum. Ortadoğu tüm stratejik hesapların dışına çıkarılacak ve ekonomik önemini kaybedecektir. İsrail devleti fonksiyonunu yitirdiği için giderek küçülecek ve Yahudiler başka alanlara yerleşecektir. Asıl zenginliği petrol olan ve başka herhangi bir alanda öncü konumunda olmayan bu ülkeler dünyanın en fakir bölgeleri haline gelecek ve kaderlerine terk edilecektir. Bu nedenle kimsenin Müslümanların desteğini sağlamak gibi bir endişesi bulunmamaktadır. Bu gibi hesaplar stratejik değil taktik amaçlıdır.
Batı, bu bölgelerle moral bağlarını şimdiden koparmakta ve gelecekte düşecekleri durumu hak ettiklerinin düşünülmesini istemektedir.
Herkes için servet aynı şeyi ifade etmez. Bugün dünya yeni bir şekil vermek isteyen küresel sermaye de hem büyük servete sahiptir hem de çok daha büyük servetleri kontrol etmektedir. Ama onların bir dünya hayal ettikleri ve bunu gerçekleştirmek için tüm varlıklarını riske attıkları da bir gerçektir. Mesela Soros'un herkesi kıskandıracak bir yaşam sürmek yerine dünya devleriyle mücadele etmesi, Bush yönetimini düşman ilan etmesi nasıl açıklanabilir? Gerçekte sistem onunla çatışmamaktadır ve siyasete yön vermeğe kalkmasa tam bir güven içinde yaşayacaktır.(…)
Bir ülkede servetin kölesi olan insanların sayısı çoksa ve bunlar ülkenin yönetimini ellerinde tutuyorsa oradan dünyaya yön verecek bir davranış beklenemez. Güneydoğumuzda insanlar güçlerini yerlere attıkları parayla ölçüyorsa burada bir gelişme olmaz. Yeni bir dünya kurmak için parayı kullanmak akıl ve bilgelik ister.
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.