Patronsuz Medya

Fil ayağı ağacı ve arılar

Bu anın tarifsiz bir tadı var. İnsanlar daha yaşama işine başlamadı. Aynalar, sandalyeler, halılar ve dolapların sessiz bakışları altında uykularını uyuyorlar binlerce odada. Korku ve endişeleri en sadık köpekten bile daha sadık, uykularının kapısında yatmış bekliyor.

Güneşin ilk ışıklan yüzüme vuruyor.

Bahçenin kokusunu ciğerlerime getiren derin bir nefes alıyorum.

Sevmek mutsuzlukla yapılan bir abonman anlaşmasıdır. Çünkü her şey geçicidir, her şey değişir, her şey kaybolur. Statik olan hiç bir şey yok. Hayatın hüznü bundan gelir. Gördüğünüz her güzelliğin içinde o güzelliğin yokluğunu da görürsünüz. Her mutluluk, sonu ile birlikte vardır. İnsan, bilinçli veya bilinçsiz, bunun farkındadır ama mantıksız bir inatla, kendi dahil, her şeyin aynı kalmasını ister.

Sevmeye başladığınız an kaybetmeye başladığınız anın başlangıcıdır.

* Metin Münir (Vatan)

Kargaların taş devri

Şimdi 5 bin sene geriye gitsem -ne harika olurdu; adayı dereler kurumadan, ormanlar yokolmadan, hayvanlar tüketilmeden ve insanlar çoğalmadan önce görmek- ve bir eski adalı ile karşılaşsam onunla konuşamazdım. O taş devrinde olurdu. Emektar Daihatsu'mu, saç modelimi, Eu Sauvage tıraş losyonumu, şortumu ve tişörtümü, cep telefonumu, lisanımı anlaşılmaz bulurdu. Belki de beni öldürür veya esir alırdı, değişik ve potansiyel olarak tehlikeli olduğum için. Belki bağırarak kaçardı.

Ama karga 5 bin sene geriye gitse ve eski bir karga ile karşılaşsa hemen anlaşırlardı. Kokuları, ötüşleri, kokulan, huyları aynı kaldı.

Kargaların taş devri olmadı. Bir yere gidiyorlarsa, bizden yavaş gidiyorlar.

Biz sinirli ve mutsuzuz, çünkü süratli ve doyumsuzuz.

Acele ediyoruz. Ama niye?

* Metin Münir (Vatan)

Milliyetçilik ve yatırım

İttihat ve Terakkiciler için bu transformasyonu gerçekleştirmek bir ölüm kalım savaşıydı. Osmanlı İmparatorluğu'nu meydana getiren milletler teker teker baş kaldırmış, yaşam sahalarındaki Türkleri katletmiş ve sürmüş, kendi devletlerini (Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan) kurmuşlardı. Her biri ayrı bir milleti destekleyen ve Osmanlı İmparatorluğu'nu ortadan kaldırmak isteyen İngiltere, Avusturya ve Rusya gibi güçlerin bu kopuşlarda büyük rolü oldu.

Türkler nerede yaşayacaktı? İttihat Terakkiciler Anadolu'ya baktıklarında dış düşmanlar tarafından desteklenen ve sadakatine güvenilmesi mümkün olmayan birçok azınlık gördüler. Bu onları korkuttu. Anadolu azınlıklardan temizlenerek Türkler için güvenli bir yaşam sahası haline getirilmeliydi. Etnik temizlik neredeyse paniğe dönüşmüş olan bu korkuyla başlatıldı.

Türkler, bu bağlamda, bir İngiliz tarihçinin dediği gibi, Osmanlılar'dan bağımsızlığını kazanan son millettir. Milliyetçilik, İslâmdan sonra Türklerin ikinci dini oldu ve öyle olmaya devam ediyor.

* Metin Münir (Vatan)

Gerçek ihanet ve toplumsallık

Gündelik hayat gerçektir ama kaos değildir. Kaosu engelleyen bir biçimde asgarî kodlarla konuşur ve anlaşır gündelik hayat. Bu kodlar asgarî bir soyutlama düzeyidir ve bu soyutlama işini dil sağlar… Selamün aleyküm dersiniz dükkândan içeri girdiğinizde; hayırlı işler dilersiniz; bir şey demeseniz bile gülümsersiniz; el sıkışırsınız. Başkasıyla karşılaştığınızda ilk akla gelen kavga etmek değil; anlaşmaya çalışmaktır; tanışmaktır… Tanıştığınız için anlaşabileceğinizi düşünmektir; kelimeleri yumuşatmak, tabii sen de haklısın ama… gibi formüller kullanmaktır… Duygu, sevgi gibi referansların olduğunu bilmektir.

(…) Bu nedenle, kutuplaşma gerçek toplumsalı esir alma operasyonudur; gerçek sesi ya da gerçeğe en yakın sesi boğma operasyonudur; kimliği sabitlemek ve sabitledikten sonra onun altındaki her şeyi öldürmektir. Müzakere içinde oluşan ve sürekli dönüşen dil ve onun kodlarının üzerine kurulan her üst dil, o gündelik hayatı gerçekliğinden koparır. İnsan sıcaklığını, anlaşma kapasitesini, yaratıcılığını parçalar…

Ve bu nedenle, ne yapıp edip toplumsalı yaşatmak için, kibirli liberal ve küfürbaz milliyetçi hezeyanların bu memleketin insanlarını sırtından bıçaklayan ihanetini boşa çıkarmak için kutuplardan uzaklaşmak, ara yerde yeniden yeni bir dil inşa etmek gerekiyor.

* Ferhat Kentel (Gazetem)

Normallik ve hegemonya savaşları

Sonunda savaş görünümlü garip bir durum ortaya çıkıyor. Toplumu dönüştürmek üzere mücadele vermiş olan bir zamanların seçkinci zihniyeti bugün dile gelen talepler karşısında alabildiğine gelenekselci bir tavır alıyor. Zorla veya ortalamanın onayıyla kurmuş olduğu hegemonyanın normal olduğunu vargücüyle ispat etmeye çalışıyor.

Ancak, toplumun içinde özgürce yaşamak isteyen kesimlerin giderek daha da farkına vardığı gibi, normallik egemenlerin dilidir. Modernliğin normalliği de toplumun çoğulluğunu egemenlerin normlarına indirgeyen bir özelliktir ve egemenin normalliğini evrensel mutlak bir normallik / ulusallık gibi gösterir. Kafa göz kıra kıra dayatılmış olan bu normallik altında konuşmak çok zordur; bu normalliğin altında farklı sesler yok olmasa bile duyulmaz olmuştur.

* Ferhat Kentel (Gazetem)

Sol faşizm

İhtirasla sarıldıkları değerler önemini kaybettikçe onların kuşkusu ve kendilerine olan inançları daha da arttı.

İyiydiler, merhametliydiler, şefkatliydiler, solcuydular ve değişimden nefret ediyorlardı.

Değişim kötüydü.

Onların insan sevgisinden garip bir nefret, değişim karşıtı bir devletçilik, yabancı düşmanı bir milliyetçilik doğdu.

Farkına bile varamadıkları bu gelişimin sonucunda kendini solcu zanneden birçok iyi insan kendilerini faşistlerle aynı safta buldu.

* Ahmet Altan (Gazetem)

Safsata nedir?

Rudolf Hess Nurenberg duruşmalarında gaz odalarını anlatırken gayet soğukkanlıydı; oysa ben Ermeni Soykırımı sözü karşısında tiksinti duyuyorum; o halde bizimkiler Ermeni katliamı yapmış olamaz.

Alev Alatlı (TRT1'de Tarihin Tanığı programında Etyen Mahçupyan'ın görüşlerini çürütüyor)

* Faydalı bir eser: Safsata Kılavuzu)(kaynak: alevalatli@egroups.com)

Kaos dönemecine girerken

Diyelim ki ne Marduk var, ne iklim değişimi, ne bir başka doğal afet. Varsayalım ki, doğal ve evrensel değişkenler açısından her şeyin sözgelimi en az bin yıl sütliman olacağını biliyoruz. O zaman mutlu mu olacaksınız? İyimserliğiniz geri mi gelecek?

Çok mu seviyorsunuz, bu şirin küresel finans-kapital düzeni içinde, banka hesaplarınız ve kredi kartları borçlarınızla, işsizlik ödeneğinizle, kiralarınız ve icra masraflarınızla, Sevgililer Günü programınız, prezervatifleriniz ve bütün bir yıl boyu taksitle ödediğiniz tatillerinizle kucak kucağa yaşamayı? Sizi sıkan şey, asla değiştirilemez, bu hep böyle gider denen ve bütün iletişim kanallarından yayılan bu mesajla üzerinize yılgınlık tohumları eken sistemin, doğanın (ve kaderin) bir cilvesiyle kendi kendine sarsılmasının getirdiği rahatsızlık mı?

Erich Fromm'un dediği gibi, özgürlük ağır bir şey ve belli sorumlulukları, teslimiyetçilikten uzak durmayı gerektiriyor. Ama içinde bayıla bayıla, sushi'ler yeyip reality show'lar izleyerek yaşadığınız bu sistemin ruhu, özü, ilikleri bile sizin teslimiyetçiliğiniz üzerine kurulu. Kim iyimserliğinizi yok ediyor şimdi? Marduk mu?

* Burak Eldem (DerKi)

Barış, Hakikat ve Adalet Adına Orhan Pamuk'a açık mektup

Orhan Pamuk'a gelince: teessüf ettiğim, Pamuk'un Müslüman ve Türk kimliğinin son artıklarından kurtulma, Avrupalı düzene entegre olma azmi değil, bunu çok gördük. Teessüf ettiğim, Pamuk'un Batı medyası nezdinde inanılırlık ihdas etme çabası içinde Türkiye'yi Batı medeniyetinin anti-tezi olarak küçümsemesi de değil, bunu da çok gördük. Teessüf ettiğim, özetleyegeldiğim faciaya rağmen yaşayakalmakta başarılı olmaktan gayrı bir ayıbı olmayan Türkiye'nin şamar oğlanı yapılmasına seyirci kalmaktan öte yüreklendiriyor olması. Teessüf ettiğim, bir Türk yazarının başarısından duyduğum keyfi böylece boğazıma tıkarken, bu toprakların insanlarının Batı kamuoyu nezdindeki başarılarının hemen her zaman liyakat dışında bir takım pazarlıklara tabi olduğu şeklindeki sakatlayıcı duyguyu bir kez daha hortlatmış olması.

* Alev Alatlı (…)

Sömürge aydınının sömürgeleşmiş bilinci

Zamanla, sömürgeciliğin yerleşmesiyle ikinci bir sınıf ve kesim oluştu: Sömürgecinin ideolojisini içselleştirmiş, onun düşünce değerler kalıbını içselleştirmiş, yaşam ve tüketim tarzını benimsemiş modern mektepliler taifesi… İşte şimdilerde kapitalizmin çevresinde yer alan ülkelerin eğitimden geçmiş, diplomalı eliti bu guruba dahildir ve bunlara aydın deniyor. Elbette sosyolojik anlamda, yoksa bunların işlevi gerçek aydının (entellektüelin) inkârıdır.

Aslında bu kesim emperyalist merkezlerde oluşturulup-yayılan egemen ideolojiyi içselleştirdiği ölçüde, kendi gerçekliğine, kendi toplumuma, kendi ülkesine, kendi gerçekliğine, kendi çevresine, kendi coğrafyasına yabancılaşıyor.

Saçma gelebilir, ama ne kadar çok yabancılaşır, bilinci ne kadar sömürgeleşip soysuzlaşırsa, kendini o kadar muteber sayıyor ve emperyalist merkezler nezdindeki itibarı da o ölçüde artıyor. Ben bu kesime emperyalizmin ideolojik taşeronları demekte bir sakınca görmüyorum. Nasıl emperyalizmin diğer taşeronu olan komprador burjuvazi, emperyalist merkezlerden teknoloji ve bilgi ithal ediyor ve ürettiğinin bir kısmını içeride bir kısmını da dışarıda satıyorsa, ideolojik taşeron da anahtar teslimi düşünce, bilgi, bilim, estetik unsurlar ithal ediyor…

* Fikret Başkaya (Özgür Üniversite)

Merhaba

Genç olsam, belki bu tempoyu sürdürebilirdim; bunu arzu da ederdim. Kimi insan duygusal aşırılıktan, sevgilerin ve öfkelerin dalga dalga gelmesinden güç alır! Ben, galiba öyle bir kişiyim. Ama her aşırılıkta yıpranmaya giden bir yol vardır. Ve de tümüyle hatalı olmayan dedelerimizle babalarımızın dediği gibi, keskin sirke sadece ve sadece küpüne zarar verir.

Bakın; göreceksiniz ki dünya hep artılar ve eksilerin dengesindedir. Ve istikrar, daima iki yükün eşit olduğu denge durumunda; veya itidalde, yani orta yolda, orta karardadır.

Şimdi ben özel yaşamımda bu dengeyi bulmaya gidiyorum. Her şeyi yeniden olması gereken yere oturtmak üzere çaba sarfedeceğim. Bir bakıma artık kamusal hiç bir özelliğim olmasın istiyorum. Yani bu benim için yeni bir başlangıç. Bir tür şeb-i aruz.

* Hakkı Öcal (Mutasyon)

Dr. Hakkı Öcal ile Röportaj

Gazetecilik, meslek olarak varlığını, sadece halkın haber edinmek ve böylece kendi fikrini oluşturmak için sahip olduğu vicdan özgürlüğüne borçludur. Özgür bir vicdan, ancak bunun özgürce ifade edilmesi ile sağlanabilir. Yani gazeteciliğin birincil işlevi bireyin ifade özgürlüğüne teminat sağlamaktır.

Bunu kimin, nasıl yapacağına dair kararı olsa olsa, yayın organının sahibi veya onun yetkilendirdiği bir memuru, kendi serbest iradeleriyle vermelidirler.

Fakat burada şöyle bir teorik itiraz veya başka bir izah tarzı dile getirilebilir: Korporatif siyasal düzen toplum için önem taşıyan üst yapı kurumlarının sahipliğini, kendi merkez kadrosu içine alabildiği (incorporate edebildiği) kişilere veriyorsa, o zaman bu kişiler de kadrolarını kendilerinin merkez kadrosundan atılmalarına (ve yayın organının ellerinden alınmasına) sebep olabilecek kişilerden seçmeyeceklerdir. Seçilen kişiler de korporatif sistemin ellerine halk adına kullanacakları bir bir hakkın icrasından ibaret olması gereken mesleklerini yapabilmeleri için bir ruhsat vermesine ses çıkartmayacaklardır.

* Cemil Alpay SünnetçiHakkı Öcal (Mutasyon)

Balık ve olta arasındaki fark: İYS

Ve en son olarak da Internet'i RTÜK kapsamına almaları rastlantı değildir. Çünkü Internet'in son 120 yıllık tarihimizde ilk kez halkın içindeki çeşitli çıkar gruplarının, kültür sınıflarının, inanç gruplarının kendi iletişimlerini özgürce yapmaları imkânını sağlayacağı anlaşıldı. Yetkeci bir sistem buna tahammül edemez. Ya en kısa zamanda Internet'i Çin'deki gibi tümüyle denetim altına alırlar ve kimin hangi IP aralığındaki adresleri ziyaret edebileceğini tek tek belirlerler; ya da en klâsik yönteme başvururlar: halkı korkutur ve sindirirler. Çin gibi, halkı uysal olmayan ülkelerde sistemin çok sıkı ve pahalı denetim mekanizması kurması gerekir. Türkiye gibi halkı geleneksel olarak uysal ve devlet kavramına saygılı ülkelerde ise buna gerek olacağını sanmıyorum: Türkiye için seve seve! gibi bir kampanyayı geliştirip savunabilen bir halkı denetlemek için Yapmayın kardeşim ayıp oluyor! Vatanı mı böldürmek istiyorsunuz! demek yeter de artar bile.

 

61
Derkenar'da     Google'da   ARA