Patronsuz Medya

Karen Fogg'un E-maillerini Ortaya Çıkaran Hacker ile Konuştuk

Polise, milli istihbarata, hatta genel kurmaya vermek geçti içimden. Ama bunu nasıl yapabileceğimi bilmiyordum. Nasıl karşılanacaktı? Kaldı ki bunlar içinde en çok güvendiğim de askerdi. Polis de, MİT de siyasetin daha fazla kontrolü gibi gelmiştir bana. Bu işleri bildiğimden değil tabii, sadece hissiyat bu. Siyaset düşmanı da değilimdir, yanlış anlaşılmasın ama halimiz de ortada değil mi? Hele o günlerde bu kurum da Mesut Yılmaz'ın ANAP'ına bağlı durumda. Malum, Mesut Yılmaz Avrupa Birliği davasının önde giden bir heveskârı, neferi konumda. Adının karışmadığı yolsuzluk, uğursuzluk da kalmamış biri. Kişisel olarak da hiç hazzetmediğim bir adam sonra. ANAP zaten başımıza bütün bu Küresel çorapları ören odak olmuş. Askere ise nasıl ulaşabilirim, hiç bir fikrim yok. Basın yayın organlarına verilebilir ama onun da riski büyük… Ama tarihi bir fırsat var elimde. Kaçırmamam lâzım. Kim kullanabilir bütün bu belgeleri diye düşünmeye başladım…

* Tayfun Salcı (Gerçek Hayat)

Film gibi Bağdat macerası

Kafamda yankılanan sadece tüfek sesleri değildi, DynCorp adı da dönüp duruyordu. Daha sonra küçük bir araştırma yaptım ve bakın ne buldum: DynCorp, Bağdatın her yerinde mevcuttu. Bir Özel Askeri Şirket (Private Military Corporation: PMC) adıydı. DynCorp 1940'larda oluşmaya başlamış ve 1970'lerde Başkan Carter döneminde binlerce CIA elemanının işten kovulmasıyla birlikte kadrosunu geniletmeye hız vermişti.

PMC'ler, ki saayıları epeyce çok, genellikle emekli generaller, CIA memurları, antiterrör uzmanları ve Özel Kuvvet elemanları vb kadrolardan oluşuyor ve onlar tarafından yönetiliyor. DynCorp, oldukça masum görünen Bilgisayar Bilimleri Şirketi'nin (Computer Sciences Corp.) yan kuruluşu. DynCorp bir paralı askeri kuvvet. Aldıkları ihaleler arasında CIA'nın Kolombiya, Peru, Kosova, Arnavutluk ve Afganistan'daki örtülü operasyonları da var.

* Sean Penn (San Fransisco Chronicle) (Gerçek Hayat)

İsraf!

Ondokuz yıl evveldi. Stockholm'e gitmiştim. Bir otele indim. Geceydi. Sabahleyin, tıraş olmak için lâvaboya gittiğimde, aynanın yanında ilginç bir yazı gördüm. Lütfen diyordu, tıraştan sonra jiletinizi çöpe atmayın. Yanda bir kutu var, oraya bırakın. Bir tek jiletle dahi olsa, İsveç çelik sanayiine yardımcı olun.

Doğrusu hayretler içinde kaldım. Çocukluğumdan beri çelik eşya denince akla İsveç çeliği gelir. Birçok eşya üzerinde İsveç çeliğinden yapılmıştır diye yazardı. İşte o ülke, kullanılmış bir tek ufacık jiletin bile çöpe gitmesini istemiyor, ona sahip çıkıyor, gelen turistlere rica yollu uyarıda bulunuyordu.

Web Gezgini

Elektronik sapıklar

Bakın nelere yolaçtılar: Bu Internet ve elektronik posta muhabbeti yeni çıktığında, hemen her gazete yazarı, bir heves, köşesinin bir ucuna adresini koydu. Sözde okurla doğrudan, interaktif ilişkiye girecek, hem bilgi alacak, hem eleştirilerden yararlanacaktı.

Fakat o kadar çok sayıda sapık o kadar üzdü ki yazarları, herkes birer ikişer köşesinden elektronik adresini kaldırmaya ya da gazete adresinin dışında bir posta adresi daha edinip yazışmalarını oradan yürütmeye koyuldu, herkesin bildiği postayı da hiç açıp bakmadı artık.

Çünkü ruh sağlığı bozuk okur, yazarın da ruh sağlığını bozmaya başlamıştı! Okuduğunu kıçından anlayanlar, küfürler savuranlar, ölümle tehdit edenler ve borç para isteyenler yazarların ağız tadını kaçırmıştı.

Başka arkadaşlar adına konuşamam ama, benim hakkımda oraya buraya yerli yersiz görüşler belirten ya da beni çekiştiren ya da düpedüz haset ve nefret kusan ya da dümdüz gidenlere bir tek sözüm var:

Bendeniz bütün yazılarımı da mektuplarımı da adımla soyadımla yazarım. Küfür de edeceksem imzamla ederim, mahkemeye çıkmak gerekirse çıkarım, suçluysam cezasını çekerim.

Buncağıza yüreğiniz yetmeyecekse, kimsenin sizi adam yerine koymasını beklemeyin.

* Engin Ardıç (Akşam)

Felluce'den mesaj var

16 Kasım, Felluce Mücahitler Konseyi'nin açıklaması. . Amerika'nın Felluce'yi kontrol altına aldığı iddiaları tamamen yalan. Direnişçiler kentin ana caddesini ve merkezi noktalarını savunulması zor olduğu için kendileri terk edip mahallelere çekildiler. ABD sadece buralarda hakim. ABD askerleri bu bölgelere girmeye cesaret edemiyor, çatışmayı göze alamıyor, ağır zayiat vereceğinden korkuyor. Kenti sadece uzaktan bombalayıp enkaza çeviriyor. ABD'nin bin direnişçi öldürdüğü iddiaları yalan. Şu ana kadar sadece 100 direnişçi şehid oldu. Bombardıman sivilleri öldürüyor. Dünya medyasını gerçekleri görmesi için Felluce'ye davet ediyoruz. Amerika bir medya krizi yaratıyor çünkü bazı bölgelerde direnişçiler tarafından kuşatıldılar. Dört yüz ABD askeri öldü, yüz elliye yakını esir alındı. Helikopterler ve F-17 savaş uçakları düşürüldü. Çatışma bölgeleri ABD tanklarının enkazıyla dolu.

* İbrahim Karagül (Yeni Şafak)

Felluce, yeni dialektik ve

Bugün modern, konforlu ve konformist hayatlarımız, tahayyüllerimiz ve dillerimizle biz Felluce'ye gitmeyeceğiz; gidemeyeceğiz. Ama o dil orada konuşuyor ve bizim burada oturduğumuz yerden, bilgisayarımızın başında, evlerimizde, sokaklarımızda, okullarımızda yapacağımız bir şeyler var: Önce, Felluce'deki Yemenlinin dilini devrimci bir dil olarak kabul etmek. Sonra direniş literatüründe ona ve oradaki tugaylardaki diğer gönüllülere yer açmak. Orada savaşan insanların dilinin önünde saygıyla eğilmek ve ona itibar vermek. Duvarlarımıza Che'nin yanına isimsiz Yemenli'nin posterlerini asmak. Çünkü onlar gerçekten bunu çok hak ettiler; çünkü onlar sadece kendi onurlarını değil, bizimkini de kurtarıyorlar.

* Ferhat Kentel (Gazetem)

Ölüm sessizliği

Bu siyasî analiz değil, insanlık sınavı, bilgi yarışması değil, kazanan 500 milyar almayacak, insanlık onurunu kaybedecek. Tarihin zor bir dönemindeyiz, küçük hesaplar yapacak zaman değil. Tüm bu olanlara tanık olduktan sonra, yarın, aynada kendimize, sokağa çıktığımızda diğerlerine ne yüzle bakacağız, artık konu bu. Almanya'da Yahudi soykırımı döneminde yaşayanlar, hiç bir şeyden haberleri olmadığını iddia edebildiler. Artık kıyım, vahşet, barbarlık, televizyonlardan, neredeyse naklen yayımlanıyor, bizim o mazeretimiz de olmayacak.

* Nuray Mert (Radikal)

Türkiye'de okur temsilcisi olmak

DMG Yayın İlkeleri açıktı: Soruşturması gazetecilik olanakları içinde bulunan haberler, soruşturulmaksızın ve bundan ne sonuç alındığı belirtilmeksizin ve / veya doğruluğundan emin olunmaksızın yayınlanamaz. Önce gazetenin genel yayın yönetmenine gittim. Bu konuda hiç bir şey duymak istemiyorum. Sen de konuya hiç girme, yazarsan yayınlamam yanıtını aldım. Bunun üzerine yönetim kurulu başkanına giderek konunun vahametini anlattım. Kaygıyla dinledi ve Derhal ilgili kişileri arayacağım, sen araştırmalarına devam et dedi. Düzeltme yazısını hazırlamaya giriştim. Ankara temsilcisi kendisine gönderdiğim soruları bunlar incitici diyerek yanıtlamayacağını ima etti. Yönetim kurulu başkanı hazırladığım düzeltme yazısında paylaşmadığı ifadeler olduğunu söyledi. Derken gazetenin sahibi aradı; söz konusu haberin doğruluğundan kuşku duymadığını, haberi yazan kişiyi çok sevdiğini belirtti ve yazıyı tamamen değiştirip haber'i savunan bir yazı kaleme almamı istedi. Kendisine Uygun görüyorsanız yazının bu haliyle yayımlanmasına izin verin, aksi takdirde hiç yayımlanmasın dedim. Düzeltme yazısı 28 Haziran'da yayımlandı, fakat bundan 10-15 gün sonra CNN Türk'te 3, 5 yıldır sürdürdüğüm Soru-Cevap programı yayından kaldırıldı; Eylül ayı ortasında da Milliyet ombudsmanlığına veda yazısı yazmam bildirildi. O yazı dahi yayımlanmadı. Sonuç itibarıyla, okur temsilciliğinin gereğini yerine getirip, bir yalan haber'i düzelttiğim için görevlerimden ayrılmak zorunda bırakıldım.

* Şahin Alpay (Zaman)

Dil bozumu

2 hafta içinde temizlenmesi . Demek öyle. Demek bu ancak temizlik olabilir. Silahının kanıyla işgalci ve dilinizin kiriyle siz temizlikten söz edeceksiniz. 100 binden fazla ölünün üstüne yenileri, temizlik sayılacak. ABD öyle diyecek ve siz bu ülkede, bir Evanjelist komutan, kendisini Tanrı sanan bir Bush, bir işgalci diliyle kusacaksınız.

Sonuna kadar gideceğiz . Demiştir. Onun sonu ne? Bir fikriniz var mı? Belki bir İngiliz, İtalyan, Fransız, Yunan komutan da bir zamanlar öyle demişti. Nedir son? Kaç bin ölü, işgal altında kaç ülke?

Komutanlar Tarih yazacağız diye moral veriyor. Demek tarih böyle yazılır. Kimin tarihi? Nasıl bir tarih? Siz bir işgal tarihinin işbirlikçi katibi misiniz?

Bozuk, ayıplı, yamuk gazete dili zaten haberin içinde tam sürçüyor:

Allavi basın toplantısı yaraka… Aynen öyle. Gazetenin haberinde, işbirlikçi kuklanın yaparakı işte bu hale gelmiş. Artık yalaka mıdır, başka şey mi, bilmiyorum. O dile münasip!

* Umur Talu (Sabah)

Kötüyü keşfetmek

Ne zaman ki, aran şekerrenk olur, hatta o kadar derin, kadim, sözde taş gibi dostluğun yanında esamisi bile okunmayacak yoktan bir sebeple kara kedi girer, dişler bilenir…

Dönersin geriye geriye…

Ne pis bir herif, ne yılan bir kadın olduğunu ballandıra ballandıra, soslaya soslaya, iğneleye iğneleye, canını çıkara çıkara anlatırsın.
Ve kendine dair en ufak bir acaban, kendinle ilgili en küçük bir kuşkun, geçmişteki körlüğüne yahut şimdiki gözü dönmüşlüğüne ilişkin en sıradan bir tereddüdün olmaz.
Kendini yüceltmek için, ötekini yerin dibine batırırsın. O battıkça, sen yüzersin ya!
Birbirinin kişiliğinden çok şöhretine, şöhretlerin sinerjisine, yalak yaltak enerjisine hayran olanların, ötekini değil, ötekinin kendisini sevmesini sevenlerin, kendisine tapmasına tapanların büyük ve kaçınılmaz keşfidir bu.

Ve bu keşif anına kadarki birlikteliklerine dostluk denir!

Asla pişmanlık duymadığın şeydir dostluk.

O yüzden de, maalesef, çoğu zaman yalandır.

* Umur Talu (Sabah)

İlâççılar IMF'yi bile devreye soktu

Bir gün Bağ-Kur'a gittim. Bir odada tavana kadar fatura var, üç eczacı oturmuş kontrol ediyor. Kontrol edilmişlerden bir tane çektim. Kanamayı durduran bir ilâçla ilgili tam 52 milyar liralık bir reçeteydi. Hemen incelesin diye müfettişi çağırdım. Doktor, Reçetedeki imza benim değil diyor. Hasta, Ben bu ilâcı almadım diyor. Peki müfettiş, bu sahte reçeteyi savcılığa vermesi gerekirken ne diyor? Onun yazdığı rapora bakın. Her ne kadar imza doktora ait değilse de, Bağ-Kur'lu şahıs bu ilâcı almadığını söylemişse de, eczane bu ilâcı verdiğini söylediği için, bu paranın eczaneye ödenmesi gerekir ve bilâhare… diyor. Bu kez müfettiş hakkında soruşturma açtırdım. Müfettiş sadece kınandı.

</q Eller (Albrecht Durer) >

Eller

Bu durum karsisinda iki kardes kendi aralarinda kura cekmeye ve kazananin sanat okuluna gitmesine, geride kalanin daha cok calisip diğer kardesi okutmasi yonunde bir karar aliyorlar. Albert ve Albrecht arasindaki bu kurada okula giden donuste diğer kardesi okumasi icin okula gonderecek ve kendisi de madende calisacakti.

Kurayi kazanan Albrecht okula gider ve butun ogretim gorevlilerini kendine hayran birakarak cok buyuk basarilar elde eder. Okulu birin cilikle bitirdiginde yoredeki butun okullarda ismi bilinmektedir. Eve buyuk bir gururla doner. Ailesi Albrecht onuruna guzel bir yemek verir. Kendisini oven konusmalardan sonra Albrecht soz alir ve kendisine bu basarilari yasatan kardesine tesekkur eder. Simdi siranin kardesinde oldugunu ve okumaya gonderecegi kardesi icin madende calismaktan buyuk gurur duyacagini soyler.

Kardesinin yaniti ise; -Imkansiz sevgili kardesim seklindedir. Seni okulda okutabilmek icin calistigim senelerde butun parmaklarim madende defalarca kirildi ve degil kalem tutmak, senin serefine su sarap kadehini bile zor tutuyorum.

Kardesinin durumuna hakikaten uzulen Albrecht ise kendisini dunyanin en unlu ressamlari arasina sokan o ellerin, kardesinin ellerinin resimini cizer. Ekte gordugunuz butun dunyanin Praying Hands (Dua eden eller) olarak bildigi, esas ismi Hands (Eller) olan resim Albrecht Durer'in kardesininin elleridir.

 

75
Derkenar'da     Google'da   ARA