Patronsuz Medya

Adet kanamasından özgür

Hem derler ki, medeniyet şimdi olduğu halinde olmasaymış adet kanaması da başka türlü bir şey olacakmış. çoğu kadın dikkat etmiştir, aynı yerde yaşayan, aynı yerde çalışan, zamanının çoğunu birlikte geçiren kadınların adet kanamaları aynı dönemlere denk gelir. işte medeniyetin insanları birbirinden koparmadığı en eski zamanlarda, bütün kadınlar aynı dönemde adet görürmüş. ama daha önemlisi şu, yine denir ki kadınlar, bedenlerine bu kadar yabancılaşmadıkları dönemlerde adet kanlarını tıpkı çişlerini tutar gibi tutabilirlermiş ve öyle pede mede ihtiyaç duyulmazmış. hatta yine denir ki, tıp birazcık uğraşsa bu işe şimdi de çare bulunurmuş ama bu konuda araştırmaları finanse edecek kuruluşlar olmuyormuş. oysa karşı araştırmaları finanse edecek kuruluş bir sürü. hatta öyle hale gelindi ki, adet olmadan da ped kullanılıyor. bir de daha şaşırtıcısı, insan bedeninin nasıl da her şeye uyum sağladığının bir göstergesi olarak, savaş benzeri durumlarda (yani kadınlar bizzat savaşıyorken) kadınlar adet görmüyormuş.

* Ayşe Düzkan (Gazetem)

Tandır Ekmeği Medyası'ndan darbe kışkırtıcısı yayınlar

Hem yakınıyoruz, dünya bizi hâlâ, geri ve çağdışı bir şark memleketi sanıyor diye. Hem de sabah erken kalkanın ihtilâl yaptığı', bırakın paşaları, genç subay ya da Harbiyeliler'in bile darbe peşinde koştuğu bir ülke görüntüsüne hak verdirecek, haberler, yorumlar, manşetler yazıyoruz. Hangi hesap, plan, senaryolar ve ülkeye hangi iyilik için? Kamuoyu yoklamalarında, TSK hep yüzde yüz oranla en güvenilir kurum olarak liste başında dururdu. Siyasetçi ve medya tayfası hep sonunda olurdu.

Oysa hafta sonu açıklanan Sonar anketine bakarsanız, AKP ile TSK arasındaki gerilimlerde kim haklı? sorusuna verilen yanıtta TSK haklı diyenlerin oranı ilk kez yüzde 50'nin altına inmiş. Yüzde 40'larda. Neden?

'Tandır ekmeği medyamız sayesinde. Bir gün demokrasi ertesi gün ihtilal diyen, ikide bir asker, darbe manşetleri çekip, demokrasinin temeli sandığa, halka, seçmene burun kıvıran, seçimle gelenin, seçmen eliyle gönderilmesi sabrını gösteremeyen, bu demokratik kültürsüzlük yüzünden. Dünyanın hangi parlamenter-demokrasisinde, medya demokrasiye, seçime, sandığa, ülkenin parlamentosuna, sivil kurumlarına böylesi inançsız, güvensizdir? Hangi çağdaş, demokratik ülke medyasında bu kadar çok ordu - asker manşeti - haberi yazılır, ihtilâl heveskârlığı yapılır, ordu göreve çağrılır!

* Zülfikâr Doğan (Akşam)

Köşeler devletin ve istihbaratın malı da değil

Sadece eleştiri yöneltme, hatta ölümcül tenkitler yapma yeri değildir köşeler. Ne yazık ki Türkiye'de yanlış bir ilk tanımlamadan doğan zincirleme medya kazası var. Adeta kim ne kadar çok çimdiklerse, hatta ne kadar çok hakaret ederse o cesur gazeteci oluyor. Şöhretini hakaretin dozuna borçlu kalemler var bu ülkede. (…)

'Köşeler babanızın malı değil. dedi Hürriyet Yayın Yönetmeni. Yerden göğe kadar haklı. Fakat eksik. Ertuğrul Bey'in açtığı yoldan devam etmek lâzım. Burası Türkiye; bir şeyin ne olduğunu anlatabilmek için ne olmadığını tarif etmek zorundasınız. Meselâ denebilir ki köşeler devletin de malı değil, istihbaratın da malı değil, patronların malı değil. Dolayısıyla köşe yazarı, ne emir kuludur ne de tetikçi.

Yazar köşesini sorumsuzca kullanamaz; eğer böyle bir yeltenme olursa karşısına yayıncılığın evrensel ilkeleri çıkmalıdır. Genel yayın ilkeleri, yazara belli ölçüler verir vermelidir. Meselâ der ki; insanların, kurumların, kuruluşların onuruyla oynayamazsın. Eleştiri kutsal bir haktır; fakat tenkit başka bir şeydir, hakaret, taciz, karalama, iftira bambaşka.

* Ekrem Dumanlı (Zaman)

Matrix, nereye Reloaded?

Gerçi acayip durumlar bu memlekete yabancı değildir. Sözgelimi, nüfusun en az yedide birinin günde bir kaç dolarla yaşamaya gayret ettiği bir coğrafyada hakikatin nasıl bir şey olduğunun anlaşılması, kabul edersiniz ki, gayet önemli bir mevzudur. Bu hakikatin anlaşılması, her şeyden, hatta hakikatin kendisinden daha da önemlidir.

Matrix filmini yapan Waschowski kardeşler için farklı coğrafyaların bir önemi yoktu elbette. Bu yüzden mesele filmi ya da söylediğini eleştirmek değil, bizim coğrafyamızda filmin nasıl ele alındığıdır. Diyeceğimiz şu ki, memleketimizde hakikatin ne olduğunu anlamak için bu denli uzak göndermeler yapmaya gerek yoktur. Hakikat hemen yanı başımızda mevcuttur. Bizim bunu idrak etmemiz için de mavi hap kırmızı hap olayına girmemize hiç gerek yoktur.

* Barbaros Devecioğlu (NTV)

İstanbul Depremi ve İrtica yine.

1912 Depremi'nde yaşananlardan, o depremdeki yıkımdan yola çıkarak söyleniyor ki, bu yeni depremde en az üç bin bina yassı kadayıf gibi olacak. Bu binaların beşinci, altıncı katları birinci katlarına yapışacak. Yine 1912 Depremi'nden bugüne bakılarak söyleniyor ki, İstanbul nüfusunun en az yüzde beşi, yani en az altmış bin kişi bu yeni depremde, daha ilk anda ölecek.

Bu kadar iyimser olmayanlar da var; çoğu kaçak, inşaatında eksik demir ya da çimento kullanılmış, zemin etüdü yapılmamış, ömrünü tamamlamış 700 bin binaya bakarak diyorlar ki, o binaların yarısı İstanbul Depremi'nde yıkılacak. İzmit'in başına gelenlere, orada her yıkılan binanın en az bir can almasına bakıp diyorlar ki, bu depremde ölü sayısı 60 binin kat kat üstünde olacak.

Doğal gaz, şansımız ve biraz zamanımız varsa ancak ana vanadan kesilecek: binlerce doğal gaz kutusu tahrip olacak ve şebekede dolaşıp duran gaz, İstanbul'un üstü yıkılırken, altından ateş olup fışkıracak.

Ve o sırada orada kimse olmayacak: Çünkü hastanelerin, itfaiye binalarının çoğu kendi enkazının derdine düşecek. Hâlâ çoğu sağlamlaştırılmayan otoyollar çökecek, viyadükler yıkılacak. Ülkenin geri kalanı topluca ve hemen yola koyulsa, bırakın enkazlara koşmayı, toplam nüfusun beşte birini barındıran, ekonomik aktivitenin yarısından çoğunun gerçekleştiği İstanbul'a giremeyecek bile…

Dehşet filmi gibi ama, beklenen bu.

* Alev Er (Gazetem)

Meğer ki dünyayı boşaltsınlar!

Medeniyetlerini üstüne inşa ettiklerini iddia ettikleri bilimsel düşünceyi sürdüreceklerse, Yeni Fizik'in kurallarına biat etmek zorundadırlar. İnsan toplumlarının dinamik sistemler olduğunu, kaos paradigmasının, şu anda Bağdat'ta, Basra'da bir yerde kanat çırpan bir kelebeğin fırtınaya sebep olabildiğini kanıtlayan Kelebek Etkisini unutmamak, ne kadar iyi düzenlendiği, denetlendiği sanılırsa sanılsın, herhangi bir kıpırdanmanın tüm dünyayı sarsacak değişiklikler yaratabileceğini göz ardı etmemek durumundadırlar.

Yeni fiziğin kuralları bize ateş olsa cürmü kadar yer yakar küçümsemesinin yerini, bir mıh bir nal kurtarır, bir nal bir at kurtarır, bir at bir atlı kurtarır, bir atlı bir muharebe kurtarır, bir muharebe bir ülke kurtarır tekerlemesine bıraktığını söyler.

Zorun oyunu bozduğu da bir vakıadır; ama dünyayı boşaltmak pahasına!

* Alev Alatlı (Zaman)

Apoletli gazeteciler yine işbaşında! Amaç: Tabii ki Darbe!

Hasan Cemal geçenlerde (29 Nisan) Askerin yanlışları ve askerle oynamak başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazıya Mustafa Kemal'in komutanların siyaset dışı kalmasını istediği bir konuşmasından alıntılarla başlayan Milliyet yazarı, 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül tecrübelerini dile getiriyor. Cemal, yazısının sonunda Türkiye'yi Batı demokrasisi yolundan saptırmak ve ATATÜRKÇÜLÜK MASKESİ ALTINDA BAASÇI, 3. dünyacı sulara çekmek için ömür boyu askeri kışkırtanların sağda solda yine sahne aldıkları ve kendilerine yeni yol arkadaşları buldukları dikkati çekiyor. diyor. Enteresan bir yorum, değil mi?

* Ekrem Dumanlı (Zaman)

Kültür kıyımı

Irak'taki 113 kütüphane'de 1494'ü Türkçe olmak üzere toplam 82 bin 258 el yazması bulunuyordu. İnsanlık tarihinin en önemli yazılı kaynakları arasında yer alan Irak'taki binlerce el yazması, yüzlerce yıl önce Moğol istilâsında yağmalanan Bağdat kütüphanesindeki eserlerle aynı kaderi paylaştı.

* Ekrem Dumanlı (Zaman)

Ben de sordum: Müslümanlar neden geri kaldı?

Tarihin ve değerlerin mutlak bir ilerleme çizgisi içerdiği fikri doğru mu? Önce bu soruyu soracaksınız. Birçok modern aydın gibi siz de dünyayı ilerleme-geri kalma modeline göre algılayanlardansanız, tamam… Ama o zaman bütün dürüstlüğünüzle Hıristiyan Batı'nın ileriliğini de sorgulayacaksınız…

Zaten İslâm geri bir toplumsal düzen vaz eder demekse derdiniz ve bunu açık söyleyemiyorsanız, başka… Yok, derdiniz gerçekten Hırıstiyanlara göre geri kalmamızın dinamiklerini arayıp bulmaksa, yapılacak çok iş var. Sözgelimi neden hep Rönesans'a, reformlara, keşiflere, icatlara bakıyorsunuz da, onların arkasındaki ekonomik-sosyal gerçeği ve iktidar anlayışını sorgulanıyorsunuz?

Köşelerinden Hıristiyanların ileri, Müslümanların geri olduğunu içtenlikle sorgulayan hiç bir arkadaşım sömürgeci Hıristiyan uygarlığıyla İslâm'ın karşılaşmasını, çarpışmasını, etkileşimini irdelemedi bugüne kadar… Oysa çıkın bir kez de okurunuza açık açık sorun: Kolonyalizm olmadan Hıristiyan Batı Uygarlığı olur muydu? Çıkın Cihan İmparatorluğu kurmuş fakat sömürgeler yaratmamış İslâm iktidarlarıyla Batı'nın sömürgeci iktidarlarını açık açık karşılaştırın. Belki aradığınız yanıtın bir bölümü olsun, oralarda bulunabilir.

Bütün o parlak keşiflerin ardından keşfedilen yerlere nasıl iğrenç bir sömürü düzeninin gittiğini ve oralardan Avrupa'ya neler getirildiğini iyice sorgulayın ki, bu ilerlemenin altında yatan dinamikler önce bir açığa çıksın.

* Haşmet Babaoğlu (Vatan)

 

48
Derkenar'da     Google'da   ARA