Patronsuz Medya

Necdet Şen'le memleket meseleleri

Öküz - 1996  


ÖKÜZ: Eskiden köşe yazarları vardı. Şimdi birçok köşe çizeri var. Hatta köşe çizerleri köşe yazarlarından daha çok ses getiriyor…

ŞEN: Bilemiyorum. Zaten siz sorunuzda cevabı da veriyorsunuz. Artık çizerlerin işgal ettiği köşelerde sadece ressam yanlarıyla değil, düşünen insan yanlarıyla da ağırlıkları olduğu anlamıyla söylüyorsanız, zaten çizerlerin böyle olması gerekir. Yazarlar eğer geride kaldıysa çok utanmalılar ve bu işten el çekmeliler diye düşünüyorum.

ÖKÜZ: Fütursuz bir üslubunuz var. Bu durum başınıza bir iş açmıyor mu? Hızlı Gazeteci'nin "Bacı" öyküsünden başınıza birtakım şeyler geldi.

ŞEN: Bacı'yı çizerken başıma çok bir şey gelmedi, o biraz abartıldı medyada. Sadece malûm bir sol fraksiyonun sempatizanı olan bayanlar geldiler, biraz hırçın davrandılar. Bugünü soruyorsanız. Bugünlerde de belli bir faşist fraksiyonun yazarlarının kendi gazetelerinde yazdıklarını zaten siz de okudunuz. O yazarları okuduktan sonra iki-üç kişi rahatsız oldu ve telefon ettiler. Ama tesadüfen bana rastlamadı, telesekretere not bıraktılar.

Onun dışında şunu söyleyebilirim; ben Cumhuriyet gazetesinden ayrıldığımda, daha doğrusu atıldığımda, 1992 yılında Cumhuriyet gazetesinin santralinin kilitlendiğini öğrendim, santraldeki görevliden. Türkiye'nin üç önemli üniversitesi Boğaziçi, ODTÜ ve Bilkent'in profesörleri "Eğer Necdet Şen Cumhuriyet'e geri dönmezse artık Cumhuriyet okumayacağız" diye imza kampanyası yaptılar. Ben bunu o imza metinleri bana da fakslandığı zaman öğrendim.

Merak ediyorum şimdi, o Cumhuriyet'in Genel Yayın Müdürü ve diğer saldırgan köşe yazarları bana bu kadar hakaretlerle saldırdıkları halde iki üç okurun dışındaki kimseyi seferber edip benim üzerime saldırtamadılar. Acaba bu itibarsızlıklarını neye bağlıyorlar? Zannediyorum ki şu anda Cumhuriyet okurları içinde bile beni sevenler, o gazetenin o yazarlarını sevenlerden çok daha fazladır.

ÖKÜZ: Hakaret ettiklerini söylediniz. Telesekreterinize nasıl mesajlar bırakıldı?

ŞEN: Telesekretere "Siz nasıl bizim ulu önderimize hakaret edersiniz?" diyor meselâ biri. Notun bırakıldığı gün bakıyorum, Atatürk'le ilgili hiç bir şey yok. Meselâ o Cumhuriyet'in yazarlarından biri Atatürk'ü çizdiğimi ve altına bir şeyler yazdığımı söyledi. Atatürk yok o resimde. Gördüklerini anlayamayacak durumdalar. Yazarların işgal etmesi gereken köşeleri işgal eden o kara cahillerin bence gördüklerini, yazıp çizdiklerimi, kullandığım sözleri, cümleleri anlayabildiklerini sanmıyorum. Sadece içinde hasbelkader tanıyabildikleri bir iki tane kelime görüyorlar "Hah bu bize galiba sataşıyor" diyorlar ve ondan sonra küfretmeye başlıyorlar.

ÖKÜZ: Hürriyet Gazetesi'ndeki köşenizde Medya Plaza'ları da eleştiren şeyler çiziyorsunuz…

ŞEN: Size şunu söyleyeyim; Hürriyet gazetesi içinde bana neyi çizip neyi çizemeyeceğim konusunda baskı gelmiyor. Bugüne kadar düşüncelerimi en özgürce ifade edebildiğim gazete bu oldu. Onun ötesinde bu Medya Plazalar'la ilgili yaptığım eleştirilerde de bu gazetenin en üst yöneticisinden en alttaki insanına kadar herkes bu eleştirilerime katıldığını söyledi. Yani dışarıdan nasıl görünüyor bilmiyorum, ama Medya Plazalar'ın içinde gördüğünüz odalarda barınıp, sonra Medya Plazalar'ı eleştirdiğinizde herhangi bir düğmeye basıp sizi öteki tarafa atmıyorlar.

Çünkü eleştirilerim yanlış şeyler değil. Ben küfür etmeden ve hakaretleşmeden yapıcı bir şekilde çözüm arayışını da içinde barındırmaya çalışan şeyler yazıp çiziyorum. Yani zannedilenin aksine bu Medya Plaza'lardaki demokrasi, iç demokrasi, o Cağaloğlu'ndaki İttihat Ve Terakki Merkezi'nin yanında kurulmuş binadaki kendilerini "demokrat" diye adlandıranlardan çok daha fazla.

ÖKÜZ: Gazetelerde bazı köşe yazarları birbirlerine hakaret ederek köşelerini dolduruyorlar…

ŞEN: Yani siz düşünün ki filânca gazetede fikirlerini ifade eden adama falanca gazetenin yazarı "Zırtapoz" diyor. Şimdi fikir olarak size nasıl bir katkıda bulunmuş oluyor bu? Ya da "şerefsiz, namussuz" diyor; şimdi "şerefsiz" ve "namussuz" lâfları fikir hayatına ve fikir tartışmasına nasıl bir katkı getirir sizce? Hiç bir katkı getirmez. Ortamı terorize etmek ve medenî cesareti belki yetersiz olup, insanları korkutup susturmaktan başka bir işe yaramaz.

Türkiye'de farklı fikirleri dile getirmek cesaret istiyor belki. Çünkü sürünün içinde çok azgın, küfürbaz, terbiyesiz, saldırgan, tetikçi gazeteciler, tetikçi köşe yazarları var ve onlar kendilerine, farklı sesler çıkaranları tepelemek gibi bir görev biçmişler. Keşke ben bir çizer olarak Türkiye sorunlarıyla ilgili ağır, ağdalı bir dil kullanarak değil de, hafif, sabun köpüğü gibi, insanlara hoşça vakit geçirtecek şeyler çizseydim. Doğrusunu isterseniz, onu tercih ederdim.

Ama artık, yazarların gergedanlaştığı bir dönemde, çizerler o sorumluluğu içinde hissediyorlar. Aslında fantezi, gündüz rüyası üretmek olan işlerini bir yana bırakıp, ciddi toplumsal meselelere sahip çıkmak zorunda kalıyorlar.

ÖKÜZ: Gırgır Dergisi kökenlisiniz. Mizah dergilerinin son durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

ŞEN: Şimdiki mizah dergilerini çok yakından takip etmiyorum ama üç aşağı beş yukarı bir fikrim var. Bir, estetik açıdan çok yetersiz buluyorum. Çok fazla dergi fakat çok az iyi çizer var. Karikatür bir çizgi sanatıdır. Ama nedense son on onbeş yıldır karikatür denilen alana daha çok çizgi çizme kabiliyeti zayıf insanlar giriyor. İstisnaları ayrı tutarak söylüyorum. Bu bir eksiklik bence.

Bir diğeri de, muhalefet denince, genellikle, toplumun belli bir kesimine ya da medyanın belli bir kesimine küfretmek gelmemeli akla. Küfür bence en kolay muhalefet yoludur. Mizahçıya yakışan şey, daha zarif, hatta en zarif muhalefet yollarını tercih etmek. Çünkü karikatürcünün olmazsa olmaz şartı bu bence. Başkalarınınkiyle kıyaslanmayacak kadar pırıltılı, keskin bir zekâdır. Bence artık bu zekâ konusunda bir ayıklanma gerekiyor diye düşünüyorum.

Yorumlar

Çizerin notu (1): İşte bu son cümlede adam akıllı halt etmişim. Buna kaş yapayım derken göz çıkarmak denir. Zekâ fetişizmi üzerine de söyleyecek birkaç cümlem var. Günün birinde yazarım inşallah.

Çizerin notu (2): Bu söyleşi Öküz dergisi tarafından 1996'nın -sanırım- sonbaharında yapıldı. Ne yazık ki bu tür yazıları (hatta kendi yazıp çizdiklerimi) arşivlemek konusunda pek gevşeğim. Yazıyı okuyup kessem bile kaybedebiliyor, üzerine tarih düşmeyi unutuyor, benden bahseden ya da adıma imzalanmış kitapları genellikle okumak için ödünç alan "dost" lara kaptırıp bir daha geri alamıyor, dahası, kendi kitaplarımı bile saklamayı beceremeyip anneme imzaladığım kitabımı geri almak zorunda kalabiliyorum.

Necdet Şen - 26 Aralık 2010 (11.00)

diYorum

 

63
Derkenar'da     Google'da   ARA