Patronsuz Medya

Nişantaşı Reasürans

Nuri Yalçın - 21 Mayıs 2010  


Nişantaşı Reasürans'taki bir cafe'de bulunan zarftan çıkan iki A4 kâğıdı.

Birinci Kâğıt

İhanet bana göre değil. Hayatımda manavdan mango dahi çalmamışımdır. Kendisinden çok da beklentim yoktu. Ama o çitlembik yüzlüye yüz verip de sonra beni "sadece meslektaşız yahu" diye aptal yerine koymayacaktı. İşte açıklıyorum: Neredeyse her sosyal ve siyasî ihtimale göre bir şablon yazıp atmış kenara. Çoğu da günlük yazıları gibi beş para etmeyecek şeyler. Ama bu zarfın içinden çıkan yazısı onun gerçek yüzünü ortaya koyuyor. Sık sık 360 derece çark etmesinin basit bir iş olmadığını, planlı yapıldığını ispatlıyor. Yoksa sakalılın kılları kadar şablon tutmazdı kasasında. Şablonların sırrı sadece bu kadar değil. Sık sık yaşadığı biyolojik "kudret" problemi kaleminde de var. Zaman olur 10 gün iki satır atamaz. Şablonları olmasa ne yazı yazabilir ne kazı kazabilir.

B.

İkinci Kâğıt

Nasip

"Hidayet nasip işi" lafını ilk gençliğimden beri milyon kere duymuşumdur.

O zamanlar içim ısınmayan şeyhimden.

İmam Hatip'teki haytalardan.

Büyük medyaya transfer olduktan sonra mail kutuma yağan küfürlü mesajlardan.

Elhak öyleymiş.

Vermeyince vermiyor.

"Kalplerin çevrilmesi" öyle insan işi değilmiş.

Benim nasibim de bunu Bebek Cafe'de…

Mahçup bakışlı bir hanımkızdan duyduğumda…

Gönlümün başıma dank etmesiymiş.

Beni kimse anlamadı.

En başta da ben anlamadım.

Okur, patron yanlış anlamış ne gam.

Çarşamba sokaklarında yeşil takkeyle dolaşırken de…

Matbuatın mütedeyyin kesiminde çalışırken de…

ASLINDA hep bir şeyi istedim:

Bilmek, anlamak.

VE FAKAT gerektiğinde de değişmek.

Ne muhafazakâr kesim, ne liberaller, ne de devletçi gericiler görebildiler bunu.

Günahlarım bana ait.

Hepsi nefsaniydi.

"Nefs-i emmare" ile "ben" i ayıramadığım dönemlerin kalp sızlatıcı hatıraları olarak kalacaklar.

Her türlü yanlış anlaşılma ihtimaline rağmen…

Ebedi olmasına dua ettiğim bu dönemde…

Bana kapılarını…

Sütunlarını…

Ama en mühimi gönüllerini açan [xxxxxx] camiasına dünya-ahiret duacıyım.

En başta da Mevlana güzelliği sadece kalemini değil yüzünü de nurlandıran genel yayın yönemenimiz [xxxxxx]e.

İnşallah onların ve okurularımızın itimadına lâyık olurum.

Ya nasip.

Kendime tenbihler: TOP 5

1. "Ben" demekten kuduz hayvan görmüş gibi kaçılacak.

2. Umreye fasıklarla değil salihlerle gidilecek.

3. Rafızi yazarın Hac rehberi bir daha ağza alınmayacak.

4. Gereksiz mübahlara kötü arkadaş muamelesi yapılacak.

5. Sonunda seküler medyanın kaptan köşküne oturmayı başaran, kendi itirafıyla acul, komplo yazarının sataşmalarına "Ona da hidayet ver" duasıyla içten ve sessizce mukabele edilecek.

Yorumlar

Murad edilen kişiden tutarsızlıkları sebebi ile hiç hoşlanmam. Sonradan olmalığın bütün çiğliklerini bünyesinde barındırır zira. Yazıdaki gibi bir şablonu var mıdır bilemem ama zaman zaman salih müslümanlara işaret çaktığı kesin. Bakalım zaman ne gösterecek. Benzeri bir yazı yazarsa şaşırmam.

Benim bu yazıda kahkahalarla güldüğüm yer "manavdan mango bile çalmadım" cümlesiydi. Yahu herhalde en zor şeydir bu. Mango satan manav bul, mangoların yerini kestir, manavın dikkatini dağıt ve meyveyi çal. Esastan zor bir iş. Yazının müellifi mangofil ülkelerden birinde yaşıyor herhalde.

Ahmet Faruk Yağcı - 22 Mayıs 2010 (10:48)

Yazılara örtülü anlamlar yükleyerek okuyucun içinden derunî anlamlar çıkarmasını sağlamak üstün bir yazarlık yeteneği olsa gerek. İyi ama, biraz da sadece okuduğunu anlayabilen benim gibi taş kafalıları hesaba katsanız, demek istediklerinizi biz fanilere dosdoğru söyleseniz fena mı olurdu?

Sadık Köşeli - 22 Mayıs 2010 (14:29)

İkinci kâğıttaki yazının sahibi olduğu ileri sürülen şahıs, daha yakın zamana kadar takma isimle köşe yazısı yazıyordu. Gerçek ismiyle yazdığı köşesinde ise hemen her gün bir başka yazarla polemik halindedir. O başka yazar da hem gerçek ismi ile hem de takma adı ile iki ayrı köşeden mukabele etmektedir. Eh, böyle yazara böyle hiciv.

Nuri Yalçın - 22 Mayıs 2010 (23:48)

Hadi ben de bir ipucu vereyim. Amiral Gemisi'ne "bir tane de 'dinci' yazar bulunduralım, lâzım olur" diye alınmış, ama içinde kalmış sınıf atlama ukdesi pek hesaba katılamamış olan tıknaz, sakallı, dalacan bir şahıs…

Yani Fatih Çarşamba'nın hissiyatına -yalancıktan da olsa- tercümanlık yapması beklenirken, Nişantaşı-Teşvikiye iskelesine aborda olmuş, boy boylayıp twiit tırlayan yerli maykılceksın…

Bir zamanlar rakip gazetede yazarken, selefi Serdar Turgut için "kralın soytarısı" sıfatını kullanmasını müteakiben, sahip olduğu kuvvetli ısırma refleksinin keşfedilmesiyle aynı kadroya transfer edilen malûm şahıs…

Artık çakozlamışsınızdır biraz da olsa.

Necdettin Mütercim - 23 Mayıs 2010 (10:39)

diYorum

 

Nuri Yalçın neler yazdı?

60
Derkenar'da     Google'da   ARA