Patronsuz Medya

Optikal Şeyler

Metin Turanlı - 2017

Künye - Metin Turanlı, Optikal Şeyler, Sayfa: 219-222, İkinci Adam Yayınları, 1. Baskı, 2017  


Kitap

Son zamanların gözde mekanlarından sahaf-kafe türü, arkadaşımın açtığı kafeye gecikmiş bir hayırlı olsun ziyaretindeyim. Bir zamanlar yediği içtiği ayrı gitmeyen arkadaşlar olarak bilişim sektöründen bu kültürel kafelere doğru yolculuk yapan arkadaşa "arkandayız" mesajı vermek için geldim.

Aslında bu nezaket ziyaretine hiç de gerek yoktu. Zira bu kafenin açılışı için hatırı sayılır miktarda borç veren bendim. Kira kontratında kefil olarak da benim adım geçiyordu. Açılış gecesi için kokteyl grubunu ayarlayan da bendim. Tüm bunlara karşın açılış gecesi gelemediği için adı hayırsıza, vefasıza çıkan; kankasına yamuk yapan ben, şimdi burada rafları inceliyorum.

Girişte, Che Guevara ve Bob Marley'in karşılıklı büyük boy posterlerinin asılı olduğu duvarlara karşılılkı ikişer saksı içinde dev salon çiçekleri konulmuş. Üç basamakla çıkılan salonda üç tarafı kütüphane ile çevrili karşılıklı her biri ayrı renkte dört masa ve tahta sandalyeler. Her bir masanın üzerinde tavandan sarkan mutfak avizeleri gibi masayla aynı renkte lâmbalar.

Tamer, yeni kız arkadaşı Bennu, onun oda arkadaşı Ceren, Ceren'in üç yıllık doktor arkadaşı Bahadır ve iki genç eleman. Konuya dahil olmak istemiyorum. Çünkü verdiğim her fikir Tamer tarafından kabul edilmeyecek. Her zamanki gibi basit ve vizyonu olmayan fikirler önereceğim. Gülünecek, alaya alınacak. Konuşmanın sonlarına doğru daha iyi bir fikir üretilmediğinde de Tamer'in aklına sanki son dakikada gelen harika bir fikir gibi, bazı şeyleri değiştirilerek ortaya atılacak ve çok beğenilecek.

Bu toplantıların ne kadar tehlikeli olduğuyla ilgili çokça tecrübelerim olduğu için ben dükkânı geziyorum. Onlar konuşadursunlar. Aralarına dahil olmadıkça bir tehlike yok. İlk göz göze geldiğimiz anda, konuyla ilgilendiğim de hissedilirse yapılacak işin finansmanı için bana bir görev çıkacağından adım gibi eminim.

"Kanka ya! Şu reklam işini sen alsan ya. Senin matbaacı arkadaşların vardı. Broşürleri falan onlara bastırtsak diyorum."

Deme… Deme amuna koyim, deme. Bak şimdiden sinirlendim. İlk göz göze geldiğimizde Tamer'le aramızda böyle bir konuşma geçeceğini bildiğim için şimdi de raflara uzandım. Bir kitap aldım içini karıştırıyorum. Maksim Gorki, Ana. Kitabın daha ilk sayfası şaşırmama yetiyor. 13 Mayıs 1976 Taksim. Benim yazım. Taksim Meydanı'na en yakın kitap tezgâhlarının birinden almıştım. Beraberinde kartpostal ve posterler de vardı. Sevineyim mi kızayım mı, bilemiyorum. Sanki yıllar sonra bir dostla karşılaşmış gibiyim. Sevincim o yüzden. On sekiz yaşlarındaki Muharrem'i gördüm yeniden. Öte taraftan benim kütüphanemde olması gereken bu kitabın burada ne işi var? Tamer'e verdiğimi falan hatırlamıyorum. Kim bilir?

Kitabı yerine koyup raflara göz gezdiriyorum. Öte yandan, o kitabı da giderken götürsem ayıp mı olur diye düşünmeden de edemiyor insan. Aaaa! Bak, Çingeneler kitabı da var burada. Osman Cemal Kaygılı'nın en sevdiğim kitabıdır. Ben de de var ondan. İnsan eşlik edebildiği şarkıları sever ya, kitap konusunda da okuduğu veya kendinde olan kitapları daha bir ayrı sever. 1956 baskılı kitaba göz gezdiriyorum. İlk sayfalarda bir Çingene manisi vardı. Altını çizmiştim. Bak, burada da çizili. Ulan yoksa bu da mı benim? Evet ya… Nerede olsa tanırım. En sondaki Çingene türküsünü özellikle parantez içine almıştım. Aha işte. Ulan Tamer! Beni soyduğu yetmedi, şimdi de kitaplarımı mı arakladın şerefsiz herif. Kendimi zor tutuyorum. Bennu içeride olmasa biliyorum ne yapacağımı.

Al, Demirciler Çarşısı Cinayeti, Yenişehir'de Bir Öğle Vakti, Taranta Babu'ya Mektuplar… Benimkitaplarımın alayı burada. Enteresan olan, Tamer'in bugüne kadar benden bir kitap istediğini bile hatırlamamam. Kitapla arasının iyi olmadığını bildiğimden bu sahaf-kafe olayına şaşırmıştım. Tamer ve kitap? Ne alâka? Meğerse kaynak benmişim. Ama hata benim. Bugüne kadar elimin altında olması gereken kitaplara bir düzenleme yapmadım ki. Kaç tane olduğunu dahi bilmem. Hâlâ fırsat bulup okuyamadığım dünya kadar kitabım var. Ya da, emin değilim, vardı. Şimdi buralarda bir yerlerde olabilir. Meselâ şu, Uygarlık Tarihine Giriş 1. Nasıl biliyorum benim olduğunu. Hayır, isme falan gerek yok. Fıstık kabuklarından belli. O dönem biraya yeni başladığım zamanlardı. Evde tuzlu fıstık ve bira eşliğinde okuduğum bu kitabın sayfalarında kalan kırıntılar hâlâ duruyor. Demek benden başka okuyan olmamış. Tamer Bey'in kimseye kitap verme falan gibi bir derdi olmadığını bildiğimden, benden sonra kapağının açılmadığından eminim. Bira ve fıstık, Server Tanilli Hoca'yı anlamak için ayıp oluyordu belki ama, ne yapalım ki bu da o gençliğin gerçekliğiydi.

Yoruldum artık. Karışık duygular içindeyim. Her kitap bana gençliğimi ve alındıkları günü hatırlatıyor. Öte yandan benden çalındıkları için de korunması gereken bir servetin burada olması da canımı sıkıyor.

Ben böyle anılara dalmış elde kitap düşünürken, Tamer beni göstererek Bennu'ya sesleniyordu.

"Bu arkadaşa dikkat et. Manyak bir kitap düşmanıdır. İşte bu gibi kitap manyakları yüzünden diyorum ki, elimizdeki kitapları numaralandıralım. Sonra kalk gidelim olmasınlar, değil mi ama?"

diYorum

 

62
Derkenar'da     Google'da   ARA