Patronsuz Medya

Abdullah Öcalan için Hilton'da rezervasyon

Durmuş Düşünür - 12 Aralık 2009  


Yılgınlığa düşmeyelim yoldaşlar. Safları sıklaştıralım. Bu kan denizinin ardından kızıl güneş doğacak. Hep birlikte düze çıkacağız.

"Bebek dillenecek, güçsüz hallanacak, sis kalkacak İsfendiyar başından."

"Bir musibet bin nasihatten iyidir" der ya eskiler, hakikaten de ilk bakışta can sıkıcı gibi görünen bazı durumlar, orta ya da uzun vadede hayırlara vesile olabiliyor.

İsviçre'deki ilginç (hani şu camilerin bundan sonra minaresiz yapılmasını karara bağlayan) halk oylamasını ilk öğrendiğimde de bunu düşünmüştüm. İlk bakışta insana kibir, ırkçılık, hoşgörü noksanlığı falan gibi görünse de, bu sonucun iyi bir tarafı olabilir. Kimi ön kabullerin aslında ne kadar çürük olduğunun görülebilmesi için, belki de ilk önce onun yol açacağı olumsuz sonuçları yaşamak gerekiyor olabilir.

"Bu durumdan canı sıkılması gerekenler biz değil onlar olmalı" diye düşünmüştüm haberi okuyunca. Herkes ırkçı değil ya oralarda, mutlaka akıl izan sahibi birileri de vardır. "Biz niye bu kadar tahammülsüz olduk" diye kendilerini sorgulayabilir ve belki "öteki" diye damgaladıklarına karşı bir parça daha empati geliştirebilir Avrupa insanı bu vesileyle.

Belki bu minare oylaması daha barışçıl bir dünyaya doğru gidilecek olan yeni bir dönemin başlangıcıdır da biz göremiyoruzdur.

Sosyolojik olguların çoğu zaman içlerinde kendi anti tezini de taşıdığını akılda tutmak gerek.

* * *

DTP'nin kapatıldığını öğrendiğimde de aklıma ilk gelen şey bunun hayırlı bir başlangıç olabilmesi ihtimali oldu. Siyasal alandan ısrarla kaçan ve çözümü "İmralı'yı muhatap alma" şartına indirgeyen DTP, aslında zaten kendisini geçersiz hale getirmişti. Tabii ki yine de kapatılmaması gerekirdi. Hatalı da olsa, temsil yeteneğini yitirmiş de olsa, siyasal alanın içinde kalmalıydı.

Ama yine de bu kapatma kararıyla karamsarlığa kapılanlara enseyi karartmamalarını tavsiye ediyorum.

Kanımca, bugünlerde olan bitenler (Kürt bölgesindeki protesto eylemlerine ve Tokat'taki pusuya gösterilen gerekçe, yani Öcalan'ın hapishanedeki yaşam koşulları, rahat ettirilmesi, asgarî konfor meselesi) kökten bir çözüm için yeni bir imkânın varlığını da işaret ediyor.

Bu fırsatı aslında geçenlerde Mümtaz'er Türköne dile getirmişti ama gündemin tozu dumanı arasında şaka gibi algılanıp geçildi.

Diyordu ki Türköne:

"Öcalan'ı hapisten çıkaralım, 'Başıbozuk Paşası' ünvanıyla taltif edelim ve Bodrum Gümüşlük'te ikamet ettirelim…"

Bence bu önerinin ciddiye alınması gerekir. Hatta bana kalırsa, Öcalan'a Hilton'da, Yıldız Sarayı'nda ya da Dubai'deki Burj El Arab otelinde bir süit bile ayarlanabilir. Cem Uzan'dan müsadere edilen yat -veya Savarona- da ona ve maiyetine tahsis edilebilir. Şoförlü bir limuzin ve limiti yüksek tutulmuş bir kredi kartı da yakışır bence.

Yeditepe Üniversitesi'nden verilecek fahrî profesörlük ünvanıyla taltif edilebilir. Törende konuşma yapar. İsterse cumhuriyete ve devrimlere bağlılığını ilân eder. Smokin (o olmazsa, siyah takım elbise) yakışır doğrusu. Hep spor giyinmekten o da sıkılmıştır belki.

Kırmızı pasaport, hatta büyükelçilik verilebilir (Şam, uygundur).

Ya da mebus seçeriz onu. O zaman mecburen yemin eder. Hem de frak giymiş olur. Beyaz eldivenler de cabası.

Arzu ederse emekliye ayrılıp Güniz sokaktaki -Demirel'den boşalan- evde ikamet eder. Kriz zamanlarında kendisine akıl fikir danışırız.

Bunlar ona sıkıcı gelirse, daha "free" takılmak isterse, kendi özyaşam öyküsünü anlatan bir dizide başrol oynatılabilir. Beren Saat ya da Özgü Namal'a da Leyla Zana rolüne yakışır. Osman Öcalan'ı da -meselâ- Bülent İnal oynar.

Bu prodüksiyon yayına girene kadar "Parmaklıklar Ardında" dizisinde konuk oyuncu olarak yer alabilir. Koğuştaki "bilge ağabey" rolü yakışır kendisine.

Ya da isterse, televizyon kanallarından birinde talk-show yapma imkânı sağlanabilir. Serdar Akinan sorar, o cevaplar. Kabul buyururlarsa Ayşe Arman Hürriyet'te, Helin Avşar Habertürk'te tam sayfa röportaj yapar kendisiyle.

İsterse Taraf'ta köşe yazarlığı yapabilir.

* * *

Kısacası, bir yolunu bulup Öcalan'ı rahat ettirirsek çok iyi olur. 26 yıldır devam eden iç savaşın maddî ve manevî yükünün yanında fındık çerez gibi kalır bütün bu masraflar ve jestler. Madem ki 75 milyon insanın esenliği bir tek kişinin özel hayatında sıhhat ve afiyette olmasına bağlı, yaşasın, düze çıktık demektir. Bu düğümü nasıl çözeceğiz diye düşünmemize gerek kalmadı artık. Abdullah Öcalan'ı azamî ölçüde rahat ettirerek sorunun üstesinden gelebileceğimizi öğrenmiş bulunuyoruz.

Neden olmasın? Ne kaybederiz? Naim Süleymanoğlu'nu buraya getirtebilmek için 7 milyon doları trink ödememiş miydik Bulgaristan'a? Üç beş kuruş da Öcalan için harcasak ne çıkar?

Öcalan'ı daha iyi koşullarda yaşatmak hem daha ucuz hem de daha efektif değil mi?

* * *

Samimi fikrimi söylemek gerekirse, en azından 15 yıldır yarı şaka yarı ciddi tekrarladığım bir fantezim var. Hep derdim ki:

Bir gün TRT'deki meclis televizyonundan şöyle bir anons işitebiliriz:

"Oturum Başkanı: Sayın Abdullah Öcalan, lütfen sıra kapağını vurarak takaza yapmayınız, söyleyecekleriniz varsa usule uygun biçimde söz isteyip kürsüye çıkınız ve fikirlerinizi buradan ifade ediniz."

"Abdullah Öcalan (Amed milletvekili): Sayın Başkan, sabah oturumunda yaptığım gündem dışı konuşmada fikirlerimi ifade etmiştim zaten. Ben, şimdi şey için… Salonun kapısı açık kalmış, cereyan yapıyor, bu bağlamda sırtım tutulacak diye endişe ediyorum."

Şaka gibi görünebilir ama aslında ciddiyim.

Bence biz Öcalan'ı ya Paşa ya Mebus ya da Büyükelçi yapalım.

Bugüne kadar "bebek katili" ve benzeri hakaret eksenli adlandırmalarla, asker ve cengâver aklıyla bir adım bile yol alamadığımız ortada. Düşmanlıkları ve nefreti bu kadar uçlara doğru kanırtarak her türlü çözüm ihtimalinin de önünü kapattık.

Eğer akan kan duracaksa, anneler artık bayrağa sarılı tabutlara sarılıp ağlamayacaksa, yukarıdaki öneriler de dahil olmak üzere, her türlü fikrin üzerinde komplekssizce ve ciddi ciddi düşünmek gerekir.

Hapiste tutulan ve sistemli bir tacize maruz bırakılan bir Öcalan mı daha faydalı bu ülke için, yoksa aramıza kabul edilmiş ve düzene entegre olmuş bir Abdullah Öcalan mı?

O kadar zor bir şey değil aslında kucaklaşıp barışmak. Öcalan, yakalandığı ilk andan beri bize bir çözüm modeli öneriyor. "İşbirliği yapmaya hazırım" diyor. "Rahatım yerinde değil" diyor. "Mutsuzum, hastayım, bıktım, uzlaşmak istiyorum" diyor. Bu hepimiz için bulunmaz bir fırsat ve biz bu fırsatı hep pas geçiyoruz.

Bugüne kadar yeterince vakit ve kan kaybettik, artık zararın bir yerinden dönmemiz gerekiyor.

Lütfen bu önerimi ilgili makamlara iletiniz. Belki onlar düşünememiştir onca iş güç arasında.

diYorum

 

Durmuş Düşünür ve onun gibiler neler yazdı?

65
Derkenar'da     Google'da   ARA