Patronsuz Medya

Hayat / Ölüm

Derya Kızıltan - 23 Temmuz 2001  


105 yaşında bir adamın, "Bu kadar yıl yaşadın dede, neler gördün?" sorusuna verdiği yanıt:

- "Şu kapıdan girdim, öteki kapıdan çıkıp gideceğim."

- "Peki daha ne kadar yaşamak istersin, dede?"

- "Bir yirmibeş yıl daha…"

Hayat nasıl olursa olsun tatlı ve vazgeçilmez. Ölüm, hangi yaşta gelirse gelsin, erken.

Uzun zamandır Hayat ve Ölüm üzerinde kafa patlatıp duruyorum. Bilen varsa söylesin: Ben öldüğümde yok olacak olan nedir?

Yorumlar

Ne her hayat vazgeçilmezdir,
Ne de her ölüm erken…

"Ben ölünce ne yok olacak?" sorusuna gelince:

Tanrı' ya inanan kişiler sadece bedenin yok olacağını veya toprağa dönüşeceğini, ruhun ise kalacağını söyleyebilirler. Buna karşı ateistlerden, o kişideki var olma bilincinin ve sadece o kişinin hafızasında bulunan bilgilerin yok olacağı cevabı gelebilir.

Benim cevabım ise: Bilmiyorum.

Arkenteron - 23 Temmuz 2001

"Hayat ölümün karşıtı mıdır?" diye sormuştu birisi. Önemli olan, ölüm eylemi ile birlikte geride ne kalacağı yanılgısı değildir diye düşünüyorum. Bu hayat denen süreçten ne kadar yararlandığınız veya bu sürecin sizden ne kadar yararlandığıdır söz konusu olan. Hayat akışından, bilinç altında oluşan bir vazgeçiş ve kadercilik başladığında "Öldükten sonra ne kalır?" sorusu akıllara gelmekte.

Ka, ka-tet, karma, kadercilik… Daha onlarcası…

Her şey üzerinde çok az kontrol sağlayabildiğimiz bir laboratuarda yaşıyoruz aslında. Hayatın kontrol edilebilmesi olgusuna inanamıyorum ne yazık ki. Belki inansam rahatlatıcı bir unsur olabilir. Hayat içindeki her etkiye tepki, her akışa direnç, her itişe kakış uygulamak zorunda kalıyoruz kontrol edelim derken. Raslantısal (!) olaylar vuk' u bulduğunda, herhangi bir yaşayan varlığın, herhangi bir etkisi ile karşılaştığımızda hayat akışımızda ufacık sapmalar oluyor. Bunun adına "etkileşim" diyorlar. Küçük küçük gerçekleşen sapmalar bir bakıyoruz bizi nerelere getirmiş. Pilot olayım derken, muhasebeci olanlar. Çimenlerde koşayım derken, cezaevinde kitap yazanlar. Daha neler neler…

Böyle bir itiş kakışın içinde, her yerimizde bir dürtme hissederken, hep sırtımızda kimin olduğunu bilmediğimiz bir el bizi itelerken, "hayatın %100 sapmazlıkla kontrol edilmesi" mümkün müdür? Hadi %100 olmasa da ağırlıklı kontrol sağlanabilir mi?

Ve tüm bu soruların ardından kaçamadığımız, hep gitmek dürtüsünü kafamızda asılı gezdirdiğimiz nereye ve kime, nasıl gideceğimizi bilemeden üstelik - işin, eşin, sosyalliğin hep yetersiz ve de en önemlisi yersiz, zamansız olduğunu hissettiğimiz bu "hayat" denen yerde, "ölümden sonra benden/bizden geriye ne kalacak?" sorusunu sormaktan doğal ne var ki?

Gerçekten yazık harcanan zamana… Kendi çevrelerimize ördüğümüz düğümleri ne biz çözebiliyoruz, ne de başkalarının çevrelerine düğüm atmaktan vazgeçiyoruz.

Çok sevgiler hepinize…

Poyraz - 24 Temmuz 2001

"Hayat mı yoksa doğum mu ölümün karşıtı?" Düşünüyorum…

Tüm hayâlî düşünceleri bir tarafa bırakıp, gerçekçi düşünmeye çalışıyorum ve vardığım sonuç şu; ölümün karşıtı, bedenin canlandığı an. Hayatın karşıtı ise; eğer varsa ölümden sonra gidilecek olan yerde varlığını devam ettirme hali. Varlığın devamı, bilinmeyen bir âlemde olduğu için de bilinmeyen bir varoluş hali.

Bunların tümü göreceli kavramlar aslında ve önemli olan da, kendimize ne kadar anlam yükleyebildiğimiz bence.

Gökçe - 24 Temmuz 2001

Hepimiz birer akvaryumda yaşayan balıklarız.

Akvaryumu kuran veletlerin sahibimiz olduğu, onların ot, su, oyuncak filan koyduğu bir ortam. Ara sıra başka veletlerle biraraya geliyorlar ve pokemonlar gibi birbirimizle tanıştırıp yarıştırıyorlar, o zaman da arkadaş iş okul ortamları oluşuyor işte. Velet ne zaman sıkılırsa biz de ölüyoruz.

Çözebildiğim kadarıyla hayatın anlamı bu abilerim ablalarım, şu gördüğünüz kalem vs vs vs…

Humuslu Toprak - 24 Temmuz 2001

Tenis fikri ilginç ama gerçekçi değil, halbuki benim fikrim?:-)

İnançlardan vazgeçmek imkânsız, benim akvaryumdan sevgilerle…

S. Turay - 27 Temmuz 2001

İşe ilk önce "inançlardan vaz geçmek imkânsız" inancından başla; o kadar da imkânsız olmadığını göreceksin.

Murat, the Ankaralı gasteciyle isim benzerliği.

Murat Yetkin - 27 Temmuz 2001

İnançların değişebileceğine olan bir inançsa bu sizdeki alın size iki ucu paradokslu çomak.

Humuslu Toprak - 27 Temmuz 2001

Süper kontratak, tebrikler.

"Her şey değişip akmada; bu hal beni hayran bırakmada." Diyalektik falan yani…

Fakat söylediğim şey, "dahi" anlamına gelen bir -de de içerebilir değil mi?

Siz gene de "enseyi karartmayın" Amerika bu soruna da bir çözüm bulur. İnanmayan Çetin Altan'a sorsun.

Murat Yetkin - 27 Temmuz 2001

Artık inkâr etmenin mânâsı kalmadı, evet biz günlük hayat harici cümleler tarikatına mensubuz. Hatta Murat Yetkin liderimiz. Derler ki, Murat ormanda 8 kaplanın anlayamacağı karışıklıkta cümleler kurabilirmiş. Ben daha yanma evresindeyim, liderimiz yandı pişti elhamdülillahtır kendisi. Pirimiz O. A. Nam bir zattır ve dendiğine göre paragraflarca noktalama işaretsiz, başı sonu karışık ama anlamlı cümlelerle konuşurmuş.

Otobüste, trende ve inanmazsınız uçakta bile onu anlayan olmadığı için tutunamayıp gitmiş bu memleketten. Tarikatın gizliliği bugüne kadar sağlanmışken kirli çamaşır cümle yığınları foruma dökülmüş olduğundan hareketle, ben derim ki kısa cümleler kuralım, sonunu bağlayamadığımız işlere girişmeyelim. Uzun cümle tanrısı yanınızda olsun kardeşlerim.

S. Turay, the… (Burası nasıl doluyordu?)

Humuslu Toprak - 1 Ağustos 2001

Kaplan sayısı dokuz olcekti. Beni otobüs tutuyor; konuşamam. Topraak, ısırma; Kamerunlu turistlere ayıp oluyo. Onlar, arada bir şehirli gibi giyinip buralara geldiğimi bilirler.

Cümleleri daha fazla kısaltamam. Bu kadarı da, ayağınız alışsın diye yani.

Murat Yetkin - 1 Ağustos 2001

Yasmin'in "Hayat - Ölüm" konusu cümlemin boyu yüzünden güme gittiği için özür dilerim bu arada. Siz boyuna bakmayın. Cümlelerin işlevi önemlidir.

Hayatın da boyu önemli değil zaten.

Murat Yetkin - 1 Ağustos 2001

Murat abim ne güzel de bağladı konuyu. Ağzına sağlık.

Konu güme gider mi hiç? Bilâkis tam da üstüne bastın.

Yasmin - 2 Ağustos 2001

Kurabiyeye bayılırım. Bayılırım da beni kabartma tozu da tutar, ayıptır söylemesi. Bi de… Yani nasıl anlatsam? Ya kurabiye yemekten kıçım büyürse? O zaman Eylûl beni çarmıha gerer. Sorun değil de, beni çarmıh da tutar her halde… Gene de yemiş kadar oldum; ellerine sağlık.

Ölüm mevzuuna gelince: Beni karanlık, dar ve kapalı yerler de tutar. O yüzden kazık kakıciiğim, helva yapıciiim.

Murat Yetkin - 3 Ağustos 2001

Siz gençleri anlayamıyorum.

Memleket batıyor, atmosfer ve denizler kirleniyor, balıklar ölüyor, balinalar karaya vuruyor, ozon tabakası deliniyor, evlâtlarımız asitli ve boyalı içeceklerin, babalarımız ispirtolu içeceklerin müptelâsı oluyor, memleket ekonomisi 40 sente muhtaç, her şey yozlaşıyor, ama her şey…

Ben yaşlanıyorum…

Bayanlar sokakta sigara içiyor, mısır yiyor, yoz müzik ekranları kaplamış, trafik suçlarında dünya birincisiyiz, kızlarımız etini satıyor, bankalar bir bir kapanıyor, AIDS yayılıyor, Titanik battı, Gerze yandı, Gediz ırmağı taşıp duruyor, karpuzlar tarlalarda çürüyor, tütün baş fiyatı bu yıl da çok düşük, mavi reçeteli ilâçlar bulunmuyor, insanlar apartmanlarda köpek besliyor, üst kattan çamaşır silkeliyor, muziğin sesini çok açıyor; ama siz bu konuları konuşmak yerine, fındık kabuğunu doldurmayacak mevzularla sayfalar dolduruyorsunuz.

Bu ülkede yaşanmaz; halbuki Batı'da öyle mi? Almanlar çalışkan bir millettir. Kısacık boylu Japonlar dünyanın efendisi oldu, bizim kazık kadar delikanlılar kahvehane köşelerinde 51, tuvaletlerde (çok afedersiniz) 31 oynuyor.

Cıvıksınız gençler…

Özellikle de siz, sayın Eylûl hanım… Çok cıvıksınız… Murad bey, siz de öyle…

"Balık baştan kokar" derdi eskiler. Takvimin arkasından okudum, daha önceki onaltı Türk devleti cıvıklıktan batmış; onyedincisine kastınız mı var?

Sayın site yöneticisi, en başta siz ciddi olun. Ne demek "canımcığım, darlingciğim, okurcularım" falan? "Darlingciğim" denir mi hiç? Bari "my darling" deyin, ya da "amore mio" ya da "mon amour" falan… Dilleri karıştırıp bulamaç yapmayın. Güzel Türkçemiz böyle böyle rayından çıkmadı mı?

Madem siteniz var, bu da bir mevki-makam sayılır, ağırlığınızı koyun, biraz otoriter olun, saçınızı tarayın, tişörtle, kısa pantalonla televizyona demeç vermeyin.

Ya bu gençleri yola getirin, ya da ben çocuklarımı internetten men edeyim.

Ah büyük Atatürk, uyan uyan bir şafak vakti, memleketin haline bak.

Münevver Bey - 3 Ağustos 2001

Haklısınız Münevver Bey.

İşte benim de anlatmak istediklerim bunlar, fakat sizin kadar güzel şeyedemediğim için, işi cıvıklığa vurdum efendim.

İsminiz gibi, "aydınlatan" bir beyefendisiniz. Elbette yüksek fikirlerinizden faydalanmak, kapınıza yüz sürüp feyz almak dileğindeyim.

Doğrusu ben de hanımların sokakta sigara içmelerinden hicap ediyorum. Transparan gecelik giymelerinden de. Hele öyle önlerine gelene ver… Tövbe, tövbe. Konuşturmayın insanı.

Lâkin çare nedir beyefendi? Bu millet bir Kemal Paşa daha çıkarmadı. Biz gençler de hayta, hayırsız çıktık.

Fakat umudunuzu kaybetmeyiniz, reca ederim. Bulunur elbette kurtaracak bahtı kara maderini. Ben bir ara niyetlenmiştim ama kadınlar ellerinde sigaraları, dumanlarını üfleye üfleye canımdam bezdirdiler beni. Malumuâliniz, sigara dumanı tutar beni, istifra ederim.

Bir de şeyden korktum: Dedem küçükken "Atatürk kalksa da şu memleketi kurtarsa" derlermiş. Babam da, ben de aynı temennilerle büyüdük. Hani, çocuklarımıza başka mavallar mı okusak?

Siz Japonların boyuna bakmayınız beyefendi, işlevi önemli. Mesela, Çinliler için de ufak derler ama en çok çocuk da onlarda var. Gerçi, Alman milletinin fermuarı pas tutmuştur ama onlar da başka türlü şeytmişler dünyada.

Bu arada, Anamur muzunun neslinin tükenmesini memleket meseleleri arasında saymamanız, doğrusu hayretlere gark eyledi beni. Ne o öyle Çikita falan? Bence cıvıklık böyle böyle başladı. Bu memleket de bu yüzden batacak zaten. Milli değerlerine sahip çıkmayan milletler, tarih sahnesinden silinmeye mahkumdurlar.

O bayanların sokakta yediği mısırlar da "sütlü" değil, bu konuda neden endişelisiniz anlayamadım. Nerdeee o eski mısırlar? Ayıptır göstermesi, nah şöyle olurlardı.

Aman çocuklarınıza interneti men etmeyiniz. O ulu insanın da söylediği gibi: İstikbâl linklerdedir.

Arz-ı hürmet ederim beyefendi.

Murat Yetkin - 3 Ağustos 2001

Şu Anamur muzunu da nereden hatırlattınız şimdi Murad Bey?

Hakkaten de ufacık tefecik çürük çarık olurdu ama tadından yenmezdi.

Demek nesli tükendi haaa? Gözümden kaçmış.

Sakın o da buralardan bunalmış, Hindistan'lara falan gitmiş olmasın?

Münevver Bey - 4 Ağustos 2001

Ne bu Yahu? Fatalizm mi? Hani hep söylerler ya: "Türkler Batı'ya giden bir trende, doğuya koşan insanlardır" diye, ben insan içine çıkmayalı, hayatlar da bu kıvama gelmiş. Koşuşturmalar içinde, yönünü başkalarının belirlediği bir yere doğru gidiyor millet. "Ya treni raydan çıkartın, ya koşuşturmayı bırakın, ya da susun artık" diyeceğim ama çok insafsız olacak.

Hangi köşeye baksam, karşımda buruk acı. Her şey vodvil kıvamında; ortalık salhane gibi. Aşk, ıstırap, kan, göz yaşı… Hem de otuz iki tekmili birden.

Gelmeyin! Allahıma atlarım köprüden. Zaten ne kasketim kaldı memleket işi, ne de Şile bezinden gömleğim.

Murat Yetkin - 4 Ağustos 2001

Ama Yunus da bir şeyler demiş işte. Hem de kırk yıl tekkesine su, odun taşıyacak sabrı varken. Nerde bizde o sabır? O miskinlik?

Murat Yetkin - 5 Ağustos 2001

Şimdi şöyle oluyor:

Link var ya link… Hani tıklıyorsunuz da başka sayfa geliyor ya… İşte o linkin üzerine sağ click yapacaksınız. Karşınıza bir menü çıkacak. Oradan patlıcan musakka… Afiderziin ("afedersiniz" manasında kullandım) "kısayolu yeni pencerede aç" seçeneğine click yaptığınızda, halihazırdaki pencere (yani sayfa) olduğu gibi duracak ve bir başka enternet iksplorer penceresinde de bakmak istediğiniz diğer sayfa açılacaktır. Böylece, benim fikirlerime antisentez getirirken, cümlelerimi tekrar tekrar okuma ve belâgatime bir kez daha hayran kalma fırsatını tepmemiş olacaksınız.

Diğer hususa gelince: (Yani şu bilmem kaç Türk devleti mevzuu), ben (öhöm) o hususta sizin genel kültürünüzü denemek istemiştim dee… Heh heh… Neyse ne canım, üç beş tane devlet için sizi mi kırıciiz, hadi öyle olsun…

Filhakika, ne gerek vardı bu kadar devlet kurmaya, hiç anlayamam. Bakınız, Amarikalılar bir tane kurdu ama tam kurdu, turnayı gözünden vurdu.

Münevver Bey - 7 Ağustos 2001

Pek saygıdeğer Münevver Bey…

Amerikalılar bir tane kurdu tam kurdu diye yazmışsınız. Osmanlı'nın yaşam süresiyle karşılaştırırsanız, o kurulan devlet daha çocuk.

Ayrıca nerede kurmuşlar o devleti, bomboş bir kıtada. Karşılarında Bizans kargası Polemon bile yokmuş. Eh bizimkiler de devletlerini Dünya' nın en karmaşık yerlerinde kurmayı sevdiklerinden, kalın kalın tarih kitaplarını okumak zorunda kalıyor öğrencilerimiz.

Hürmetler efendim…

Arkenteron - 7 Ağustos 2001

Sağolunuz varolunuz kızım; Allah tuttuğunuzu köpek maması eylesin.

Münevver Bey - 8 Ağustos 2001

Hayat

Hiç.

666 - 14 Haziran 2001

Olur mu hiç?
Haaaaarika bir hediyedir Hayat…
Tadından yenmez…
Yesen de doyulmaz, hep daha daha
Biraz daha istersin…

Gülce Ergen - 14 Haziran 2001

Kızım yedi, sekiz yaşlarındayken şaşırdığı veya komik bulduğu olaylar karşısında; "Hayatımda böyle bir şey görmedim" derdi.

Sanırım marifet, Hayata sahip çıkıp ona Hayatım diyebilmekte.

Ayşe Kandemir - 14 Haziran 2001

Aşk konusuna yazdığım hemen hemen aynı cevabı veriyorum.

İnanıyorum, marifet gerektirmez, Hayata aşkla sahip çıkıp, ona bir çocuk sesiyle evet ve bir yetişkin tavrıyla Hayatım diyebilmek.

Alkan İnal - 14 Haziran 2001

Hayat çok uzun zaman oldu ki, "elimizde" değil. Toplumsal koşulların önümüze koyduğu kadar yaşıyoruz Hayatlarımızı. İş-ev, iş-ev; bir hengâmedir gidiyor. Bisiklete biner gibi, durursak düşeceğiz sanki. Dostluklara zamanımız yok, Hayat orada sürdürülmeyi bekliyor "planlandığı" üzre.

Hayatı gerçekten yaşayabilmek, biraz bencilliği gerektiriyor sanırım. Çünkü Hayatı yaşamak birazda kendinle olabilmekten geçiyor.

Boyalı Kuş - 15 Haziran 2001

Hayatı doya doya yaşamak, yapmayı düşündüklerinizi asla ertelememek gerek… Birini mi seviyosun? Söyle, (belki o da hep seni sevdiğini söylemeyi ertelemiştir), yalınayak deniz kenarında dolaşmak mı istiyorsun? Dolaş. (topukların da çatlak olmaz, bakanlar eğer aynı zamanda görebilenlerdense "dikkat ettim ayakların ne güzelmiş" bile derler), ağlamak mı istiyorsun? Doya doya ağla, (görseler ne olacak? Son derece insanca bir iş yapmış diye bazıları takdir bile ederler), kahkaha mı atıcan? Iç bir duble rakı ve at kahkahalarını, sevişirken kendini kasma, sesini içine gömme, tüm duygularını seslendir, bağır, çağır, sevdiğinin adını kulağına fısılda, seni bu kadar mutlu ettiği için teşekkür et, haykır, tekrar iste, bu anları bir daha yaşıyamıyacağını biliyorsun, yaşa işte Hayatı gönlünce.

Gülce Ergen - 15 Haziran 2001

Hayat dediğin, bir su markası. İç içebildiğin kadar. Bana kalsa, ağzımı musluğa dayardım ya, neyse…

Cabir Kutman - 16 Mayıs 2008 (14:35)

Kiminin bu hayatı ben istemedim dediği, yani sıkışınca arıza çıkardığı, kiminin çok mutlu olduğu ya da olabildiği, kiminin sorgulamaktan "hayat" ını bitirdiği, kiminin baharı sayılan bir yerlerinde bıraktığı, kiminin "al burası vatan toprağıdır, burada yat, hatta yan gel yat" denildiği, barakalarda kurşunlarla son bulan, adına "şehit" diye gözyaşı döktüğümüz, dünya savaşları bile 4-5 yıl sürerken, birilerinin planlı olarak 30 yıldır bitirmediği savaşın acıları ile yoğrulan hayat…

Ümit Bulut - 18 Ekim 2008 (11:19)

Hayatı suya benzetmek güzel bir bakış aslında AMA o su vakti dolana kadar akar, ister musluğu ağzına daya ister bardaktan iç. Elbet bir gün her şeyin bittiği gibi o su da bitecek asıl önemli olan o zaman hali ne olacak.

Uzun lafın kısası SONUNU DÜŞÜNMEYENİN HALİ PERİŞAN OLUR derler… Eskiler. Kısa lafın da kısası, çok sevdiğim bir söz:

"Geçmişe bakıyoruz hiç geçmemiş gibi Geleceğe bakıyoruz hiç gelmeyecekmiş gibi."

Kadir Karaman - 10 Şubat 2013 (23:23)

diYorum

 

55
Derkenar'da     Google'da   ARA