Patronsuz Medya

Durmadan bana geleceğine arada bir kendine gel

Deniz Türkoğlu - 12 Mayıs 2004  


Bi sallanan koltuk düşürmeli eskiciden, yer şiltesiyle hayat geçmiyor. Bi de kedi bulmalı sokaktan. Ama bu kez isim falan koymam. Zaten kedi kadar ismini aklında tutamayan, başka bi canlı daha var mı?

Müezzinin birine götürüp, adını ezanla kulağına okutmak, belki iyi fikir ama, pratikte çok saçma. Rahat bırakmalı hayvancığı. İsimdi, kumluktu, yemlikti deyip; dürtüp, kızdırmamalı.

Şu küçük pencere, tam ona göre. Gece gündüz açık tutarsam, istediği gibi girsin çıksın. Nasılsa havalar ısındı, ayrıca parmaklıklı. İri kıyım cüsselilere göre değil yani aralıkları. Çat kapı geliveren bazı iki ayaklıların, "penceren açıktı, ordan girdim" diyebilme şansları artık bu evde yok. Kaldı mı? Kalmadı.

Gerçi kapıyı içerden tuğla duvarla örsem, sanki bi şey mi değişecek? Sıkışan aklına estikçe, telli babanın türbesini ziyaret eder gibi, mumunu kapıp gelecek. Yakında orama burama gelin teli de iğneler bunlar.

Daha taşınalı kaç ay oldu ki şunun şurasında. Sonuç olarak, Godot hariç herkes geldi. Gelinebilir aslında. İnsanlar birbirlerine gider gelirler. Fakat son beş on senedir, ne aradığım ne sorduğum ne de gittiğim insanlar, durmadan bana neden gelirler? Yanıtı gayet basit, gitmiyorum diye tabii ki. Peki "niye" diye sormak akıllarına gelmez mi? Öyle ya, gitmiyorum da, bakalım "niye"? Aramama, sormama, gitmeme mazeretim ne?

Bu son beş on sene içinde, hayatımda pek acayip mucizeler mi oldu? Ampul gibi parlayan bi partiye, üye mi olmuştum? İktidara mı geçtim sanki? Şeyimin şeysi bi durumda, çok abes meşguliyetlerim mi var, bi de Konya dolaylarından kafa kaşıtma ekibim? Yoo, sallanan bi koltuğum bile yok.

Kaza mı geçirdim? Kötürüm müyüm yoksa? Ekose battaniye dizlerimde, bütün gün evde fındık fıstık geveleyerek, sıkıntıdan mı patlıyorum? E, telefon var. İstediğimi arar, çağırırım. E, aramıyorum ama, niye?

Huy köprümün altından, çok sularım mı aktı? Eskiden çamdım da, şimdi bardak mı oldum? Arabistan'daki uzak akrabanın tek mirasçı olarak petrol kuyularına kondum da, gerim bi karış havaya mı kalktı? Yoo.

Veya ben; sevme, paylaşma, eğlenme, gitme, gelme becerilerimi mi kaybettim, özlemeyi mi akıl edemiyorum yoksa? Yoo.

O değil, öbürü değil. Ne ki sebep acaba?

Adaaam ben de, düşündüğüm şeye bak. Neyse ne, hem aklı başında kaç kişi takar ki sebep sonuç ilişkisine? Şu kısacık hayatta, zaten düşünmek de fuzuli. Düşünüp n'apacaksın? Yapıver gitsin. Az lâf edip, çok iş çıkaracaksın. Kukumav kuşları gibi oturup düşünürsen, senesine varmaz kafayı sıyırırsın.

Hayrat gibi olacaksın mesela, kapıyı çaldılar mı fırlayıp açacaksın. Ayaklarına misafir terliği verip, sırtlarına yastık koyacaksın. Gak dediklerinde tekirdağ rakısı, guk dediklerinde marlboro light dayayacaksın. Elinden geliyorsa bi kaç çeşit de börek açarsın, gelmiyorsa şarküteriye ısmarlarsın.

Bambu kamışlar gibi olacaksın, içinden engele takılmadan geçecekler. Öyle daraldım, tıkandım, bakım yaptırmalıyım dedin mi halt edersin, ayıp kaçarsın. Nostradamus gibi olamasa da, biraz olsun kehanetten anlamak şart. Sorular karşısında apışıp kalmak olmaz. Bilge insan, bilen insan, veren insan olmak lazım. Hatta bu habire kabaran ismi, Marko Paşa olarak değiştirip, zilin üstüne yazmak lazım.

Ak akçe dostlar, kara günler içinse, samanları afiyetle yiyip, akçeleri dostlara bölüştürmek lazım.

* * *

Dün onlardan biri geldi. Bir süre önce ayrıldığı o kız, bunu aramış, "Bi daha deneyelim mi?" demiş. Yoksa bu mu kızı aramış, "Gel evlenelim mi?" diye sormuş. Öyle bi şeyler işte.

Benim adresimi vermiş kıza. Yok o kıza değil, yenisine. "Gelecek, senle konuşaacaakk!" diyor. Ama, eskisi için diyor. "Sen ona, şöyle şöyle söyle, kuş uçarsa senden bilirim, aman hiç açık etme"

Neyi kapalı tutacağım konusuysa, büsbütün kapalı.

"Yenisi n'olacak peki?" deniliverince; "O da birazdan gelir, anlarsın işte, sen azıcık toz ol" diyor.

O gitti, büyük abisi geldi. "Harman kaldım, bana hemen para bul!" diye. Bulduk, yetiştirdik, çekti gitti, neyse. Bu iki kardeş, zaten oldum olası böyle. Girdikleri her yere, ayaklarını sürüyerek girerler. Bunların arkasından insanın esnaf olsa, hayır duası edeceği gelir.

Akabinde başka biri aradı. Hadi iki saat de onla bi terapi, bi çene.

Bi tanesi var, hepten ayarı kaçık. Evde bulamadı mı, paspasın üstünde yatıyor. Hiç bi şey yapamasa, torba torba kitap götürüp, işportada satıyor.

Bi tanesinin derdi karısı, öbürü kocasıyla papaz. Onun karısının aşığı da, üçümüze birden yakın arkadaş. Koca bunları basmış "Yazıklar olsun" demiş galiba. Kadının da etekleri tutuşmuş. "Kocamla aramızı yap" diyerek tutmuş 'beni' arıyor. Aşık bu durumda ıskartaya çıkarılmayı içine sindirememiş olmalı, "Ayıp fotoğraflarımızı basına verecem" diye 'beni' tehdit ediyor. Bu kez koca gelip 'benim' kapıma dayandı. "Söyle ona, o öyle yaparsa, ben de…"

Peki ben ne yapabilirim? Eve de, daha yeni yerleştim. Zaten yeni bi eve taşınmak, bunlar için devede kulak. İstanbul kazan, dostlar kepçe, karıştıra karıştıra mutlu sonu buluyorlar. Arayıp soruyorlar, gitmezsen geliyorlar.

Ayrıca, arkadaşlarım değil mi bunlar? Evet, arkadaşlar. Hem de acil sorunları var. Çok önemli, pek ciddi, acayip gerçek sorunlar. Ve ama fakat, benim kötü günümde nerdeydiler?

Amaaan, ne fenayım. Çok fukara bi empatizanım.

Ne kızıyorum ki hem ben? Yobaz mıyım, neyim? Taksim'den aşşaa Kasımpaşa mahallesinde hayrat açan ben değil miyim? Dahası; adını Marko Paşa'yla değiştiren kim?

diYorum

 

Deniz Türkoğlu neler yazdı?

65
Derkenar'da     Google'da   ARA