Patronsuz Medya

Minik bir kedi yavrusundan farkımız yok aşk karşısında

Can Dündar - Aktüel, 23 Ağustos 2001  


Karikatürist Necdet Şen'in kedisi Melek'i zehirlediler geçen hafta… Necdet, bu sevimli sarmanı Yavuz Gökmen'in öldüğü günlerde bulmuş ve ona Yavuz'un dilinden düşürmediği büyük annesinin adını koymuş.

3.5 yıl hayatını paylaşmış Melek…

Sonra geçen hafta, kaldırım kenarında derin bir uykuda bulunmuş. Dili dışarıdaymış. Ağzında kan varmış…

Necdet Şen, kucağına alınca kedisinin zehirlendiğini anlamış.

İnternet sitesindeki "Güle Güle Meleğim" başlıklı yazısında "Sırtı hardal turuncusu, karnı krem karamel sarısıydı kızımın" diyor; "… Kuyruğunun ucu rakun gibi çizgiliydi, patilerinin içi pembe pembe… Bana öyle bir sıcaklık ve sevgi sundu ki, tüm yaralarımı sağalttı neredeyse…"

Bu duygusal satırlar arasında küçük bir ayrıntıya takıldım. Necdet, kedisini şişmiş bedeniyle yatarken bulduğu anı tanımlarken, "Tıpkı kanepenin üstünde mutlu mutlu uyuduğu anlardaki gibi patilerinin ucu içeri kıvrıktı yine" diyordu.

Demek sevmişti katilini…

* * *

Kedilerle ilgili bu durumu yeni öğrenmiştim:

Normalde sokak kedisi kendini saldırgan köpeklere karşı koruyabilirmiş.

Bu direnci kıran tek şey neymiş biliyor musunuz:

Sevgi…

İnsanoğlu, eğer bir sokak kedisinin başını okşar ve ona şefkat gösterirse kedicik kendisinin koruma altında olduğunu zanneder ve sivri tırnaklarını içeri çekermiş.

Ve vahşi köpeklerin azgın dişlerini gırtlağında veya itlâf ekiplerinin zehirli etlerini midesinde bulurmuş.

* * *

Nedense Melek'in bahtsız yazgısı gibi bu bilgi kırıntısı da bana pek hazin göründü.

Küçücük bir dokunuşta gardı düşen ve ölümcül yaralara açık hale gelen sarmanların kaderinde kendi aşk hayatımızın hülasasını buldum.

Biz de Eros'un şefkatine sığınıp, sevdalanınca en mahrem zaaflarımızı ele vermiyor muyuz?

Yıllar yılı ardına sığındığımız barikatların anahtarını gönüllü teslim edip, tırnaklarımızı içeri çekmiyor muyuz?

Sevginin bizi kollayacağına, sarıp sarmalayacağına dair ön kabulümüz yüzünden koruma duvarlarımızı gönüllü kaldırıp, yaralarımızı açık hale getirmiyor muyuz?

Sonra ne oluyor?

Sevdamız en büyük zaafımıza dönüşüyor.

Saçımızı okşayan elin bizi ilelebet kollayacağına inanıyor, tatlı sözlere kanıyoruz. Taklalar atıp, cilveler yapıyoruz.

Ve en ummadığımız anda, en korunaksız halimizle yakalanıyoruz aşkın hoyrat yüzüne…

Şefkatimiz katilimiz oluyor.

* * *

Ders almak mı?

Ne münasebet!

Daha son ihanetin yarası kabuk bağlamadan, yeni yaralar için aralıyoruz kalbimizin kapılarını…

Zavallı bir kedi yavrusundan farkımız yok aşkın karşısında…

Boynumuzda, kalbimizde pençe pençe darbe izleriyle, her sıcak dokunuşta çocukça uysallaşıp, her hayal kırıklığında "köpek gibi" pişman olarak, her terk edişte acı çekip her dönüşte biraz daha kanayarak, kanayan yerlerimizi kediler gibi dilimizle yalayarak, "Bir daha asla"larla "Daima"lar arasında yalpalayarak yara bere içinde yaşıyoruz.

O yüzden "Melek"ler, içe kıvrık patilerle gömülüyor.

Ve hayata "Şeytan" lar hükmediyor.

* * *

Belki de en iyisi kuyruğu her daim dik tutmaktır…

Şefkate kanmış mevta bir ev kedisi olmaktansa, gardını almış hayta bir sokak kedisi kalmak daha iyidir.

* * *

Konuyla ilgili yazı: Güle güle meleğim!

diYorum

 

84
Derkenar'da     Google'da   ARA