Patronsuz Medya

Hangisi "gerçek" ?

Çağatay Acar - 11 Aralık 2004  


Koç Holding onursal başkanı Rahmi Koç'un şu sıralarda ne yaptığına dair bir fikriniz var mı?

Herhalde holdingini büyütmek, yeni yeni yatırımlar yapmak için oradan oraya koşturuyordur diyorsunuz. Haklısınız. Rahmi Bey, yoğun iş temposu ve uluslararası toplantılarına devam ederken, bir yandan da teknesiyle "dünya turu" yapmakta.

İki yıl sürecek bir dünya turu. Nazenin 4 isimli teknesi, İstanbul Kalamış Marinası'ndan 19 Eylül tarihinde, medyanın tüm köşe taşları ve "cemiyet dünyasının" ünlü simaları tarafından, yüzlerce balonun gökyüzüne uçurulmasıyla birlikte denize açıldı. Kalamış açıklarına kadar çok sayıda tekne siren çalarak ona eşlik ederken, Koç ve mürettebatı onlara şampanyalar patlatarak karşılık verdiler.

Kaptan Joseph Katalan ile kaptan yardımcısı, hekim, makinist, makine mühendisi, Wendy isimli aşçı ve "bazen de" Rahmi Koç'un yer aldığı sekiz kişilik mürettebatı bulunan Nazenin 4; 37,5 metre uzunluğunda ve 8,2 metre genişliğinde. Anlamı gibi, zarif ve narin bir tekne besbelli(!). Adeta, Koç'un yenilmezliğini, açık denizlere ve okyanuslara da kanıtlama arzusuyla yarattığı bir transatlantik.

Size komik geliyor mu bilmem ama bir tuhaflık var sanki bu dünya turunda.

Deniz bir tutkudur çoğunca, yolculuk da. Yolcular farklı insanlardır. Kişinin kendisini keşfetmesidir gerçek amacı çıkılan tüm yolculukların. Yollar, uzak ülkeler, tanımadığın coğrafyalar çeker seni, ama sen değişirsin yolculukla. Yola çıkmak, büyük bir karardır, özgürlük aşkıyla vurursun kendini yollara. Che'nin Güney Amerika yolculuğu veya Hermann Hesse'in Siddharta'sı ya da Amin Maalouf'un Afrikalı Leo'sunda anlattığı türden değişimi yaşar "gerçek" yolcular, ama bunun için "kapıyı çarparak" çıkmak gerekir.

"Büyük Türk denizcisi" Rahmi Koç'un dünya turunun garipliği; gücün ve paranın her şeyi satın alabileceği düşüncesinin kaçınılmaz bir sonucu olarak beliriyor gözlerimizin önünde. Açgözlülüğün, yaşam oburluğun sınır tanımazlığı; sahip olma tutkusuyla kısır döngüye girince bu tür güdük işler çıkıyor ortaya.

Rahmi Bey, dünya turunda iken her ay Türkiye'ye dönüyor, işlerine devam ediyor, teknesi Nice limanında demirlediğinde Paris'e iş görüşmesi için gidiyor, tekne yolu yarıladığında medyayı çağırıp, verdiği maskeli baloyu kameralara çektirtiyor, kaptanın seyir defterini yazdığı web sitesi kuruyor, yabancı aşçısı sayesinde dünya mutfağını günde 3 öğün teknesinde yiyor, uydu telefonunu elinden düşürmüyor. Torunlarına; "dedem teknesiyle dünya turu yaptı" dedirterek onları gururlandırıyor.

Peki ya gerçek yolcular, gerçek denizciler? Tatlı bir gülümsemeyle izliyorlardır tüm bu olanları kuşkusuz. "Kısmet" adlı mütevazi teknesiyle dünya turuna çıkmış Sadun Boro, "Uzaklar" isimli küçük tekneleriyle çıktığı ve yolculuk sırasında doğan kızlarıyla Atasoylar, Rahmi Koç'un yanında ne kadar "gerçek"ler değil mi?

Ne dersiniz; para, zenginlik ve şöhret, azaltıyorlar mı insandan bir şeyleri? Ne kadar azsak, o kadar çok muyuz esasında? Gerçeklikten uzaklaştırıp, insanı kendisine yabancılaştırıyor mu tüm bunlar?

Bu satırları yazarken, Türkiye'nin çok satan gazetelerinden birinin spor sayfası ilişti gözüme. Hülya Avşar'ın kocası olmaktan başka bir özelliği ile tanıyamadığımız seçkin simalarımızdan Kaya Çilingiroğlu'nun, spor sayfasında köşe yazarlığına terfi ettiğini görerek şaşırmıştım. Kaya Bey'e sayfasında köşe ayıran bir medya hakkında, ratingin kaliteden daha erdemli olduğunu düşünememiştim oysa, hata bendeydi.

Kaya Bey ilkokul fiş dosyalarımızı anımsatan dili ile yüz binlere satan bir gazetede şöyle sesleniyordu okurlarına: "Del Bosque en doğru 11'le başladı. (…) şampiyonluk istiyorsan mutlaka iyi bir kaleci ve geride iki yabancının olması gerekiyor. Maalesef stoper oynayan Türk oyuncular önemli hatalar yapıyor. Hiçbiri haddini bilmiyor. (…) Maçın yıldızı Tümer'di. Yoktan iki pozisyon yarattı birini attı, birini attırdı. Del Bosque ve Beşiktaş yönetimini bir kez daha kurtardı. Bu ne kadar sürer bilmiyorum."

Biz de bu; "her işten anlarım abi" ci anlayışın ne kadar süreceğini bilmiyoruz. Sadece bekliyoruz; bu işkence, bu sığlık ne zaman sona erer diye. İnsanın, para ve güç sahibi olunca tanrısallaşıp, her şeye muktedir olabileceğini düşünmesi, sınıf atlayınca zekâ seviyesinin de eşdeğer olarak artacağı hissi ve gerçek olmayan hayatlar. Şöhret tutkusu ve bunun insan karakterinin bir parçasına dönüşmesiyle birlikte içgörü kaybı.

Ölüm korkusuyla beslenen, dünyada iz bırakma ihtirasıyla yapılan samimiyetsiz, niteliksiz, sahte şeyler. Dünyaya söyleyecek sözü olamamanın verdiği eziklikle yapılan abukluklar. Adam yerine konma ve sayılma tutkusuyla beliren çırpınışlar. Sahte yüzler, sahte mimikler, sahte davranışlar.

Ünlüler Çiftliği'nde "geri dönüşümlü kağıt" misali çöpe atılmış, şaşalı günlerini özleyen endüstriyel atıklar ya da şöhrete merdiven dayamaya uğraşan yeni yetmeler. Meydanlarda "açın Türkiye'nin önünü" diyerek haykıran sarı bacımızın, muhterem banka "Uçuran" eşlerinin, bir gazetede "sağlıklı ve genç kalmakla, uzun yaşamanın yolları" başlıklı yazı dizisi.

Ve tüm bu sirk atmosferinin ve düzeysizliklerin, "çağ atladığımız" bir dönem sonrasında gittikçe yükselen bir ivme kazanması. Sorumlu medyamızla, üretken reklamcılarımızın çanak tuttuğu ve IMF destekli/köstekli iktidarlarla, patronların vicdanlarına ve insafına terk edilmiş milyonlar. "Sağlıklı" ekonomiler uğruna yaratılan "hasta" ruhlar.

Kimin sahte, kimin gerçek olduğunu ayırt edebiliyorsak şayet, farkındalık indeksimiz yüksekse ve bu insanlar çok az kalmamışsa ülkemde, gelecek için bir umut vardır kuşkusuz. Tüm sunilikleri ve sahtelikleri normal karşılıyorsak, hatta sempati duyuyorsak tüm bu "yaşam kalpazanlarına", alıştırıldıysak yüzeysel yaşama ve eğlendirilip; tv, reklamlar ve alışverişle uyuşturulmaya ve tüm bunları sistemin ürettiğini göremeyecek kadar kataraktlıysa gözlerimiz, şimdiden başı sağ olsun hepimizin.

diYorum

 

Çağatay Acar neler yazdı?

63
Derkenar'da     Google'da   ARA