Patronsuz Medya

Zor muhalefetlerin adamı…

Alper Görmüş - Yeni Aktüel, 2009  


Kolay ve hesaplı muhalifliğin cenneti Türkiye'de, güçlerini bedel ödemeye her an hazır olmaktan alan hakiki muhaliflerden nefret edilir. Tehlikesiz muhalifliğin lüksünü darmadağın etme potansiyeli taşıyan bu insanlarla mücadelenin en iyi aracı onlara "huysuz" damgasını yapıştırmaktır. Necdet Şen, Türkiye'nin önde gelen "huysuz"larından biri…

Farklılıklara tahammülsüzlük, Türkiye'nin her daim sıcak politik koşullarında her şeyden önce farklı etnisitelere, dinlere ve mezheplere, hadi hadi farklı cinsel tercihlere tahammülsüzlük olarak algılanıyor ve eleştiriliyor. Hiç kuşkusuz gerekli ve haklı bir eleştiri bu. Fakat aynı vurgu bir yandan da bize (toplumun standart bireylerine) huy olarak benzemeyenlere gösterilen tahammülsüzlüğü tartışmaya ayırmamız gereken çabadan rol kaparak olumsuz bir sonuca da yol açıyor.

Aslında pek de tartışmak istemediğimiz bir tahammülsüzlük türü bu. Çünkü kişiliği standart "biz"e benzemeyenlerin çoğu çok güçlü bir "canımızı sıkma" potansiyeli taşırlar. Sert insanlardır bunlar, çok zor eğilip bükülürler, bazen de bu hiç mümkün olmaz. İşte bu nedenlerle onlara "huysuz" deriz. Kalitelerine hiç lâfımız olmasa da, hatta açıkça takdir etsek de "uzakta" olsunlar isteriz; çünkü onlar yakınımıza gelirlerse kendimizden güzelce gizlediğimiz kimi özelliklerimiz için "ayna" işlevi görürler. Uzakta olsunlar isteriz; çünkü onlar, kendimizi zar zor ikna ettiğimiz "takdire şayan" kişilik özelliklerimizin asit temelli mi yoksa baz temelli mi olduğunu bir anda ortaya çıkartan turnusol kâğıtları gibidirler.

Manevi lükslerimizi darmadağın etme potansiyeli taşıyan bu insanlar güçlerini tek bir şeyden alırlar: Bedel ödemeye her an hazır olmaktan…

Temel özelliklerini anlattığım bu türden atipik bireylerin toplumumuzdaki sayısının pek az olduğunu sanırım siz de kabul edersiniz. Bizim meslekte "insanlaştırma" tabir edilen (ne kötü bir adlandırma!) bir "tarz" vardır. Bu tarz, soyut meselelerin bir insan üzerinden anlatılıp o meselenin soyut niteliğinin olabildiğince izale edilmesi temeline dayanır.

Bir gazeteciden, özelliklerini yukarıda saydığım atipik bireyi "insanlaştırma tarzı"yla anlatması istense sanırım aklına gelen ilk isim Necdet Şen olur; meğer ki o gazeteci Necdet Şen'i ve onun meslekteki "performans"ını bilmiyor olsun…

Onun gibi biri olsun ama 'o' olmasın!

"Her işin yalapşap geçiştirildiği ve mesleğini hakkını vererek yapmaya çalışanın 'karın ağrısı' gibi görüldüğü Basın'dan umudumu kesip köşeme çekildiğim günlerde bir arkadaşımdan dinlemiştim. Çalışmakta olduğu gazetenin yöneticilerinden biri gazetedeki çizgi roman eksikliğinden yakınırken 'ah, şöyle Necdet Şen gibi birini bulsak' diye bir lâf etmiş. Arkadaş da 'Necdet Şen'in kendisi var ya işte' demiş saf saf. Nasırına basılmış gibi bağırmış yönetici: 'O olmaz!' Bizim mahçup arkadaş 'niye olmaz' diye soramamış tabii.

Gerçi sorsa da muhtemelen 'aksi, geçimsiz' türünden lâtif bir gerekçe işitirdi yöneticiden."

"Düşünüyorum da velev ki bu satırları yazan bendeniz Necdet efendi, bu muhterem bayların zannettiği gibi 'aksi', 'huysuz', 'kavgacı' biriyim, önüme geleni kakıyor, ardımdakini tepiyor, yan bakanı süsüyorum… Eeee, ne olmuş? Ben miyim ulan bu camiadaki tek huysuz? Başka kimse yok mu? Kırk kişiyiz şurda, birbirimizin ciğerini biliriz!"

Bu satırlarını okuduğumda önce Necdet Şen'in tecahül-ü ârifaneden geldiğini; yani kendi huysuzluğunun başka huysuzluklardan farklı olduğunu, bu huysuzluğun mesai arkadaşları için tatsız bir "ayna" özelliği taşıdığını biliyor da bilmezlikten geliyor sanmıştım. Sonra benzer başka yazıları okuyunca, bu "fark"ı sahiden de bilmiyor olabileceğine hükmettim. Bu nedenle mi acaba, huysuzluğuyla olması gereken ölçülerde barış içinde görünmüyor. Eğer böyleyse, bence kendine de huysuzluğuna da haksızlık ediyor.

Huysuzluğunun "kalite"sinin değilse bile, müdanasızlığının değerinin farkında. Hatta bir adım daha atıp, bunun biliniyor olmasını önemsediğini de söyleyeceğim. Başka türlü söylersem, bir "derviş" değil o. Öyle olmadığını "öfke"sine bakarak da anlayabiliriz.

TVNet'te üç genç adamın birlikte yürüttüğü bir sohbet programı var. Son programda toplumsal kutuplaşma üzerine tartışırlarken biri şöyle bir örnek verdi: "Leman Sam" dedi, "her kurban bayramında buradaki havayı teneffüs etmemek için yurt dışına çıktığını açıkladı. Ben, çok kırıldım onun bu çıkışından. Fakat buna rağmen yapmam gerekeni biliyorum: Hiç bir şey dememeliyim ona, susmalıyım, kırgınlığımı kendi içimde yaşamalıyım."

Doğrusunu isterseniz, Necdet Şen'i, insanı dervişâne bir dünya algısına yaklaştıracak böylesine bir "öfke kontrolu"nun epeyce uzağında (ve itiraf edeyim kendime epeyce yakın bir yerlerde) görüyorum.

O kadar öfkeli bir adamın (öfke ille kötüdür demiyorum) şu türden cümleler kurması da, varmak istediği noktadan epeyce uzak olduğunu gösteriyor:

"Sevmem ve nefret ederim kelimeleri benim sözlüğümde yok. Bu kelimeleri çıkardım, attım. Taraf gazetesinde 20 soruluk bir anket var, iki tane 'Nefret ettiğiniz…' diye başlayan soru var. Nefret bu kadar meşru bir şey midir?"

Sevmemek de nefret etmek de insanî duygular. Bence Necdet Şen de hepimiz gibi yeri geldiğinde sevmiyor ve nefret ediyor. Meselâ hesaplı muhaliflik ve hesaplı muhaliflerle ilişkisini hangi kelimelerle ifade etmeyi tercih ederdi acaba, ki onları şöyle anlattığını biliyoruz:

"Sen de herkes gibi yapıp, sivil siyasetçileri, belediyeleri, kulağından tutulup kodese tıkılmışları, darbeyle devrilmişleri, rakip medya kuruluşlarının yöneticilerini ve didişmeye teşne kanaat önderlerini dolasana diline salak neco! Niye cami duvarına işiyorsun?"

Mizahta da "zor"u tercih etti

Onun karakterinde birinin, politik mizahımızın "devlet ilericisi" kolaycı haline boyun eğmesi elbette beklenemezdi. Bu mizahı hak ettiği gibi eleştiren birkaç çizerden biri de o:

"İki yıl önce bir akşam televizyonda Türkiye'nin çok tanınan karikatüristlerinden ikisini çıkarmışlardı. Programın yöneticisi sordu: 'Siz iktidara karşı mısınız?' Onlardan biri, çok karizmatik bir arkadaş, 'Bizim iktidarla sorunumuz yok, bizim sorunumuz hükümetle' dedi. Bu bence şecaat arz ederken sirkatin söylemektir. Tamamen Türkiye'deki mizah dergilerinin işlevini tarif etmektedir."

Son birkaç cümleyi onun portresinin ayrılmaz bir parçası olan hayvan sevgisine ayıracağım. Ve bir temenniye: Necdet Şen keşke hayvanlarla ilgili olarak daha çok yazsa. Okuyun, eminim siz de öyle düşüneceksiniz:

"Bir hayvanı kucağına alıp şımartan herkes farkına varır: Yumuşacık, pelte bir karın, ıslak bir burun, avucunun içinde pıt pıt atan mini minnacık bir kalp, minnetle, sevgiyle bakan bir çift kehribar göz. Kendi dilini öğretir sana, seninkini anlamaya çalışır. İçimizdeki meleğin ağırlığını ölçen kuyumcu terazileridir onlar."

diYorum

 

50
Derkenar'da     Google'da   ARA