Patronsuz Medya

İlaçla yaşayan Yaşar Bey

Ahmet Hamdi Tanpınar - 1937

Künye - Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur, 1948, Remzi Kitabevi, Sayfa:152-154  


Altı seneden beri hayatını doldurduğuna göre, hiç de küçümsenecek bir iş değildi bu. Yaşar o zamandan beri sivil hayattan, bir iradeyle birdenbire büyük bir harp sefinesinin kaptanlığına tayin edilmiş bir adama benzerdi ve böyle bir kaptanın hiç tanımadığı gemisiyle meşgul oluşu gibi, hiç bir sırrını ve imkânlarını bilmediği ve idare eden kanunların cahili olduğu vücudu ile meşguldü.

Düşündükçe meçhulü kendisini de ürküten birtakım cihazları birbirine ayarlamak, beraberce işletmek, küçük ve tam vaktinde müdahalelerle birtakım muhtemel aksamaları önlemek biricik endişesiydi.

Yaşar Bey bir kelime ile vücudu kendi gözünün önünde olan adamdı. Bilhassa ihtiyatsız bir doktorun bir gün ona, kendi bünyesinin verimlerine göre, onda hakiki bir kalp hastalığı olamayacağını, belki diğer cihazların iyi işlememesi yüzünden küçük bir sıkıntı geçirdiğini söylediğinden beri, bu telâş artmış, ömrü imkânsız bir coordination'un peşinde geçmeye başlamıştı.

Denilebilir ki, Yaşar Bey için vücut dediğimiz tamamlık kaybolmuş, onun yerine müstakilen işleyen uzuvların yaptığı, her sandalyesinde ayrı bir zihniyete ve ayrı bir partiye mensup bir nazırın oturduğu bir kabineye benzeyen garip bir muvazaa geçmişti.

Onda bağırsak, mide, karaciğer, böbrek, büyük sempati, ifraz guddelerine varıncaya kadar her uzuv, tek başına ve ayrı istikametlerde çalışıyordu. İşte Yaşar Bey, bu tek başına çalışmaları tek bir hedefe götürmeye gayret eden adam, imkânsızla uğraşmaya mahkûm edilmiş bir nevi başvekildi.

Asrımızın ileride tarihini yazacak adam, elbette ki müstahzar salgınını göz önünde tutacaktır. Yaşar bu salgının en büyük kurbanlarındandı. İstanbul'da birkaç ecza deposundan başka doğrudan doğruya ecza fabrikalarıyla temasa girmişti. O kadarki, bu fabrikalar veya mümessilleri yavaş yavaş ona da herhangi bir doktora yaptıkları gibi, her cinsten son mahsullerini göndermeye başlamışlardı.

Bu ilâçlar sadece bugünkü tıbbın ve kimyanın zaferi değildir. Ayrıca kendilerine has bir estetikleri, hatta edebiyatları vardır. Onlar en zarif ciltten, maroken taklidi cüzdana, en çıldırtıcı ve pahalı kokuların, pudra ve tuvalet eşyasının kutularına kadar giden, itinalı ambalajlarıyla her büyüklükte, her biçimde, her renkte, kimi adeta, "Ben bir fikir kadar faydalı ve o kadar kolay taşınırım!" diyen küçük zarif ve cana yakın, kimi ağırbaşlı bir dost gibi her türlü güveni vaad eden oturaklı şişeleriyle kadife kadar parlak ve tüylü üst kâğıtları, ayvacık tüyleri güneşte parlayan bir taze cilt gibi insana haz veren paketleriyle gündelik hayatımıza, hiç olmazsa şehirli ve cadde hayatına, kendilerine mahsus bir değişme getirmişlerdir.

Hakikatte bu müstahzarlar zamanımızda beliren birkaç belli başlı fabrikanın mahsulü olarak kalmazlar, müstehliki gelecek insan idealinin gelişmesine doğru götüren ilk adımlardır. Onlar getirdikleri sun'i kolaylıkla insanda tabiatın yavaş yavaş ölümünü temin ederler. İşte Yaşar Bey, bu büyük ideali sezen ve ona can ve yürekten bağlanan adamlardan biridir.

Altı senelik sabırlı bir çalışma sayesinde, başkalarında kendiliğinden olan birçok şey onda ilâçla olmaktadır. Yaşar Bey ilâçla uyur, uyanıklığın vuzuhuna kalkar kalkmaz aldığı birkaç aspirinle erer, ilâçla iştihasını açar, ilâçla hazmeder, ilâçla dışarıya çıkar, ilâçla aşk yapar, ilâçla arzulardı. Roche, Bayer, Merck gibi firmalar onun hayatının belli başlı yardımcılarıdır. Her ay bakanlığa takdim ettiği uzun raporları yine bu fabrikaların insan dayanıklılığını birkaç misline çıkaran mukavvileri sayesinde yazardı.

Yatağının başucundaki komodinin üstü her türlü desenle sembolle süslü, maden bilgisinden mitolojiye ve kozmolojiye kadar uzanan kimi çok uzun, kimi bir şiir kitabının ismi gibi sadece telkinle iktifa eden isimli şişelerle doludur. Büfenin kendisine ayırılan geniş rafı ise bu şişeler ve paketler sayesinde bir Amerikan barı kadar göz çekicidir.

Yaşar Bey bu ilâçlardan bahsederken en istiareli dilleri kullanır. C vitamini aldım diyeceği yerde "Seksenbeş kuruşa bir milyon portakal aldım!" der. Yeleğinin cebinden çıkardığı bir Phandorme veya Eviphane şişesini "İşte size dünyanın en büyük şairi; her komprimesinde en aşağı, hiç bir şairin hayalînden geçmeyecek yirmi rüya vardır!" diye takdim ederdi. Günün saatleri alacağı ilâçlara göre taksim edilmişti. "Lütfen hatırlatın, saat tam üçte pepsinimi alacağım… Ürotropin almayı unutmuşum… Allah vere de bir manasızlık çıkmasa…"

Yaşar Bey hakikaten muassır ilmin ticaret fikri ile bütün insanlık için el ele vererek hazırladıkları bir complexe'ti…

Not: Roman 1937 yılının İstanbul'unda geçiyor.

Yorumlar

Alıntıyı okuyunca yıllar önce dinlediğim bir fıkrayı hatırladım.

Adamın biri eczaneye giriyor, "Sizde beheri yirmişer gramlık tabletler halinde blister ambalaj içinde asetil salisilik asit bulunur mu?" diye soruyor.

Eczacı "Yani Aspirin mi istiyorsunuz?" diye soruyor.

Adam elini alnına vuruyor.

"Hah! Evet! Bir türlü aklımda tutamam şu meretin adını!"

Hıfzı Sıhha - 7 Haziran 2009 (13:13)

Günün birinde elbette yaşlanacağımı biliyordum. Sevgili babaannem gibi sürekli ağrılarımdan sızlanacağımı da. Ne de olsa tıpkı ona benziyordum. Hepsi bir gün evet, ama uzak zamana ait şeyler gibiydi. Oysa bir sabah, hafif eğilmiş çorabımı giyerken, belimde bir şey çıt etti. Haftalarca, güçlükle yürüme, bir türlü oturamama… Yine de takıldığım şey, ağrı-sızı değil, ya nasıl olur, sadece çorap giyiyordum, şaşkınlığıydı. Meğer uzak zamana varmışım, haberim yokmuş.

İlâçlarla oldum olası aram yoktur. Biraz başım ağrıdığında iyi gelen bir şey keşfetmiştim zamanında; dağ havası. Bütün ağrılara bire bir. Derkenar'a uğrayıp biraz "dağ havası" solumak bana her zaman iyi gelir.

Hacer Günebakan - 18 Haziran 2009 (08:25)

Ahmet Hamdi Tanpınar abartılı bir hali abartısız, sade, sakin bir dille ve belâgatle ne kadar güzel anlatmış. Bu Türkçeyi seviyorum.

Rifat Yılmaz - 3 Temmuz 2009 (11:35)

Ben de yillar once seyrettigim eski bir Fransiz filmini hatirliyorum. Sanirim o da 30 larin sonu 40 larin basinda cekilmiş siyah beyaz bir filmdi. Yasli köy doktoru emekliye ayrilirken, yenisi inceleme yapmak niyetiyle eczaciya uğrayıp durumun pek parlak olmadigini, eski doktorun dinlenme ve nane limon kabilinden tedavi önerilerinde bulundugunu öğreniyor. Eczaciyi statüsune uygun konforda yasamadigi yolunda kiskirttiktan sonra ilk iş tellal bagirttirarak yeni doktorun işe baslama şerefine ilk gün halkı ücretsiz muayene edecegini duyuruyor. Tabii millet kuyrukta. Neyse hepsine bir hastalik damgalayarak gönderiyor, böylece saadet zinciri basliyor. O kadar ki yıllar sonra köyü ziyarete gelen sapasaglam eski doktor da derdest edilip hastaneyi boyluyor. Ne yazik ki bu öncü filmin adini yaptıgım onca taramaya ragmen bulamadim.

Nota Bene: Budutor Abi reca ederim insafsiz olmayiniz. Klavyemin azizliginin acisini benden cikarmayiniz Elimden geleni yaptim…

Sule - 3 Ağustos 2020 (04:19)

Geçen gün onüç yaşındaki yeğenim benim telefonla google araması yapacaktı. Telefonu geri verdi "Teyze senin klavye Türkçe değil, nasıl yazılacağını bilmiyorum. Sen yazar mısın?" dedi. Çok şaşırdım. Onlar Iphone kullanıyor ve klavyesi Türkçe'ymiş. Benimki (Android) öyle değil. Uzun zamandır bilgisayar yerine telefonu kullandığımdan bu klavyeye de alıştım sanırım. Klavyedeki Türkçe harfleri bulmak için, parmağınızı kısa süre basılı tutuyorsunuz o kadar. (Netekim bu yorumu da telefondan yazıyorum Sule'cigim.)

Fersan Cevriye - 3 Ağustos 2020 (16:07)

Teşekkür ederim Cevriye Hanım'cığım. Öneriniz tablette de işe yaradı.

Şule - 5 Ağustos 2020 (22:25)

diYorum

 

82
Derkenar'da     Google'da   ARA