Patronsuz Medya

Bir Ünlünün Hastalık Destanı

Ahmet Faruk Yağcı - 6 Eylül 2010  


Anadolu'nun hemen her yöresinde tiryakilikleri olan erişkinler tarafından söylenen bir söz vardır. Yöresine göre girizgâh kelimeleri biraz değişiklik gösterse de ana cümle "rakı içen öldü de, su içen ölmedi mi?" şeklindedir. Bunu söyleyenin ille de içki içmesi falan da gerekmez.

Çocukluğumda dedemin dükkânı cıvarında çok gördüğüm bir sahnedir: İki kalın sesli adam sohbet ederken biri diğerine sigara ikram eder, diğeri sigarayı alırken bir öksürük krizine yakalanır, gözleri yerinden oynayana ve suratı kıpkırmızı kesilene kadar öksürür. Soluğu düzeldikten sonra elinde tuttuğu sigaraya bakarak "lan oğlum çok içiyoz bu zıkkımı!" der. Yanındaki de "aman abi ya, rakı içen öldü de su içen ölmedi mi?" der. Sigaralar yakılır.

Liseyi bitirdiğim sene sigaraya başlamamın ana sebeplerinden birisi de bu tip "kader kısmet" konuşmalarıdır. Ondört sene süren tiryakilik dönemimde zaman zaman sigarayı bırakamayacağıma kanaat getirip "herkes ölüyor oğlum" diye kendi kendime söylenmişliğim de vardır. Bu aralar ayrılığımız onbeş seneyi doldurdu. Böyle iyiyiz.

Bir başka teselli cümlesi de tombulların söylediğidir. "Bizim aile böyle, hepimiz göbekliyiz" diyerek girişirler yiyeceklere. Gerçekten de zordur yeme alışkanlıklarını terketmek. Kendi özelimde söyleyeyim hayatımdan sigarayı, kolalı içecekleri, kahveyi çıkarttım ve fazlaca zorlanmadım. Az yemek ise halen çok zor geliyor.

Alkolü fazla tüketen bünyelerin sahipleri çoklukla benzeri "amaaan canım, gittiği yere kadar gider" cümlelerine sığınırlar. Sportif aktivite yapamayanlar da aynı şekilde bir bahane bulurlar. İnsan psikolojisi durumunun o kadar da kötü olmadığını kabul etmeye eğilimlidir.

* * *

İnsan evlâdının bir başka nakısası daha vardır. O da "çok düzgün" görünenlere içten içe düşman olmak. Hem yakışıklı, hem zengin, hem sağlıklı birisi içsel düşmanlığımızın öznesi olmak için idealdir. Hele de başına beklenmedik bir şey gelirse önüne geçemediğimiz bir sevinç kaplar ilkel bünyemizi. Nedendir nasıldır bilemeyiz, hafiften utanırız, vicdanımız rahatsız olur… Ama bir kere sevinmişizdir.

Geçtiğimiz hafta dünyaca ünlü Dr. Mehmet Öz kolon kanseri ihtimali ile bir operasyon geçirdi. Haber duyulduğunda ilk tepkim: "Hay bin Babuna!" şeklinde oldu. Çoğumuzun hafızasının derinliklerine gömdüğü Dr. Oktar Babuna olayına zihnim anında link vermişti. Herhangi bir şekilde yolumun kesişmediği, alacak verecek durumumun olmadığı, genelde hep doğru şeyleri söyleyen Dr.OZ (programının adı bu adamın) demek ki benim "kıllandıklarım" listesindeydi.

Önce kendimden utandım. Sonra kolon kanseri hadisesinin gerçek olma ihtimalini düşündüm. İçimde aşırı bir üzüntü, kendimi onun yerine koyma, empati falan yoktu maalesef. Vicdanım bu duyarsızlıktan ciddi rahatsız oldu.

Aklıma Temel ve İdris'in mezarlık fıkrası geldi. Hani iki ahbap çavuş mezarlık duvarında sarmışlar cigaralıkları, açmışlar şişeyi, kafalar ellişer yüzer yükselmekte. Bir cenaze gelmiş. Temel hemen kalkıp seyretmeye gitmiş. Yakınları ile konuşmuş. Adamın ahbapları "çok içerdi, çok yerdi, sağlığına dikkat etmezdi" diye ağlaşmışlar. İdrisin yanına dönen Temel "uşak çok yanlış yapıyoruz, bu rahmetli gibi ölüp gideceğiz" demiş. Az sonra bir cenaze daha gelmiş. Temel yine gitmiş. Bu defa cenaze sahipleri "her şeyine dikkat ederdi, ağzına sigara ve içki sürmedi, yaşantısı çok sakindi" şeklinde anlatmışlar. Bizimki gülerek arkadaşının yanına gelmiş. Cigaralıktan bir nefes almış, şişeden de büyücek bir yudum "ula, içenle içmeyen en fazla beş dakika farkediyor, iç içebildiğin kadar" demiş.

* * *

Çok düzgün insanların biz eksikli kulları rahatsız eden bir yanı var. Alın Mehmet Öz. Ellisinde, bir gram yağı yok, boy desen onda, saçlar yerinde duruyor, başarılı, çok satan kitapları, çok seyredilen televizyon şovu var. Sen sıradan bir ölümlü olarak nasıl kin duymazsın bu idealler toplamı ademe? Sırasıyla kıskanmaya kalksan elli tane kıskanılacak yan bulman mümkün. Sebepsiz düşman olmak da etik değerlere ziyan. İçimizdeki ilkel ancak onun başına fena bir durum geldiğinde devreye giriyor ve gizli gizli sevinç duymamıza sebep oluyor.

Burada samimi konuşuyoruz, kendisinden hoşlandığım söylenemez. Birkaç parça kırmızı et yiyene damarları tıkanmış muamelesi yapmasından tutun, yaptığı işi aşırı önemsiyor havasına ya da işinin hekimlikten çok gösteri sanatları ile alâkalı yanının fazla olmasına kadar meslekle bağdaştıramadığım yanları var. Bir de fazlaca medyada yer bulan hekimlere emniyet hissimin zayıflaması gibi bir durum da var.

Dr.OZ elli yaş kontrollerini yaptırırken kalın barsak tümörü olma ihtimali ortaya çıkmış. Bizler de bunu heyecanla izledik. Ahali olayın bir polip olduğunu öğrendi. Habaset kriterleri açısından da biopsi sonuçlarını beklemekteyiz. Ve biz yaradılışı zayıf kullarda hafiften bir sevinç olduğu da gizlenemez bir halde. Bir arkadaşım "Orhan Pamuk Nobel alır halkımız kahrolur, Mehmet Öz kanser galiba denir, zil takıp oynar" diye hayretini ifade ediyordu. Kendisine "yavrucuğum, adam kanser ihtimalini bile kendisinden bahsettirme maksatlı kullanabiliyorsa bunda bir sakalet vardır" dedim. Aklına yattı. Sonra "ben samimi üzülmüştüm ama" diye de ekledi.

Tahminim, hayatının her dakikasını sağlığına dikkat ederek geçirenlerin bile hasta olmasının verdiği "eşitlik hissi" bu esrikliğe, bu sevince sebep oluyor. Zengin çocuğu sınıf arkadaşımızın kolu kırılınca içimiz içimize sığmayarak "çok geçmiş olsun" dememiz gibi.

Kişilere göre değişir ama, her konuda "orta yol" cu olmak en iyisi herhalde. Hiç ölmeyecek gibi spor ya da diyet çok da gerekli değil. En kötüsü de böyle diyet ve spor saplantısı içinde lastik yarmak ya da balataları sıyırmak.

Sağlığınıza elbette dikkat edin. Ancak, hatasız olmaya çalışıp da eksiği gediği bol insanların şimşeklerini üzerinize çekmeyin. Açlığımız sekiz zeytin ve yarım ekmekle, yalnızlığımız ise içten bir hal hatır sorma ile geçer gider. Hepsinin ötesinde bir metreye iki metre bir alan var ayrılmış. O da otoyol yapımı sebebi ile yerinden oynatılmazsa. Kemiklerinizi torbalayıp taşımazlarsa.

Yorumlar

Dr. Oz örneğinde belki de sorulması gereken soru şu:

Bu şöhretin püf noktası nedir?

Acaba Dr. Oz, diğer tüm doktorların da dahil olduğu bir "doktorluk" yarışının en hızlı koşan müsabıkı mı? Bir sürü kalp cerrahı dururken ne olmuş da o bu kadar ünlü olmuş?

Örneğin Ofrah Winfrey, tv şovu için format tasarlarken "tenis, eskrim, uzay, yıldız falı, aşk, izdivaç, her türlü konuyu işledik, sıra şimdi tıbba geldi, bir doktor bulup akıl danışalım, ama amerikanın en başarılısı hangisiyse onu bulalım" mı demiş?

Ya da?

Ben öyle doktorlar tanıdım ki, ona böyle bir rolü teklif etsen mesleğine hakaret sayar. Ve öyle doktorlar tanıdım ki, böyle bir rolü oynamak için televizyoncuya el altından para yedirir.

Daha açık konuşayım: Dr. Oz ya da Orhan Pamuk gibileri benim gözümde itici yapan şey, lepiska saçları, boyları posları, çok ünlü ve çok zengin oluşları değil, hayatımızı boka çeviren tüketim düzeninin gönüllü konu mankenliğine soyunma ve bundan kişisel karizma derleme konusundaki dev iştahlarıdır.

Herkesi dirsekleyerek kuyruğun en önüne geçmeyi seçen insanlar ister istemez kendilerine yönelik haset duygusunu da göğüslemek zorundalar. Çünkü bu gibi insanların kadrajlanmış "başarı" ların arka planında, önü tıkanmış, hakkı yenmiş milyarlarlarca insanın içindeki katmerli yoksunluk duygusu yatıyor.

Madem öyle, bu tür bir ödülün de küçük bir diyeti oluversin artık. Düşsünler de gülelim.

Not: Mizahta kuraldır, düşen adama gülünür. Ama dikkat, eğer düşen kişi zavallının tekiyse pek gülen olmaz da, kasım kasım kasılan, azametinden yanına varılmayan, ayağı hiç sürçmeyecekmiş gibi görünen biri tökezleyince makaralar koyuverilir.

Necdettin Efendi - 7 Eylül 2010 (13:25)

Benim anlamadığım iki nokta daha var.

Mehmet Öz'un şu an içinde bulunduğu yaş grubunda polip sıklığı %30'ların üzerinde bazı analizlerde %50'lerin üzerinde. 50 yaşın üzerinde karşılaştığımız insanların yaklaşık yarısında bu poliplerden var ve bunların çok az bir kısmı kanserleşiyor. Kalın barsak kanserlerinin % 95 kadarının bu poliplerin özel biri türünden (adenomatöz) gelişmesi bu sonucu değiştirmiyor. Özetle bunun haber değeri yok.

İkincisi ise, böylesi küçük bir ihtimalden dolayı yapılan "bu kabul görmüş bilimsel gerçeklerimizin alt üst olması anlamına gelir" ya da "bu tam bir yıkım" türünden açıklamalar. Allâme-i cihan kanserle ilgili tüm gerçeklere bîhakkın vakıf da bu enteresan olgu (!) yıllar boyu edindiği bilgi, birikim, tecrübe ve müktesebat-ı şahanesine aykırı olduğunu söylüyor. Bu polip senin hangi tabunu yıktı, hangi bilimsel gerçeğinin belini kırdı, hangi ilmî kıstısına aykırı düşüyor? Yoksa kanserin sır hazineleri senin katında bulunuyorda tıp camiasından mı esirgiyorsun?

Enver Turan - 8 Eylül 2010 (10:19)

Dr. OZ nam zatı şahane artık hekimliği falan aşıp "Guru" luk mertebesine ulaşmış gibime geliyor. Onun yaptıklarıyla işinde gücünde hekimlerin yaptıklarını bir karşılaştırsanız, muhteremin Guru'luk tarafının ne kadar aşikâr ve baskın olduğu ayan-beyan ortaya çıkar. Ne Gurusu mu? Bence "tüketim kültürünün yaşam gurusu". Necdettin Efendi'nin şu sözlerini ödünç alarak daha veciz ifade edebilirim: "Hayatımızı boka çeviren tüketim düzeninin" peçetecileri.

Şimdi hatırladım, hani reklam gibi olmasın, bu muhterem bu özelliği vesilesiyle benim "Severim her Guru'yu mistik alemden eserdir diyerek" başlıklı yazıma da konu olmuştu.

Kâmuran Kızlak - 8 Eylül 2010 (16:50)

Çok doğru tespitlerde bulunarak yazmış olduğunuz yazınızı, yine hayranlıkla ve beğeni ile okudum, adı geçen doktorun hastalığını ilk duyduğumda bu olayın ismini unutturmayıp adından bahsettirmek, yani bir nevi reklam amaçlı olduğunu tahmin ettim ve hiç de vicdan azabı duymadım…

Benim bir doktorda aradığım en önemli husus, o doktora olan güven duygusudur, bu gerek yüz ifadesi, gerek vücut dili, hali tavrı, konuya olan hakimiyeti, kullandığı sözcükler, hastayla olan iletişimi ve buna benzer durumlar benim için fazlasıyla değer taşır, nedense adı geçen doktoru kendi programı da dahil olmak üzere ne zaman televizyonda izlesem, bana bir doktordan ziyade bir şovmen hissini yarattı…

Doktorlukla uzaktan yakından ilgim olmamasına rağmen, belli yaşı geçince bağırsaklarda poliplerin oluşabileceği, çoğu kimsenin bundan haberdar bile olmadığı, bunların bazılarının iyi huylu veya kötü huylu olduğu, iyi huylu olup herhangi bir risk taşımasa bile ileride kansere çevirme ihtimalinin olabileceği varsayımıyla, bu poliplerin alınmasının daha doğru olabileceği çeşitli kanalların doktorum programlarında defalarca işlenmiştir…

Hal böyle olunca bu kadar yoğun bir haber yapılması, haliyle beni şaşırtmış ve bunun mutlaka iyi huylu bir polip olduğunu düşünmüştüm…

Nitekim sonradan verilen haberlerde benim bu düşüncem doğrulanmış oldu…

Sevgili doktor'cum, keşke herkes sizin gibi dürüst, içten ve her açıdan dört dörtlük doktor olabilse, Allah sizi başımızdan eksik etmesin…

İclal Arpınar - 8 Eylül 2010 (22:27)

Bu akşam (9 eylül 2010), Larry King Show'da konuktu Dr. Oz ve kolonoskopi filmini seyrettik polipi bile gördük. Şaka yapmıyorum. Bizzat görüntüleri seyrettik. Kolonu ve polipi.

Aklıma yazınız geldi hemen. Bitsin polip show hemen yazacağım dedim. Sonra programda erken teşhisin öneminden bahsetti Dr. Oz. Fakat en can alıcı kısım son kısımdı, Larry King Dr. Oz'un showunu tekrar hatırlattı, övdü. Ve yeni yayın dönemiyle birlikte Pazartesi de showu başlıyor diye ekledi. Pazartesi showu başlıyor… Başlıyor… Başlıyor… Pazartesi… Show… Polip… Kanser… Show. Programın sonu aklımda böyle kalmış.

Sonra ben de kalkıp bu yorumu ekleyeyim dedim. Sevgi ve selâmlarımla.

Alper Uzun - 10 Eylül 2010 (05:37)

'Hay bin Babuna!'derken o kadar da haksızlık etmemişiz demek. Larry King ve benzerlerinin tarikatine dahil olmak için böyle ufak Trick'ler caizdir muhtemelen.

Ahmet Faruk Yağcı - 10 Eylül 2010 (11:38)

Sevgili AFY gene pek çok kimsenin "Aaa benim düşündüklerimi yazmış" diyeceği bir yazı yazmış, her zamanki keyifli okunurluğu ile.

Ben bir gastroenteroloğum. Mesleğimizi uygulamaya çalışırken bazen meslektaşlarımızın bazılarının gözünde "artistlik yapıyor!" durumuna düşmek, bazen de kendi kendime "ben salağım ya!" duygusu yaşamak pahasına şövalyelik sayılabilecek davranışları sürdürmeye gayret ediyorum. Bu anlamda Dr. Öz ile ilgili olumsuz düşüncelere sahiptim.

Dr. Öz, bu son atraksiyonu ile halkımızı öyle gaza getirdi ki, artık bir gastroenterolog olarak kendisini çoook seviyorum.

(Bir hekimin, ne maksatla olursa olsun, bu duruma gelmesini - düşmesini diyecektim ama ağır bir ifade olur mu acaba diye demedim - öyle üzülerek izliyorum ki, anlatmak mümkün değil).

Melih Ozel - 10 Eylül 2010 (21:54)

Bizde olmayan özelliklere sahip insanları kıskanmak, fakat kıskandığımızı itiraf edememek, sonra o kişinin başına beklenmedik şeyler geldiğinde gizlice sevinmek ve devamında sevinç duymuş olmaktan utanmak, hayıflanmak, bunların hepsi hem bildik, hem insanca duygular elbette.

Daha insanca olanı ise Ahmet Faruk Yağcı gibi bu duyguları samimiyetle paylaşabilmek, böylece iç dünyamızda olup bitenleri anlamak adına küçük bir yol açmak herhalde.

Seyit Balkuv - 10 Eylül 2010 (23:15)

Ahmet Bey, bu güzel yazı bendenizi nasıl rahatlattı bilemezsiniz. Sevimsiz doktor: OZ, sağlıklı yaşam gurusu, kazık çakmaya meyledenlerin gözbebeği, Amerika'daki gururumuz, mikemmel insan.

Hastalık öngörüsü gerçek bile olabilir ancak ne yazık ki pek çok kişinin tepkisi aynen anlattığınız gibi oldu. Biz pek sevemedik kendisini, mesafeler mi desem, o şirin surat mı, aksanlı Türkçesi mi? Uzun lafın kısası, sevemedik gitti şu adamı…

Bilge Bozkurt - 21 Eylül 2010 (21:23)

diYorum

 

Ahmet Faruk Yağcı neler yazdı?

58
Derkenar'da     Google'da   ARA