Patronsuz Medya

Ankara-İstanbul Kara Treni

Ahmet Erhan - Ağustos 2001

Künye - Ahmet Erhan, Ankara-İstanbul Kara Treni, Denemeler, 1. baskı, Ağustos 2001, Everest Yayınları
(Gönderen: Hacer Günebakan)  


SUNU:5 Nisan 2001 Perşembe günü tren Bostancı İstasyonu'nda durduğunda inen birkaç yolcudan biriydim. Soğuktu. Küçük bir su şişesine Ankara'dan binmeden önce hazırladığım votka-soda karışımı sıfırı tüketmişti. Bence hayat haneme yeni sıfırlar eklemek için sabahın alacakaranlığında beni karşılamaya gelen sevgili arkadaşım Yüksel Ekşioğlu'na sımsıkı sarıldım. Bir yerlere yağmur yağıyordu, ama nereye?

Hangi coğrafyada ve hangi iklimde olursam olayım zaten çoktan ayırdına vardığım o derin yalnızlığın pamuk ipliklerini paltomdan silkelemeye çalışarak, geçip giden trene baktım.

İstanbul… Doğrusu bunu hiç düşünmemiştim. Kırk üç yaşında, elinde siyah bir çantayla burnunun direği sızlayarak, yeniden, hep yeniden… Ankara'nın 'sıla' olduğu ne kadar su götürüyorsa, İstanbul'un müzmin gurbetliği dağı taşı inletiyordu.

İstanbul'a trenle geldim. 5 Nisan 2001 Perşembe.

Sılam da yoktu artık, gurbetim de…

* * *

ATEŞİ ÜFLE: Özel günlerden nefret ederim. İtirafsa, itiraf! Mum üfleyerek yaşlanmaktan, yılbaşlarında neden birinci çinkoyu ben yapamadım diye hayıflanmaktan, 'tombala' zemininde koşanların aşkı kaybettiklerine sevinmekten… Bu, uçkuru düşük yalnızlığımın kalıcı bir tezahürü müdür, yoksa benim bir yerlerde yaptığım bir yanlışlık mı vardır? Doğmak gibi… Bilmem, kendi kendime konuşup dururum.

Madam Janet, o ince uzun parmaklarını piyano tuşlarına rehin bırakıp da, yüzer gezer upuzun tırnaklarıyla pastaya uzandığında neden midem bulanırdı? İyi de, o bulantı neden bu kadar uzun sürdü? Sanki tarih, bir zaman sonra tekerrür etmekten çıkıyor da, adam akılı bir tevatür'e dönüşüyor. Artık "Rivayet oldur kim…" diye başlayan kitapları okumuyorum. Kitaplık temizleme harekâtlarımda ellerime bulaşan tozlar hep onlardan. Kendi kitaplarımı da bu meseleye ucundan kıyısından dahil ediyorum.

Mum üflemedim. Hep kaçtım. Ama yine de yaşlandım. Özel bir nedenim yoktu. Kuşağımın çektiği acılara da vuracak, demir atacak değilim. Olgunum. Saçımdaki akları aynanın karşısında sayarken, bir gün geldi elimden kaçırdım; sayı saymayı unuttum. Ama özel günleri nefret katsayısıyla çarpmayı, üstüne üstlük katlamayı unutmadım. Ne yapayım, kendi tarihimin yetimiyim. Ahalisi rakip takıma transfer olmuş bir Yol Hizmetleri Köyspor gibiyim. Ne demekse… (Sayfa:102-103)

DENİZ… OĞLUM… Gece. Soğuk koridor. Yalnızlık soğuk oğlum.

Biliyorum ki sen beni epeyce dağınık, bir dakika sonrasını bile düşünmeyen biri olarak gördün hep. Belki de öyleyimdir. Yok yok gerçekten öyleyimdir. Ama o geceki bütün yorgunluğuma karşın oluşan vakur direncimi görseydin, belki bu düşüncende az da olsa bir değişim olurdu. Ama göremezdin, henüz gözlerin açılmadı.

(Sayfa:124-125)

Sevmek, aslında zor olanı seçmektir. Epeyce engebeli, uçurumlarla dolu bir yoldur. Acı çekersin, aldatılırsın, en yakınında sandığın kişi belki de sana ilk bıçağı vuran kişi olur. Ama bunu genel bir olgu olarak alma. İnsanın, her insanın içindeki o iyi verimli tohumu bulmaya çalış. İnan bana oğlum, bu yol seni mutluluğa götürür. Hayatımızda kinler, tasalar, kavgalar hep olacaktır; insanın doğası gereği kaçınılmazdır bu. Kendini ezdirme, savun; ama başkalarını da ezmeye çalışma. Ve aslı önemlisi, bu tür olumsuz duygularda takılıp kalma.

Herkesçe bilinen, ama ne kadar uygulandıkları kuşkulu olan bu düşünceleri neden yazıyorum sana? Ne tuhaftır ki, hayatın anlamını kavramak için çoğu zaman bu kalıplaşmış düşüncelere dayanmak durumunda kalıyoruz. Upuzun bir çizgi bu. Bu çizginin uzağına düşmeyenler "normal" sayılıyorlar. Ötekileriyse, çoğunlukla haklı çıksalar bile yoğun bir mutsuzluk bekliyor.

Dünya acılarla dolu. Her yerde insanlar birbirini boğazlamak için sanki fırsat kolluyorlar. Bugün böyle ve büyük bir olasılıkla yarın da böyle olacak.

Adı 'Deniz' olan oğlum.

Sardunya çiçeğim, çakıltaşım, yakamozum.

Kendini kötü hissettiğin zamanlarda eline -örneğin- bir domatesi al, onu uzun uzun incele, sonra ısır, içine bak; ve düşün, dünyada, iyinin yanı başında kötü, gecenin az ötesinde sabah, güzellikle iç içe geçmiş çirkinlik vardır, adına olgunluk dediğimiz şey, bütün bunları ayırt etmekte yatar…

(Sayfa127-128)

diYorum

 

64
Derkenar'da     Google'da   ARA