Patronsuz Medya

Türkiye'nin Enformasyonel Hikâyesi

Ahmet Deniz Ölmez - 3 Temmuz 2009  


Çuval ipinden yapılmış kemerle tutturulan pantolonumun bir cebinde misketler, diğer cebinde çiviler vardı. Hangi oyunu oynayacaksam, onun gereçlerini çıkarırdım. Ya, bir kuyu kazar, misket oynardım; ya da en yakın yumuşak topraklı araziye gider, çivi oyununu oynardım.

Bisikletim ve/veya futbol topum yoktu. Otomobil tamircilerinden aldığım bilyeleri tekerlek olarak kullandığım "bilyelim"; ve çabuk patlamasın diye, çevresini sonradan bantla sardığım plastik topum, işte, o "yoklarımın" yerine geçenlerdi.

Hi-Men'li, Rahan'lı televizyon saatlerinin yanında, "Jurassic Park" dergilerinin verdiği dinozor maketleri ve uzay üssünden, süper kahramanlarımın şatolarına kadar değişik imgelerde kullandığım biblolar, en büyük ev eğlencelerim iken; eve yeni alınan bir çamaşır makinesi, hayallerimin de ötesinde bir heyecandı! Karşısına oturup saatlerde onu izlediğim günlerde, bazen bir uzay mekiğinde, bazense, tamircilerin atölyelerinin duvarlarında gördüğüm son model arabaların olduğu bir yarışta hissediyordum kendimi; öyle ya, ne koca mavi leğen vardı artık, ne de merdaneli çamaşır makinesi…

Yine, bir dergide gördüğüm akülü oyuncak arabanın aylarca hayalimi süslemesi de, bir markette gördüğüm ve yağmur çamur demeden, neredeyse her gün, sırf onu görmek için uzun yollar teptiğim futbol topunun gıcırlığını elimde hissetmenin heyecanı da tam olarak o günlere dayanırdı. Akülü araba, alma umutlarımın o kadar ötesindeydi ki, onu hesaba katmanın bile gereği yoktu; ancak, biraz sabırlı olursam, gelecek bayramda, günlerce akrabalarımı dolaşıp toplayacağım paralarla belki bir futbol toplu alabilirdim.

Parklar yerine, inşaat kumlarında oyunlar oynadığım, gerçek oyuncaklar yerine, elime geçen herhangi bir nesneyi -örneğin bir kalemi- oyuncaklaştırdığım o günlerden bu günlere ne kadar da büyük değişimler yaşandı… Yok, hayır, ne piyangodan para çıktı; ne de yüksek gelirli bir aile olduk… Annem ve babam emekli oldu, o kadar. Yoksa, memurlar, o yıllardan bu yıllara nasıl bir değişim yaşamışlarsa, biz de farklı bir değişim yaşamadık.

Ancak bizim dışımızda bir şeyler değişti sanki. Artık, dar gelirli olsun, olmasın, çocukların futbol topu olabiliyor. İyi kötü bisikletleri, oyuncakları olabiliyor. İnşaat kumları değil, parklar var onlar için. Çünkü dünya değişiyor. Çünkü Türkiye değişiyor. (Bu değişimi olumlu ya da olumsuz bir anlamda kullanmıyorum; yalnızca bir olgudan söz ediyorum: Akan yüksek debili bir ırmak ve Türkiye'nin buna eklemlenme süreci, diyelim.) Bu sebeple, aslında anlattıklarım benim hikâyem değil. Bu, son 40 yılın hikâyesi. Bu, 1970 sonrası dönemde bütün dünyaya şiddetli ayak seslerini duyuran bir "enformasyon devrimi"nin hikâyesi. Ve bu, benim nezdimde, aslında, Türkiye'nin son 20-25 yıllık hikâyesi. Dünya genelinde bilişim teknolojilerinin yayılması, verimlilik artışları, etkin üretim teknikleri, değişen işgücü piyasaları; sonra 1980'ler, açık piyasa ekonomisi, gümrük tarifeleri ve küresel pazarın hızlı bir üyesi olarak Türkiye'nin entegrasyonu…

Seri üretim tekniklerinin geliştirilmesi, düşük maliyetli üretim ve muazzam hızlı bir teknoloji sirkülâsyonu, "yeni yokluklar" yaratmak karşılığında, yokluklarımızı defalarca kez giderdi. Yeni yokluklar yaratma becerisiyle, enformasyon çağı, yalnızca üretim tekniklerine değil, aslında, totaliter bir yaklaşımla, tüm beklentilerimize devrim yaptı.

Çamaşır makinesinin hızla dönen kazanı adeta bir zaman makinesi gibi şimdi. İnşaat kumları, kalemden oyuncaklar, çiviler, ipten kemerli pantolonlar, büyük umutlar; cep telefonları, bilgisayarlar, yeni nesil oyuncaklar, durmak bilmeyen beklentiler… Bu, Türkiye'nin enformasyonel bir hikâyesi.

diYorum

 

Ahmet Deniz Ölmez neler yazdı?

59
Derkenar'da     Google'da   ARA