Patronsuz Medya

Paranın romanı ve gerçeği üzerine…

Ahmet Cemal - Cumhuriyet, 12 Eylül 2002  


Diyelim şöyle bir cümle yer alsaydı bir romanda: "O ay ev kirasını veremediği için, eski bir arkadaşından borç istemişti…"

Bu cümleyle karşılaşan roman okurları, sanırım etkilenirlerdi. Ve büyük bir olasılıkla kirasını veremeyenden yana çıkarlardı. Hatta ilerki satırlarda zengin eski arkadaşın bu parayı vermediğini okuduklarında, ona kızabilirlerdi de.

Ama paranın romanı ve gerçeği her zaman farklı oluyor. Bunu bana altmış bir yıllık yaşamımda en iyi öğreten de, yine para oldu. Hiç bir zaman yeterince sahip olamadığım o nesne, insanoğlu denen canlının karakterinin binbir rengini tanıtma konusunda bana gerçekten çok iyi rehberlik yaptı.

Evet, insanlar yukarıdaki gibi bir cümleyi romanlarda okuduklarında, anlatılanları kolayca paylaşabiliyorlar. Buna karşılık aynı cümleyi kitaptan okumak yerine bir "canlıdan" duyduklarında, rahatsız oluyorlar. İçlerini bir tedirginliktir alıyor. Bu, çoğunlukla karşılarındakinin zor durumundan değil, fakat sıkıntısını onun ağzından duymaktan kaynaklanma bir tedirginlik. Kimi zaman işi, "Keşke söylemeseydi!" ye kadar vardırıyorlar. Ya da -yorgansızların da olabileceğini hiç düşünmeden- "O da ayağını yorganına göre uzatsaydı kardeşim!" nasihatıyla işin içinden sıyrılmaya çalışıyorlar. Burada suç, romanda değil, fakat romanları yaşamdan kopuk, başka dünyalara ait hikâyeler gibi okuma alışkanlığında. Zor durumdaki bir insanla romanda karşılaşmak, okuyana sorumluluk yüklemez, karşınızda İNSAN varsa eğer ve o yardıma muhtaçsa, bu durum, kendi vicdanınızın görüntüsünün nahoş bir aynadan ani yansımasına da dönüşebilir!

Günlük yaşamımı sıkıntısız sürdürebilmeme, ufacık da olsa bir ev almama çevirdiğim ve yazdığım üç raf kitap yetmedi. On dokuz yıllık üniversite hocalığı da yetmedi. "Unvanım" öğretim görevlisi olduğu için, aylıklarım da hep düşük kaldı. Bunlar roman değil, gerçek. Romanını yazsaydım, belki de beni övgülere boğarlardı. "Ne kadar gerçekçi yazmış" derlerdi. Benden benim gerçeklerim olarak duyduklarında ise öfkeli bir sessizlikle kayboluyorlar. Ya da geçenlerde kiram için borç istediğim, iki kışlığı, bir yazlığı, bir de son model arabası olan "eski" arkadaşım gibi, savunma mekanizmalarını nasihatlere dönüştürüyorlar: "Ben hep ayağımı yorganıma göre uzattım, sen de öyle yapsaydın!" (Yorganın öylesini bulsam!) "Ama ben bu parayı sana, seni kaybetmemek için vermeyeceğim, çünkü geri ödeyemezsen, kendimi aldatılmış hissederim. Oysa senin gibi eski bir arkadaşımı kaybetmek istemiyorum!" (İnsan, ne zaman kaybetmiş sayılır?)

Ben, paranın romanını hiç yazmadım. Bana hep onun acı gerçeklerini yaşamak düştü. Param olduğunda, çevremde kimde olmadığını hissettiysem (istemelerini hiç beklemedim), gücüm oranında verdim. Hep bu ahlakla yaşadım. Şimdi ise ileri sayılmayacak bir yaşa rağmen, artık yolun sonuna geldiğimi biliyorum. Daha çevirmek ve yazmak istediğim onca kitapla, birikimlerimi aktarmak istediğim onca öğrenciyle aramda paranın, günlük geçim kavgalarının o aşılmaz engeli var. Ve ben, artık çok yoruldum. Daha çok şeyler yazmamı ve çevirmemi, başladığım ve başlattığım pek çok şeyi bitirmemi bekleyen güzel insanlar var. Asıl onlara borçlu kalacağım. Beni bağışlayacaklarını umuyorum.

Günlerden bir gün beni bir sigorta hastanesinin odasında ölmeye yatırdıklarında ya da bir yerlerde yaşamını yorgunluktan kendisi noktalamış olarak bulduklarında -Colette'in dediği gibi, artık şöyle gözlerden uzak, kül rengi, sessiz sedasız bir ölümü arzuluyorum- bu dünyadan paranın savaşını yitirmiş, ama sanırım kendini ucuzlatmamayı başarmış biri olarak çekip gideceğim ve benim romanım, zaten son satırına kadar yaşanılarak tüketildiği için, hiç yazılmayacak.

(Yazarın izniyle alıntılandı)

diYorum

 

64
Derkenar'da     Google'da   ARA