Patronsuz Medya

"Benim çilek reçelim" (4)

Ahmet Büke - 26 Haziran 2003  


Ofise girdiğinde Lamia oturmuş, ekranında akan sayılara dalmıştı. Kapının kapanma gürültüsüne rağmen kafasını kaldırmayışını akşam olanla duyduğu öfkeye yordu. Hiç sesini çıkarmadı. Masasına kabahatli çocuklar gibi geçip, bilgisayarını açtı.

Aslında bütün bu yaşadıklarını ona anlatmalıydı. Onun iri göğüsleri ve uzun iç geçirmeleri arasında dökülen her kelimenin bir anlamı olabilirdi. El bezi kadar aklıyla Nehir'in acısına merhem olması mümkün müydü sanki. Tüm o kitabi lâflar, aklı selim döktürmeler hangi yarasına merhem olabilirdi ki?

Lamia belini iki yanına gererek, oturmasını yeniden düzelttiğinde kokusu Orkun'un yüzüne kadar geldi. Yaralı adamın içindeki kabuk yeniden çatladı o anda. Ayak bileklerinden yükselen hararetini dizlerinde hissetmeye başladı. Kapıları yeniden zorlanıyordu.

Ekranında yanıp sönen uyarı ışığı dikkatini dağıttı.

"Veri Tabanı kontrol zamanı. Lütfen işlemlere başlayınız."

Uyarı yazısının olduğu iletiyi kapatırken dünyanın tüm işlemlerinin anasına küfrediyordu içinden.

Küçük kutucuğa şifresini girdi ardından tarayıcıya dayadığı gözünün okunması için bekledi.

Bankanın gizli veri tabanındaydı şimdi. Eşleştirme işlemini başlattı. Birazdan hızla akan sütunlarda müşterilerin kullanıcı adı ve şifreleri geçecek, sorunlu olan eşleşmeler sonucu iptal edilen girişler ekranın sağ yanında birikecekti.

Program çalışmaya başladığında başının arka tarafında beliren ince sızı öne doğru ağır ağır ilerliyordu. Beyninde mırıltılarını hissettiği tamtamlar daha da yakınlaşmıştı.

Aniden film kopuverdi. Sinemada olanlar tekrarlanıyordu. Önce gözbebekleri yavaşladı. Ardından onlara ilişkin kontrolü kayboldu. Karşısındaki ekrandan hızla geçen rakam satırları belli araklıklarla duruyor film karesinin donması gibi sabitleşiyor ardından yeniden akmaya başlıyordu. Kasılan vücudu aklından ve düşüncelerinden kopmuştu. Daha önce başlayan keskin sızısı gelip bu boşluğu doldurdu. Kontrolünden kurtulan göz bebeklerinin hızlı hareketleri yavaşladı. Artan acısıyla beraber yine kendinin hakimi olmaya başlıyordu. Sonunda uzun zamandır duyduğu boşluk hissi kayboldu. Artık bütün yap bozları yerine oturmuştu.

Bakışlarını yapıştığı yerden söküp aldığında yarı karanlık ofis odasının serinliğini yeniden hisseti. Yangınının alevleri tenine çarpıp duruyordu. Lamia olan bitenden habersiz hâlâ arkası dönük çalışıyordu. Orkun geriye yaslanıp bacaklarını iki yana açtı. Kasıklarında hissettiği itme gücünü başka türlü rahatlatamamıştı. Yerinden fırlayan gözlerle önüne baktı. Evet işte sabahki olay tekrar ediyordu. Ama bu kez burnunun direğini sızlatan koku nabzının şiddetini arttırıyordu.

Koku… Lamia'nın yuvarlak omuzlarından yükselen ve kancalı oklarıyla içini delip geçen sihirdi işte.

Kalktı. Ekranına dalmış kadının yanına sessiz adımlarla vardı. Sırtındaki ürpertiyi hisseden Lamia sıçrayarak arkasına döndüğünde kırılan ince çığlığını tamamlayamadı bile.

Orkun kadının dudaklarına hırsla kenetlendi. Omuzlarından kavradığı vücudu ayağa kaldırdı. Sarsarak öpmeye devam etti. Elini Lamia'nın beline doladığında dengelerini kaybettiler. Masaya doğru yıkılırken etraflarında dolanan kör ışık daha da söndürdü kendini.

Kavga eden iki hayvan gibi devam eden sevişmelerinin darbeleri odanın duvarlarında uzun süre yankılandı durdu. Masadan, yerdeki usul tüylü halıya oradan diğer masalara, döner koltuklara ve metal sağlam sehpanın darlığına kadar tüm yüzeyler onların oldu. Boydan boya camlı kapının çatırdama sesi olmasa bu sayıyı daha da arttırabilirlerdi.

Gecenin ilerleyen saatlerinde yarı baygın yorgunluğun kucağına düşen Orkun uyandı. Yanında Lamia yoktu. Kulak kepçesindeki ip kadar ince dantelli donu takıldığı yerden çıkarttı.

"Tanrım neler oldu böyle? Hani hiç umut yoktu benden?"

Bacak arasında uyuyan yorgun aygırı izledi bir süre.

Bilgisayarının başına gitti. Internete girerek arama motorlarından birini açtı. Küçük kutucuğunu doldurup arama işlemini başlattı. Açılan birkaç sayfayı inceledi. Sonuncu tıklamasından aradığı siteyi bulmuştu.

"Yok, yok… Nerede bu aşağılık?"

Yeniden arama işlemine geçti. Takındığı kızgınlık ifadesi giderek daha şiddetle yüzüne oturuyordu. Klavye rayını setçe itip masadan kalktı. Giyindi. Gömleğindeki eksik düğmeler göğsünün yarısını açıkta bırakıyordu.

Az sonra arabasını hızla şehrin içlerine doğru sürüyordu. Önündeki dijital saat sabahın ikisini gösteriyordu. Issız yollarda hızla yol aldı.

On beş dakika sonra ulaşmak istediği noktadaydı. Arabadan sessizce inip yolun karşısına geçti. Islak çimenleriyle durduğu yer sokak lambasının aydınlatma sınırının hemen bitimindeydi. Işıkları yanan daireyi izledi bir süre. Apartmanın yanından giden küçük yolu takip ederek arkaya dolandı. Komşu binanın alçak bahçe duvarına çıktığında yine ışıkları yanan ikinci kata baktı. Uzanıp balkon demirini tuttu, kendini çekti yukarıya. Uzun pencerenin ardında tam kapanmış perdelerin ışık sızan aralığına sessizce yüzünü dayadı. Koridorda dolanan ve sinirli sinirli telefonla konuşan kadını izledi.

Kadın odaya girip kestane renkli kitap dolabını açtı, bir dosya çıkarttı. Orkun dosyanın üzerinde büyük harflerle yazan yazıyı okumaya çalıştı. Yüzünü cama iyice yapıştırdığı anda pencerenin pervazına atlayan gölge Orkun'un korkudan geriye düşmesine neden oldu. Kendini çabuk toparladı. Balkonun karanlığına sindi iyice.

Kadın pencereye yaklaştı. Kediyi kucağına aldı. Gıdısını okşadı. Ama huysuzlaşan hayvan kısık kulaklarıyla etrafını saran kollardan kurtulup kaçtı. Kadın dışarıdaki karanlığa baktı kısa bir an. Perdeyi iyice çekti.

Orkun ayağa kalkan nefesinin yavaşlamasını bekledi. Ama heyecanı yatışmak bilmiyordu. İçeriden gelen sesler durdu. Geldiği yoldan süzülüp arabasına ulaştı.

Evine ulaştığında gergin parmakları kilidi çevirmekte zorlandı. Kapının arkasında dayanıp yavaşça yere çöktü. Titriyordu. Işıklarını açmadan yatak odasına gitti. Baş ucu sehpasından silahını aldı. Mermileri ve dönen topu kontrol etti. Ayak parmaklarının ucunda pencereye gidip perdelerini iyice kapattı. Soğuk süt çekti canı. Çöktüğü koltuktan kalkmak istemedi. Şu anda buzdolabı kapağının çıkartacağı sese tahammülü yoktu.

Yorgunluk üstüne giderek daha fazla abanıyordu. İnen göz kapaklarına hakim olmaya çalıştı. Ama nafile… Her şey hatta sessizlikle birlikte düşünceleri de yavaşladı… Yavaşladı.

Bir saat ya da daha fazla… Uykuya düşmüş, hırpalanmış akıl ve beden için anlamı olamayan zaman dilimidir. Hele yalancı tik taklarıyla aynı şarkıyı söyleyen saatin bile durduğu odada tek gerçek durgunluktur. Orkun'un huzurdan uzak durgunluğuna tıkırtılar çarptı önce. Apartmanın arkasına bakan koridordaki pencerenin menteşeleri gıcırdadı. Sustu. Kuvvetli rüzgâr bir türlü yerine oturmayan metal dili zorluyor gibiydi. Ama o anda dışarıdaki ağaçlar dolunayın altında kıpırtısız bekleşiyorlardı.

İki karanlık gölge yatak odasına süzüldü. Konuşmuyorlar ancak el işaretleriyle ilerliyorlardı. Orkun'un yatağı başına geldiklerinde daha kısa boylu olanı küçük çantasından enjektör ve küçük şişe çıkardı. Odanın karanlığı ince iğneyi şişeye geçirmesine engel oldu. İkinci denemeden sonra çantasından bu kez başka bir nesne çıkardı. Tek eliyle katlı aleti açtı. Süzülen mavi neon ışığıyla cep telefonunu diğerine verdi. Yayılan ışığın loş aydınlığında şırıngayı doldurdu.

Son kez bakıştılar. Telefonu tutan, parmaklarıyla üçe kadar saydı ve hızla Orkun'un kabarık yatağını açtı. Diğerinin hamlesi havada asılı kalıverdi.

"Yok…"

"Yok? Ama… Lânet olası!"

İkilinin birbirlerine çakılı bakışları aynı anda çalan telefona yöneldi. Daha uzun boylu gölgenin elinde tuttuğu cep telefonu Ağustos böceği sesli melodiyle çırpınıp duruyordu.

"O… O arıyor…"

Dışarıda bir araba çalıştı ve hızla kalktı.

Uzun boylu gölge perdeyi araladı. Yarıya kadar açık camdan gecenin soğuğu içeriye doluyordu.

Az sonra aynı pencereden beceriksizce çıkan iki karanlık vücut yola doğru fırladı. Aynı hızla hemen önlerinde duran arabalarına atladılar.

"Sağa, Büyük Otel yoluna döndü…"

"Anlamıyorum arabası evin önünde duruyordu. Hangi boka bindi bu."

"Çabuk, kaybolacak şimdi…"

Araba hızını arttırdı. Boş sokaklardan rüzgâr gibi geçiyorlardı. Bir ara kaybolan arabanın arka ışıkları yine göründü. Aynı yöne döndüler. Geniş caddede zorlanan motorun sesi çınlıyordu. Uzakta sarı rengiyle yanıp sönen trafik lambası kırmızıya döndü. Takip ettikleri araç acı fren sesiyle durdu. Yeşili bekliyordu!

Beş saniye sonra arabanın yanındaydılar. Direksiyona iki eliyle sarılmış kel bir adam garip garip baktı. Arka koltuktan camı tırmalayan köpek onlara doğru havladı.

Yeşil!

Gazlayıp giden arabanın arkasından şaşkınlıkla bakakaldılar. Aynı arka koltuktan uzanan el arabayı kullanan adamın boğazına sarılıverdi. Yan koltukta oturan kadının keskin çığlığını yüzünün sol yanında patlayan bir kabza kesti. Şoför bilinçsizce gaza bastı. Araba sağa sola yalpalamaya başladı.

"Yavaş… Sakin ol sersem herif…"

Gevşeyen kolun yerini enseye dayanan namlu bıraktı.

"Sen… Orkun?"

Şimdi araba yola tutunmaya başlamıştı.

"Evet ya, ben… Malum hastanız."

Kadın kendine gelmişti. Şakak kemiğinden sızan kan dudaklarına doğru akıyordu.

"Siz… Siz bana ne yaptınız? Beni neye çevirdiniz böyle?"

Orkun'un ses tonu giderek yükseliyordu.

"Aylardır canlı bir kadavra gibi elinizde neden inlettiniz beni? Konuşsana!"

Artun başını arkaya doğru yarım çevirerek konuşmak istedi.

"Bak sakin olma…"

"Hayır ulan sakin olmayacağım! Hem de hiç!"

Orkun silahını sağ arka cama çevirip ateşledi. Arabanın içinde patlayan silah sesinin ardından paramparça cam parçaları yol doğru yağdı. Kadın yeniden çığlık attı. Zikzak çizen araba yol kenarındaki çöp tenekesini az farkla sıyırıp tekrar rotasını düzeltti.

Orkun kadına doğru uzanıp saçlarından çekti.

"Bana ısrarla o ilacı içirmek istemenden kuşkulanmıştım aslında. Ama vücudumda bir daha olmayacak dediğiniz şeyler yeniden uyandı… Sen psikyatristtin değil mi? Yalan bu. Evinin duvarında gördüğüm diplomadaki Üniversiteyi buldum İnternetten. Mezunlar arasında ismin yoktu. Ardından Tabip Odası'nın sayfasında tarattım; Nehir Erdem diye bir doktor yok! Sen orospu, doktor falan değilsin."

Bir kavşağa yaklaşmışlardı. Orkun namlunun ucuyla dönecekleri yönü gösterdi. Otoyola çıkıyorlardı.

"Yine de bir şey anlamamıştım. Ta ki camdaki o kediyi görene dek."

"Kedi mi?"

"Evet göt kafa. Hastanedeki odanda, masanın üzerindeki fotoğraftaki kediydi o… Kediler asla birbirine benzemez!"

"Bak bunların hepsini açıklayabilirim."

"Hayır öyle yalapşap bir açıklama istemiyorum. Hepsini, bana bütün bu yaptıklarınızı tek tek anlatacaksınız…"

Araba otoyolda hızla ilerliyorlardı. Az sonra köprü göründü. Işıklar yola çarpıp yansıyordu.

Köprünün altına girdiklerinde Orkun namluyu Artun'un ensesine dürttü.

"Dur!"

Kasılan frenlerin gücüyle kayarak durdular.

"Şimdi başla… Aylar önce, böyle bir gecede yine bu köprünün altındayken arabam yalpalamaya başladı."

Artun dikiz aynasından baktı Orkun'a.

"Çünkü arabanın otomatik fren sistemini bozmuştum bir gece önce. Arkadan seni takip ediyorduk ve tam bu noktada uzaktan kumandayla frenlerini kilitledim. Açılan hava yastıklarının içindeki bayıltıcı gaz seni anında uyuttu."

"Gaz?"

"Onu da aynı gece ayarlamıştım."

"Sonra?"

"Arabanı ve seni Alatlı Maden yoluna götürdük. Otoyoldan görünmeyen bir noktada arabayı yolun dışına o çukura ittik. Seni arabanın yanına indirdik."

Alatlı Sapağı görünmüştü. Orkun aynı hareketini tekrarlayarak gidecekleri dönüşü işaret etti.

"Sonra ben hastaneye döndüm. Nehir birkaç saat sonra acil servisi arayıp kazayı ihbar etti. Çalıştığım hastane en yakın yerdi. Seni doğruca bana getirdiler."

"Ve o gece nöbetçi uzman doktor olarak sadece sen vardın?"

"Doğru… Her şeyi ayarlamıştım. Sahte raporlar, filmler, travma testleri. Sabah her şeyiyle benim olan bir hastaydın artık."

Artun arabayı yavaşlattı. Neredeyse hikâyenin düğümünün atıldığı sahte kaza yerine gelmişlerdi.

"Hayır devam et."

"Ama bu yol…"

"Sana devam et dedim. Lâfına da devam et."

"Bak bundan sonrası… Biraz karışık gelebilir."

Araba sallanarak ilerliyordu. Daralan yoldan taşan dallar kırık camdan içeriye girip kurtuluyordu. Orkun kafasını toplamaya çalıştı bir süre. Düşünceleri karma karışık olmuştu.

Yolun sonuna geldiler. Farlar Maden çukurunun sonunu gösteriyordu. Durdular.

"Peki madem kaza geçirmedim. Ne oldu o zaman bana? Neden o garip şeyleri hissettim?"

Nehir dudaklarındaki kurumaya yüz tutmuş kanı silerek konuşmaya başladı.

"Çünkü beyninde küçük bir chip var."

"Ne?"

"Evet. Mikroskobik bir bilgisayar taşıyorsun… Ben doktor falan değilim. Amerika'da bilgisayar bilimleri ve nanoteknoloji okudum. Yani hücre boyutunda, yarı organik devreler ve bilgisayarlar konusunda eğitim aldım. Beynine yerleştirdiğimiz aygıt yardımıyla göz sinirlerine müdahale edebiliyorduk. Herhangi bir ekrana baktığın zaman algıladığın elektromanyetik dalgalar sistemi çalıştırıyor ve istediğimiz anda göz kontrolün bizim elimize geçiyordu. O an ekranda gördüğün her şey chipe kaydediliyor ve yine sistemin yolladığı mesaj paketleriyle bizim bilgisayarlarımıza ulaşıyordu."

Orkun inanmaz gözlerle kadına baktı.

"Yani önce sinemada yaşadığım o olay…"

"Evet onu deneme için yapmıştık. Sistem çalışmıştı."

Başını direksiyon simidine dayayan Artun devam etti.

"Ama iki temel sorunumuz vardı. Birincisi enerji. Chip'in orada ne kadar çalışır duracağını bilmiyorduk. İkincisi hormonların…"

"Hormonlarım?"

"Evet vücudunun salgıladığı cinsellik hormonları ve o işi yaparken beyninde dolaşan elektrik dalgaları sistemin çalışmasını engelliyordu. Bu nedenle hastaneden çıkmadan sana ilaç verdim."

"Yani bu yüzden mi aletim kalkmıyordu?"

"Evet. Ama ilacın da etki süresi vardı."

"Ve ben o süreyi geçirmeye başlamıştım ha? Nehir'e bir an önce gitmeme bu nedenle ısrar ettin."

Kadın öfkeyle doğruldu yerinden.

"Ama sen o boktan şeyi içmedin. Evine girmek zorunda kaldık. İçinde kuvvetli uyuşturucu olan ilacı iğneyle verecektik."

"Ve ben de yine yaşadıklarımı gördüğüm kâbuslara sayacaktım öyle mi?"

Suskunluk aralarına davetsizce düştü. Nehir ağlıyordu. Kan damlaları yeniden yüzünde yürüdü. Artun cebinden çıkardığı mendili uzattı ona.

"Dışarı."

Artun kontağı kapatıp arabadan adımını attığında bembeyaz yüzü karanlığın altında bile seçiliyordu. Orkun'un doğrulan silahının önünde arabanın arkasına doğru yürüdüler.

"Peki neden ben? Niye beni bozuk bir teneke kutusuna çevird…"

Orkun aniden durdu. Arabaya dayanan yorgun ikiliye öfkeyle baktı.

"Şifreler için değil mi? Müşterilerin Internet şifreleri için. Ekrandan gördüğüm şifreleri beynimden transfer edecektiniz."

Kadın hıçkırıklarla sarsılıyordu.

Orkun gülmeye başladı. Kendini tutamıyordu. Karnını tutup eğildi. Ama Artun'un ona uçarak yaptığı hamlemin son anda farkına vardı. Yana çekilip silahının kabzasıyla adamın yüzüne okkalı darbesini yapıştırdı. Yerde acıyla ikiye katlanan Artun'un üzerine Nehir kapaklanmıştı. Ağlamalarının arasında anlamsız kelimeler mırıldanıyordu.

Orkun arabanın bagajını iterek açtı.

"İçeriye…"

Artun dağılmış dişlerinin arasından konuştu.

"Bak bu sana yerleştirdiğimiz şeyin hiç bir zararı olmayacak. Bir süre sonra vücudun zaten onu atacak. Sana…"

"İçeriye dedim."

Orkun'un sert ses tonuna daha fazla itiraz edemediler. Üslerine kapağı sertçe itti.

"Merak etmeyin sabaha sizi bulurlar."

Arabanın önüne ilerleyip, içeriye uzandı. El frenini indirdi. Arabanın gıcırdayan mekanizması bagajdakilerin paniğe kapılmasına neden olmuştu. Çılgınlar gibi kapağı tekmeliyor, boğuk seslerle bağırıyorlardı.

Orkun sağ omzunu dayayıp açık kapının da yardımıyla arabayı kımıldattı. Tatlı eğim işini kolaylaştırıyordu. Uçuruma iki adım kala geri çekildi. Maden çukuru dişsiz ağsızıyla arabayı yutuverdi. Aşağıdan gelen çarpma ve kırılma sesleri olmasa her şey bir sihre benzeyecekti.

Orkun keskin derinliğin dibine kadar gelip aşağıya baktı. Azalan seslere rağmen hurdaya dönmüş araba hâlâ yuvarlanıyordu.

Ceketinin yakalarını kaldırıp geriye döndü. Karanlık yavaş yavaş geri çekiliyordu. Issız yol ve ağaçlar yeni sabaha hazırlanıyordu. Sadece onlar mı? Orkun için de taptaze bir gündü bu.

Toprak yolun son dönemecini alırken telefonunu açtı.

"Alo, Lamia… Naber?"

"Sen neredesin oğlum. Tuvalete gitmiştim. Döndüm yoksun."

"Biraz işim vardı da. Yolda mısın?"

"Eve varmak üzereyim."

"İyi bir saat sonra sendeyim."

"Ciddi mi?"

"Ha ne dicem. Evde çilek reçeli var mı?"

Lamia kısa duraklamanın ardından gülmeye başladı.

"Seni puşt… Gel sen yan komşudan isterim."

Orkun sapağa gelmişti. Otoyola çıkıp şehre doğru yürümeye başladı…

diYorum

 

Ahmet Büke neler yazdı?

65
Derkenar'da     Google'da   ARA